- Kategori
- Gündelik Yaşam
Hadise Hadise, hadiselik Hadise ve Milliyet.com.tr

Gündeme damgasını vuran kız
Hatırlarsanız “Naciye Naciye” diye bir şarkı vardı, eskilerden. Şimdi izin verirseniz ben bunun sözlerini “Hadise, Hadise” diye değiştirmeyi öneriyorum. Hadise hadise, hadiselik Hadise…
Efendim malumunuz üzere yılbaşı akşamında TRT de Hadise “Düm tek tek” dediği andan itibaren milletçe göbek atmaya başladık. Göbek atamayan kesimlerden “çamur atma” çalışmaları yapıldığını duyduk. Elbette ki herkes her şeyi beğenecek diye bir kural yok. Destekleyenler olduğu kadar, eleştirenler de olacaktır…
Eleştiriler birkaç şekilde cereyan ediyor. Bir kısım zevat Batı hayranlığından girip, özenticilikten çıkıyor, “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu, yok mu bunun şuurlusu” babında attırıyor. Devlet eliyle buna alet olunmasına içerledikleri söylediklerinden belli oluyor ve şarkının İngilizce olmasını hakaret olarak algılıyor. Bir kısım zevat ise olaya sanat ve müzik eleştiren gözlükleriyle bakarak, parçanın soundundan sözlerine dek müzikal anlamda eleştirilerini yapıyorlar. Her iki kesime de diyecek lafımız yok elbet. Durum tespiti yaptım sadece.
Destekleyenler, sevinenler, göbek atanlar, gözleri ışıl ışıl olanlar tayfası (ki ben de bu tayfaya aidim) ise hem görsellik hem de şarkı açısından beğenilerini ifade ederlerken, ellerinin erdiği, dillerinin döndüğünce coşkularını yazıya dökerek paylaşımda bulunuyorlar. Ve fakat tam bu sırada kimi gelişmeler oluyor ve olayın tartışılan öğelerine yeni bir öğe ekleniyor ki “bam” teli etkisi görülüyor…
Öncelikle Milliyet Blog yönetimine ve www.milliyet.com.tr idarecilerine teşekkür etmemiz gerekiyor sanırım. Bizlerin burada “azıcık aşım ağrısız başım” kıvamında kaleme aldıklarımızı yayınlıyorlar ve çok zaman (ahlaka mugayir öğeler içermediği sürece) müdahale etmiyorlar. Bununla da yetinmiyorlar, yetinmemişlik hissinin verdiği ezikliği coşkuya çevirerek “evraka” nidalarıyla manşeti yapıştırıyorlar…
Tabi “ulen biz bunlara daha ne yapalım” diye kara kara düşünürken sonunda buldukları çözüm yoluna her blog yazıcının ayrı ayrı teşekkür etmesini de beklemiyorlardır. Ama ben bu bağlamda teşekkürü borç bilirim, borçlu kalmayı da sevmediğimden şahsım adına teşekkür edivereyim dedim. Tabi bunun yağcılık, yağdanlık, yağlı poğaça, boyoz gibi içinde “yağ” içeren hadi bir de “trans yağ” içeren gurme bozuntusu repliklerden olmadığının üstüne basmam gerektiğini hatta ve hatta “esaslıca” basmam gerektiğini de belirteyim, belirtmişken de basayım…
Merak eden arkadaşlar için linkini de vereyim (Sabiha Rana arkadaşa de ayrıca teşekkür ediyorum, gözden kaçırılabilecek ayrıntıyı yakalamış ve bizleri bilgilendirmiş)… İşte o sayfanın linki; http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&Kategori=yasam&KategoriID=&ArticleID=1043242&Date=06.01.2009&b=Hadise%20firtinasi%20suruyor&ver=92
Şimdi burada üzerinde durulması gereken konu nedir? Böyle bir linkte bizlerden bahsedilmesi, bir anlamda reklâmımızın yapılması iyi bir şey midir? Bana kalırsa evet. Yahu ne bileyim, adam yerine koyulmuşluk hissi veriyor en azından. Bu açıdan da bakmak gerek. Sabiha Rana’nın sorusuna benim cevabım; “evet” olacak. Netice itibarı ile burada yazdığımıza göre aynı zamanda www.milliyet.com.tr yazarı da sayılıyoruz. Ne güzel :)
Bir de “yazar” ve “yazan” ayırımı üzerinde bir tartışma olmuştu. Belki o bağlamda düşünüldüğünde “yazar” kelimesi ağır ve sorumluluk yükleyici bir ifade tarzı olabilir; ancak neticede “yazan” ile “yazar” arasındaki net sınırı ayırabilecek bir “turnosal kâğıdı” var mı elimizde? “Yazar” demek için hangi asgari şartlar gerekir, “yazan” demek için “yazar” addedilemeyecek ölçüt nedir? Bu ayrı bir tartışma konusu elbette.
Efendim geleyim esas meseleme. Esas meselem diyorum ama bu birçok blog yazarını ilgilendiren bir durum. Çünkü bununla ilgili de bir tartışma olduğu kanaati hâsıl oldu bende, hem de kıyasıya. Bazı arkadaşlar “çok tıklanma” konusunda kimi fikirler ortaya atmış. Kimisi “porno” kelimesi gibi dikkat çekici başlık attığı için çok tık alan arkadaşlara sitem etmiş, kimisi de buna istinaden cevabi yazılarını eklemiş…
Diyorlarmış ki, “filanca yazı 100 binin üzerinde tıklanmış, bunda bir bit yeniği vardır, ya başlık 'çok tıklattırıcıdır' ya da torpillidir.” Elbette işin aslını biz bilemeyiz. Bunu değerlendirecek olan ve eğer verebilirse kesin cevabı verecek olan bir çok yetkili ve etkili kimse vardır. Editör, redaktör, koordinatör ve daha bilmediğimiz “tör”ler bu konuyu daha iyi bileceklerdir. Benim demek istediğim o değil…
Bu tıklanma hadisesine neden kafayı taktığımızdır meramım. “Yahu varsın olsun bir yazı yüz bin tıklansın, diğeri 40-50 tıklansın” diyorum. Burada reyting savaşı mı veriyoruz? Çok tıklanınca cebimize katkısı mı olacak ya da az tıklanınca yazmaktan imtina mı edeceğiz? Hadi diyelim esaslı bir köşe yazarı olsak o zaman “okunma” kaygısı güdülebilir ve “tık tık” seslerine duyduğumuz hasreti “tıklanma” bolluğu ile giderebiliriz…
Zaten içimizi dökmek, az da olsa okuyanımız söylediklerimizi paylaşabilmek meramıyla yazdığımıza göre –ki Milliyete ait bir sayfada yazıyor olmak bile keyif verici- o vakit “az oldu, çok oldu” diye hayıflanmak/böbürlenmek ne kadar akıllıca? Gönül ister ki yazdıklarımızı herkes okusun, değerlendirsin ancak bu öyle kolay bir iş değil. Zaten her yazımız on binlerce kişi tarafından okunsa gündeme yön bile verebiliriz vesselam…
Aslında daha birkaç konuya daha değinecektim de, uzun olunca okunması güç olur, az reyting alırım (?) kaygısıyla burada kesmek en iyisi diye düşündüm :) Sonra devam ederiz. Saygılar, sevgiler…