Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ocak '12

 
Kategori
Sosyoloji
 

Halikarnas Balıkçısı: Merhaba çocuklar

Halikarnas Balıkçısı: Merhaba çocuklar
 

Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı ya da nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı (Girit 1890 - İzmir 1973)


Otuz dört yaşında iken sürgün olarak geldiği Bodrum tutkusundan dolayı Halikarnas Balıkçısı olarak da anılan ünlü Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı diyor ki:

Gün her tarafta mavi bir nurdur. Öyle mavi ki insan maviyi toplamak için avucunu göğe açacak ve elini yanaştırıp bakınca, avucunun mavileşmediğine şaşıracak.’ 

Bildiğimiz gibi onun hayatı ve düşünceleri için onlarca kitap yazılmıştır. Cevat Şakir bizi Osmanlı’dan antik çağlara; o çağlardan da özellikle Cumhuriyet  yıllarının acı tatlı günlerine büyük yolculuklara sürükler bizi. Onun ileri sürdüğü kimi düşünceler ile insanımızı anlattığı gerçekçi öyküler bizi biz yapan değerler yanında hayat mücadelesi adlı muammanın değişik boyutlarını anlatır bıkıp usanmadan. Şakir Cevat Kabaağaçlı bu toprakların eski yeni bütün değerlerine tutkun, bencillikten uzak kalabilmiş bir Girit ve Atina gurbetçisidir bence. O bir düşünce adamı ve büyük bir araştırmacıdır.

Onun yazdığı kimi makaleleri ile özellikle Anadolu Efsaneleri (1954), Anadolu Tanrıları (1955), Anadolu'nun Sesi (1971) Hey Koca Yurt (1972) ile Merhaba Anadolu (1980) adlı eserleri O'nun bu toprakların maddi ve manevi yönleri ile ne kadar ilgili olduğunun başlıca göstergelerinden olsa gerek. Ona göre Batı'nın gelişmesinde Anadolu en önemli kültür kaynağıdır. Bu yüzden bugün bile değişik biçimlerde ağırlığı gittikçe artan Batıcı yaklaşımlara karşı dururken bilge Balıkçı Cevat Şakir Kabaağaçlı hiç bir biçimde yılgınlığa düşmez. Ona göre: 'Batı irfanı denilince yabancı bir irfan sanıldı. Oysa Batı kültürünün kaynağı Anadolu'dur.'

Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir'e göre Anadolu: Asya, Avrupa ve Afrika'nın birleştikleri yerde, bu kıtanın birinden ötekine geçenlere köprülük etmiş bir yerdir. Göç eden insan yığınları ve istilâ için yürüyen fetih orduları hep Anadolu'nun üzerinden geçtiler. Son olarak biz Türkler geldik ve onlara karıştık. Öyle ki biz Amerikalılardan daha melez olduk. Bundan ötürü vakit vakit Anadolu'ya gelmiş ve bu yurda kısa ya da uzun süre sahip olmuş ne kadar insan varsa damarlarımızda hepsinin de kanı vardır. Her ne kadar kültür sorunu bir kan sorunu değilse de yabancımız sayarak yadırgadığımız şeylerin biz hen fiilen hem de hukuken mirasçısıyız.'

Cevat Şakir Kabaağaçlı'ya göre 'Fen dünyada Anadolu'da başlamıştır. İ.Ö. Anadolu'nun Miletos şehrinde Thales'in güneş tutulmasını hesap edecek kadar matematik ve astronomide ilerlemiş olduğu' bugün de kabul gören bir tespittir. Öte yandan 'Dünyanın ilk büyük epik şiiri, yani İlayda da Anadolu'da gün yüzü gördüğü gibi dünyanın ilk düz yazısı, yani Herodotos Tarihi de Anadolu'da' yazılmıştır.

Yıllar yıllar önce Türk roman ve hikâyelerinin uyarlanma sürecinde TRT Cevat Şakir’in de eserlerinin çekilmesine ağırlık vermiştir. Onun 1940’lardaki deniz ve insan ilişkilerini anlattığı Aganta Burina Burinata (1983) adlı dev romanı ile Parmak Damgası (Okan Uysaler 1985) dizilerinin peşinden  Deniz Gurbetçileri (Ayhan Önal 1990) dizileri TRT’de yayınlandığında bütün Türkiye’de büyük bir ilgi ile izlenmişti. ( Açıklama: TRT’nin bu konulardaki eski çabaları ile bugün neden bu çalışma alanından uzaklaşıldığı konularına ileride ayrıca değinilecektir.) Harun Özakıncı'nın 2010’da yayınlanan Anadolu’nun Avukatı: Cevat Şakir belgeselinde ise Balıkçı’yı tanıyanların anlattıklarından yitirdiğimiz bir canın, bie eylem adamı olarak neler yaptığı yanında bize neler bırakmış olduğu öğreniyoruz.

‘17 Nisan 1890 tarihinde, Osmanlı'nın son köklü ailelerinden Şakir Paşa Ailesi'ne mensup babasının yüksek komiser olarak görev yaptığı Girit'te doğdu. Babası Girit ve Atina'da sefirlik ve valilik yapan Mehmet Şakir Paşa, annesi Giritli Sare İsmet Hanım; amcası II. Abdülhamit devri sadrazamı Cevat Şakir Paşa, dedesi Şurayı Askeri Dairesi Reisi Miralay Mustafa Asım Bey'dir.’(Alıntıdır)

Cevat Şakir onlarca roman, hikâye ve denem yazmıştır. Özellikle 1920’lerde Kurtuluş Savaşı (Milli Mücadele) bağlamında çizmiş olduğu bir kaç karikatür de ayrı bir değere sahiptir her bakımdan. O da her insan gibi değilse bile araştıran, okuyan, düşünen ve yazan bir  ‘aydın olarak’ hiç de kolay bir hayat çekmemiştir. Osmanlı’yı dağıtanların hışmından sonra ne yazık ki Cumhuriyet’in de bazı olumsuzlukları ile yüz yüze gelmiş.

Bütün suçu kimi gerçekleri  ‘Hapishanede idama mahkum olanlar, bile bile asılmaya giderler’ adlı öyküsü öykü biçiminde yazmaktan öte belki bir devlet sırrını açıklamış olmak (!) ya da gerçekleri yazmaya kalkışmanın bir kabahat (!) olması  yüzünden ‘Bodrum’da üç yıl kalebentliğe mahkûm’ edilir. Gerçekçi bir yazarın başına gelen en ağır cezalardan biri olsa gerek bu hapislik. Ne yazık ki düşünce ve edebiyat tarihimizde Osmanlı'dan bu yana oldum olası bu tür hapislikler, sürgünler var olagelmiştir. Pek aydınlık olmasa bile Batı düşünce dünyası ile adalet ilişkisi bağlamında sayı bakımından en önde bulunduğumuz için, en büyük açmazlarımızdan biri de bu konu olsa gerek.

Kendi anlatımı ile işte Cevat Şakir Kabaağaçlı:

‘1890 yılında ada Türk iken Girit’te doğdum. Babam, Türkiye’nin Atina Sefiri oldu. Falerin’de ilk evi babam yaptırdı. Üç dört yaşındayken, küçük kardeşimle Parthenon'un mermerleri arasında oynardık. Bir gün kayıkta, kayıkçı deniz aynasını denize tuttu. Denizaltı alemini görünce, tokat yemiş gibi sarsıldım. Yazı öğrenmeden önce, sabahtan akşama kadar resim yapardım. sonra Büyükada’da oturduk. Altı yaşında oradaki mahalle mektebinde okuma yazma öğrendim.'

'(10) yaşında bir misyoner kuruluşu olan Robert Kolej’e gönderildim. Sabah, öğlen, akşam ve yatmadan önce dua ediyorduk. Ben İsrail’in boyuna, Cerikaya, öteye beriye taşınan taşlardan bıktım. Kütüphanelerde, içleri hayat dolu kitaplar vardı. Okudum. Ama (700) öğrenci arasında o kitaplar bana yasak edildi. Elektrik feneri icat edilmişti. Gece yorganla battaniyeyi çadır yapar elektrik feneriyle, arkadaşlarıma aldırdığım kitapları okurdum. Çok yazardım İngilizce... Ama on üç yaşımdan sonra yazmadım. Çünkü Pazar günü kilisede okuduklarımı yazmamı istediler.'

'Ben de, herif eşek arısı gibi vızıldarken, yanı başlarında uyuyan arkadaşların kulaklarına çöp soktuklarını ve başka realiteyi yazdım. Skandal oldu, paylandım, artık yazmadım. Kolej’ den sonra İngiltere’ye göndermek istiyorlardı. Porstmouth’ da ki mektebine gitmek istedim. Münasip görmediler. Oxford’a gönderdiler. İsteksiz gittim. En kolay konuyu seçtim, üç dört yıl öğrendim. Üç dört yılda öğrendiğimi unutmak için sarfettim. Ama kütüphanelerden, hem sonradan Londra Üniversitesi’nden istifa ettim. İlk dünya savaşında hastaydım. Savaş sonrası asker kaçaklarının kendileri gelip teslim oldukları halde yargılanmadan asıldıklarını yazdım. Ankara İstiklal Mahkemesi’nde, Bodrum’da üç yıl kalebentliğe mahkum ettiler. Asıl mimledikleri M. Zekeriyya’yı mahkum etmek istiyorlardı. Ama yazıda suç bulamazlarsa yazıyı basan da serbest kalacaktı. Bodrum’a vardığım zaman 34 yaşındaydım.'

'Ondan önceki mektep hayatımın bende bıraktığı intiba şöyleydi. İstiklal Mahkemesi’nde mevkuf iken, bir gece rüyamda çocukluğumu, hala Kolejde olduğumu görmüştüm. Uyanınca hapishanede olduğumu ve kolejde olmadığımı gördüm ve, çıldırasıya sevindim. Bu hürriyetti bre!... Oysa ki, kolejde Fikret’in oğlu Haluk’ta, benimle aynı tabiydi. Halikarnas’ da, üç dört yaşındayken Faleron’ da gördüğümü ve kaybettiğimi buldum orada kaldım, yazdım, çiçek, ağaç ve yemiş yetiştirdim. Gece rüyamda kendimi savaşan bir general gibi görüyordum. Arkamda, yüz binlerce portakal ve grapa fruit ağaçları kökleri üzerine kalkmışlar, ilerliyoruz ve düşmanımız ölüme karşı vitamin ve ışık bombaları portakalları, greyfurtları, çiçekleri atıyoruz.

Sonrası Halikarnas Balıkçısı. İşte o kadar!’ 

Onun 1961'e kadar olan hayatını anlattığı ve değişik anılarından meydana gelen Mavi Sürgün adlı yaşam öyküsü de edebiyatımız için vazgeçilmez eserlerinden biridir.

Bazı yazarlarımızın 'ism-i müstear' ya da 'takma ad kullandıkları gibi Cevat Şakir Kabaağaçlı da kendine özgü takma adlar kullanmıştır. Soy adını az değiştirerek Karaağaçlıgil olarak kullandığı gibi ayrıca Hüseyin Kenan, Musa Cevat, M. C., H. B. Sina takma adlarını da kullanmıştır. Onun yazarlıktaki ününden dolayı ‘Halikarnas Balıkçısı takma adıyla, çok sayıda yazı’ yazılmış olması ise Türk edebiyatı yazarlarının araştırmaları için oldukça ilginç bir çalışma alanı olsa gerek.

Ünlü adı yanında gerçek adı ve soyadı ile birlikye yazacak olursak: Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı 1965'te bir gün diyor ki: ‘Her yaşayan insan hayatın askeridir. Ölüm var her zaman. Ölüm hayata sığıyor ama hayat ölümü aşıyor. Hayat doğadır. Çıkarcılar, başkasının üzerinden geçinenler, ölümün hayata karşı askeridir. Şimdi ne yapalım, doğaya karşı bir düşman var yani ölüm. Bu böyle. Ama doğa alt olmuyor. Antidoğa beni öldürür, ama ben çocuklarımla aşarım ölümü. Çocuklarım olmazsa akrabam, sevdiklerim. Onlar da olmazsa insan var.’ 

Halikarnas Balıkçısı 13 Ekim 1973 günü İzmir’in Hatay semtindeki Merhaba adlı apartmanda ölmüş.  Türkçe ve İngilizce pek çok eser yazmış olan Cevat Şakir ustanın ölmeden önce yatağında ne söylemiş oldukları da önemli olsa gerek:

Ah… Ne acı… Doğa en can alıcı noktada elimi kilitledi. Son söylemek istediklerimi yazamadım… Sanırım ki yolcuyum… Dünya’ya bir merhaba deyip gideceğim… Burnuma çiçek kokuları geliyor… Açın açın pencereleri, son defa görmek istiyorum güneşi, son defa görmek istiyorum özgünlüğü. Merhaba çocuklar, merhaba dünya. Merhabaaaa.

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..