Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ağustos '10

 
Kategori
Mizah
 

Halbuki!

Halbuki!
 

işte genç çiftimiz...


sene 1953... mevsim yaz. bay necmi beyoğlu'nda evkaf dairesinin, kalem müdürlüğünde çalışıyordu. bay necmi'nin sorunu ayağındaki mantar rahatsızlığıydı. iş çıkışı her akşam şifa eczanesinden aldığı, özel müstahzarla, geceleri leğende ılık suda ayaklarını dinlendiriyor amma pek de çare olmuyordu.


tabip bi hal çaresi bulamamıştı. bay necmi'ye çoraplarını her gün değiştir, öğüdünü verdi. bay necmi'nin annesi ülfet hanım bu işten çok muzadaripti. necmi'nin çoraplarını yıkamaktan bıkmıştı artık. bay necmi 29 yaşına geldiği halde hâlâ evlenmemişti. annesi ülfet hanım bi an önce evlenmesini istiyordu. çorapların, gömleklerin ve necmi'nin mendillerinin yıkanması için!


necmi hergün evden çıkarken annesinin hazırladığı sefer tasını alıyor, ev yemekleri ile besleniyordu. yüzüne bakınca sıhhat fışkırıyordu. ahhhh şu mantar hastalığı da olmasa...

bi öğlen yemeğini yedikten sonra beyoğlu'nda gezmeye çıktı. beyfendiler, hanfendiler iki dirhem bi çekirdek caddede dolaşıyorlardı. bazıları çiftti. onlara imrenerek baktı. yalebbim allam bana da hem güzel, hem temiztitiz, hem az akıllı, hem çemkirmeyen bi zevce nasippp etsin diye diledi. ama yalnız dilemek de olmazdı tabii. annesinin ilkokuldayken yaz tatillerinde kafasına vura vura öğrettiği, üç kulfufallahi bi elhamı yüreğini zıngırdatarak okudu. ellerini çaktırmadan sanki terlemiş de, terini silermiş gibi yaparak, gözlerini kapayarak yüzüne sürdü. içinden de bakalım karşıma ilk çıkacak şey ne olacak diye de geçirdi.

karşısına çıka çıka, mösyö garbo'nun çorapçı dükkanı çıktı! ne zaman dileği yerine gelmişti ki? bıkkınlıkla içini çekti. ne zaman duası kabul olmuştu ki? o zevce diliyordu, karşısına çorapçı dükkanı çıkıyor! neyse dedi, bu da iyi bişey... en azından eve gidince annem burnuna tahta mandalı takıp oturmaz. napsındı ülfet hanım, o koku çekilir miydi? kadın senelerce burnuna mandal takıp oturmaktan, burun delikleri başkalaşım geçirip, incelmişti.

içeri girdi. bi baktı, bi daha baktı, hadi bi daha da benden olsun. Çok bakakaldı. adeta şapşallaştı. aşk dedikleri bu muydu yoksa? karşısında bn. sacide ay yüzüyle, yıldız gibi parıldıyordu. doğrusu ya çok güzeldi bn. sacide. çok. çok. çok. başka çok yok. bn.sacide'yi görünce necmi'nin dili biraz tutukluk yaptı. eeee, keeee, küüüü gibi sesler çıkarttı önce. bn. sacide her güzel kadının bildiği üzere, bunun necmi'nin dilinde bi pelteklik olmadığından, sadece kendi güzelliğinden geçici bi süre necmi'nin servis dışı kaldığını anladı.

necmi kasada duran mösyö garbo'nun öksürmesiyle kendine geldi. çorap istediğini söyledi. süreyi uzatmak için çorap çeşitlerini reca etti.. pamuklu çorap alacaktı ama, ipek çoraplara dahi baktı. dükkânda çeşit çoktu. kravat, papyon, şapka v.s. vardı. ohhh yaşadım hergün gelir bi şeye bakarım diye düşündü. sırf hergün gelmek için bi çift çorap aldı. bn sacide'nin gözlerinin içine bakarak.

bn.sacide de bakılmayacak biri değildi hani. ela gözlü, açık kestane saçlı -asri saç modeline sahipti.- beli 57.5 santim, boyu pek bi münasip, akçapakça, ufff süperdi işte.

bi de konuşması vardı ki, sanırsın bülbül şakıyor. o ne ses allam, ülfet hanım'ın hergün boğazına düdük kaçmış gibi kafa ütülemesi necmi'nin içine fenalık getirmişti. tamam annesi ama... işte öyle bişey...

necmi'ye karşı sacide'nin yüreğinde de bi kuş hafiften ama incecikten kanat çırpar gibi olmuştu. sonra amannnn elimi sallasam ellisi, kolumu sallasam viteslisi demişti. demişti ya, necmi memur olduğundan hııımmm iyi bi "bey" adayı olabilir. karşı komşu kızı çarpık suzan'a hava atabilirim diye düşündü. zira suzan'ın kocası mısır çarşısı'nda peynircide çalışıyordu ve "beyim aşağı, beyim yukarı, beyim ortaya, beyim buraya, benim beyim var" deyip duruyordu. sacide bi keresinde ne beyi? oymak beyi mi, uç beyi mi, k.ç beyi mi? diye sormuş, suzan ellerini beline oturtarak sacideeee, sacideeeee kıskanmasana beyi mi? yoksa beyimde gözün mü varrr? diye çıngırçıngır çıngırdamıştı.

bütün bunlar necmi gittikten sonra aklına gelmiş, "ooohhh memuuurrr beyim var" diye hava atarım. haftada bir saray muhallebecisine gider, tavuklu pilav yedikten sonra greta garbo filmleri izlemeye gideriz diye de aklından geçirmişti.

necmi biraz, offf biraz mı, bayaaa bi takıntılıydı. her allan günü geldi dükkâna. güya çorap alıyor! mösyö garbo'da bu durumdan ziyadesiyle memnun. kasada ellerini ovuşturup duruyor. necmi ile sacide biraz samimiyeti ilerlettiyse de sacide ince eleyip sık dokuyor. neden bu adam her gün çorap alır ki? necmi'nin el tırnaklarına bakıyor, kökten kesilmiş şeker hastası olsa, hafazanallahhh, yara olcak da kapanmayacak. o derece kökten kesilmiş. ama ama... acaba bu adam özde temiz değil, sözde mi temiz? acaba ayak tırnaklarını kesmiyor mu? çapa gibi uzun da, o yüzden çorapları yırtılıyor, koca parmakları patates gibi çıkıyor mu? yoksa tembel mi? onçün mi hergün çorap alıyor? bi gün de kravat, papyon alsa ya! küçümseyerek baktığım suzan'ın kocası hasip gibi pazar günleri bi karış sakalla mı oturcak? saray muhallebecisi ardından, sinemaya gidemeyecek miyim? diye hep düşündü. sırf bu yüzden cosmopolitan dergisindeki testlere tabi tuttu. sürekli test test test... derler ki, cosmopolitan dergilerindeki, testlerinin ananesi sacide'dir. necmi süründü. ne iltifatlar, ne imalar, neler neler neler fayda etmedi sacide'ye.

ülfet hanım, necmi her akşam evkaftan eve döndüğünde "yeterrrr yeteerrr, pis kokulu çoraplarını yıkamaktan bıktım, burnuma mandal takmaktan artık burun deliklerim yapıştı, nefesimi ağzımdan alıp veriyorum, ben de insanımm, yazık bana da, evlenn evlennnn" diye bağırdı. en sonunda necmi annesine açıldı. bööle böööle bi kız var anne. çok güzel, beli bile 57.5 santim. ayakları güvercin. bembeyaz. kırmızı ojeler sürüyor. amannnn amannnnnn ülfet hanım bi kıskandı, bi kıskandı. hemmenn hayıırrrrrrrı bastı. olmaz ben sana rüveyda'yı alcam. elleri ne güzel, çamaşır yıkamaktan paça gibi şişmiş, biçki dikiş kursuna gidiyor, bahçekapı'daki sümerbank mağazasından basma alıp şımşıkırdak giyiniyor. necmi bunu duyunca zıpladı. istemem ben sülük suratlı rüveyda'yı. ıyyyy sarısarı suratı var, paça gibi. ülfet hanım çok otoriter; alcam onu istemem ayak tırnakları kırmızı oceli asri zamane kızını.

artık sekiz ay geçmişti. necmi'nin de içine fenalık gelmişti. derler ki "fazla naz aşık usandırır" lafı necmi'den çıkmış. ööledir yani. pek bi bezgin, pek bi bedbahttı. kala kala sülük suratlı rüveyda'ya kalıyordu işte.

derler ki, tarkan'ın "bizde şans ne arar" şarkı sözünün yaratıcısı necmi'ymiş. geceleri yatağında içlenerek şarkı sözleri yazarmış. bu arada mendiller de kirlenmeye başlamış çok. ülfet hanım da çemkirmeye.

necmi evkaftan çıkınca bi gün balıkpazarına gitti. annesi yeşil mercimek istemişti. yarım kilo al da, yarın pirinçli pirinçli yemeğini pişireyim "ahhhhh belimmm" diye de inlemeyi ihmal etmedi. necmi bu pisikolojik baskılarla, psişikliğin son sınırına gelmişti.

balıkpazarındaki "halk bakkaliyesinden" fileye yarım kilo mercimek attı. omuzları düşük, tırs tırs yürüyordu. sacide'nin çalıştığı dükkanın önünden geçerken hiç bakmadı. sadece gözlerini kısıp, ufka daldı. ama sacide necmi'yi gördü. elindeki fileyi, filenin içindeki yeşil mercimeği. ahhhh allaammm manyak mıyım neyim, ne büyük bi kısmeti kaçırıyorum, evine bağlı, sorumluluk sahibi memur. daha ne isterim? garanti ayak tırnaklarını da kesiyordur. hemen tezgâh arkasından fırlayıp, necmiiii, necmiiiiiiiii, necmiiiiiiiiiii diye bağırdı. necmi inanmaz gözlerle baktı. allamm rüya mı? hemen ince baldırlarını çimdikledi. yok diilmiş! hemen birbirlerine ağır çekimde koştular. derler ki, 60 lı yılların yerli filmlerinin hülya koçyiğit koşma stili, necmi ve sacide'den kaynaklanmış.

sacide yine de çok temkinliydi. sarılmaları bittikten sonra "çıkart ayakkabını necmi" dedi. necmi uysal hemen çıkarttı. evet necmi'nin ayak parmakları uzundu, ama tırnakları hiç uzun değildi. derler ki erkekler necmi'yi örnek alıp pedikür yaptırmaya başlamış.

sacide ile necmi bu mutlu günlerinde sizleri de aralarında görmekten saadet duyarlar. beyoğlu evlendirme dairesi, saat 14.00...

ülfet hanım nikahta siyah bi döpiyes giymeyi tercih etti. bi nevi yastaydı. sevmemişti asri gelinini. nikaha suzan'da gelmişti. ondan bişi kaçmazdı. derler ki "bizden kaçmaz paparazzi ekibinin babanesi suzan'dır." sacide suzan'a gözlerini uykudan geberiyormuş da, göz kapaklarını açamıyormuş gibi bakarak, tebrik töreninde sağ elinin parmaklarını uzatarak tokalaştı. "nikâh şekerimizden ye suzancıımm, saray pastanesinin badem şekerlerinden yapılmıştır. ye ye çekinme, ağzın tatlanır belki de bi tatlı söz çıkar" demeyi de ihmal etmedi.

sonrası ne oldu bilmiyorum. mesut bahtiyarlar mı? her pazar muhallebeci, sinema, adalar'a gidiyorlar mı? faytona biniyorlar mı? çamların altında oturuyorlar mı? oğulları oldu mu, sünnet zamanı eyüp sultana, telli babaya götürdüler mi?

... bilmiyorum, bilmiyorum. daha fazla sormayın. hem daha fazlası özel hayata girmez mi? evet evet rahat bırakalım yeni evlileri...

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..