- Kategori
- Deneme
Hanidir Islanamıyoruz. Mevsimler mi Döndü, Yoksa Sen mi?

Kendisini “koboy” gibi kullanarak 3 yıllık bir yalnızlık sonucunda “Neden kız arkadaşım yok”tan yola çıkan Londralı bir matematikçi, matematiksel olarak hazırladığı doktora tezinde “Doğru aşkıbulma şansının, 285 binde 1’e denk düşüyor” dedi…Bu ne iş?!
Bu yazıyı gazeteden okuyunca, ister istemez “ Ölme eşeğim ölme!” deyiverdim. Yahu bizim memlekette, toprağı eşelesen, “Aşk” çıkar be.
Bu neticelere nasıl varmış? Bu acayipliklerin; Aşk’la, meşk’le ne alâkası varmış bilemeyiz ama, adamcağız aşktan, yalnızlıktan, bozgunauğramış anlayacağınız. Böyleleri, insanın moralini de bozar
Aşk hudut tanır mı? Kalıba sığar mı? Aşk, ne softa dinler, ne de kadı. Aşk bir kere, matematikten nefret eder. “Bir “Çek” gibi “ elden ele “ dolaşmaz. Kalıplara sığmaz! “ Mübarek, pasta kalıbı mı bu?”
Ama ama aşk, bazı bazı ticari kafalarda bir çek gibi karşılıksız olarak ellere düştüğünde bile hesabını yapanlar, daima kaybetmişlerdir. Aşk ile tüccarlık yan yana aynı kefede olur mu?
Ört ki, ölem!
Aşkı , ara ara bulama! Ne iş?! Bize gelseydi. Kendisine bir elma şekeri ısmarladık. “Yala” derdik. Elinde kalan sapı da “Ahan da aşk bu” derdik. Kısa yoldan doktorasını yazar verirdik eline, sen sağ, ben selamet..
Dünya dışı varlıklara kadar gitmenin alemi mi var?! Bir çok verileri bölmüş çarpmış. Denizli’deki bostan tarlasındaki su kabaklarını verirdik eline. “Çarp yere “ derdik. Çekirdekleri saçılırdı yere. Al sana doktora tezinin kısa yazılımı işte bu.
Bana göre de aşkın tarifi; “Gecesi; Ay kadar parlak, gündüzü de, yıl kadar uzun olmalıdır” derim. Siz olsanız, nasıl tarif ederdiniz?
Yıllar önce Karadeniz’in Amasra’sında, bir kayıkçının küreğinde bir yazı okumuştum. O lafı buraya alıyorum: “Eğer, aşkın bir sabun ise, “köpürt beni Pakize!”
Ört ki, ölem !
Halimize bakıp bakıp, ne diyordu dışarıdan bir dost: “Bembeyaz şiir yüklü bulutlara, kocaman yüreğinle yağdırdığın yağmurlarla, “ben de ıslandım burada” Ne mutlu o sevgiyle yola çıkana ve aşkı, “yağmur damlaları ile” tadana.” Evet, evet, aynen böyle diyordu.
Halbuki seninle biz, ikimiz, söz vermiştik. “Her yağan yağmurla, birlikte ıslanacaktık.”
Karşılıksız bir çek gibi, hep düşlerde yaşadık karşılığı olmadan.
Düşlerimizle yetindik
Şiirler yazdık kendimizden sakındık
Yorumlar yazdık
Ardından da, bakakaldık
Şiirler yazdık, dinletemedik
Şarkılar yazdık, notalar güfteleri kıskandı
Biz söyledik biz dinledik
Biz esmeri fındık ile
Biz güzeli fıstık ile
Beslemesini de bilirdik.
Yağmurda ıslanmayı yeğledik /
Sanallıktan, hakikatliye terfi ettik
Aşklar yara almasın
Yaralar gocunmasın
Diye diye gün saydık.
Halbuki seller geçti üzerimizden
Bize böylesi yağmur, zaten lazımdı, dedik
Biz yağmur bulutlarıydık
Yağmurlarla ıslandık
Masalsı kahramanlardık
Gönlüm kırık
Gönül kırıklıklarına yağmur yağıyor güzelim.
Beni bıraktığından beri “Nicesin neredesin”diye, hiç sormuyorsun.
Biz o yağmurlarda hem beraber yürüdük, hem beraber ıslanmıştık. Ve o yağmurlar kutsalımızdı.
. Gönlüm kırık. Gönül kırıklıklarına yağmur yağıyor şimdi de. Ama, içinde sen yoksun. Üstelik de suskunsun.“Niye?”
&&&
Hani kavilleşmiştik. “Hiçbir yağmur, bizleri ıslatmadan yağamaz” demiştik. Hani yağan o yağmurun içinde ikimiz vardık. Hani o yağmurlar, “bizsiz”yağmayacaktı?
Gönül kırıklıklarıma, yağmur yağıyor güzelim, ama içinde sen yoksun.
Torbamda çeşit çeşit yağmurlarla, sokak sokak dolaşıp, yağmurlar dağıttım. Her seferinde “Yağmurcu geldi yağmurcu” dedikçe, torbalarım boşalırdı. Şimdi ise, kimsecikler yanaşmıyor artık: Zira o yağmurların içinde biz vardık. Ama, şimdi yokuz. “Neden”
Ah, ah. Ne güzeldi o günler, yağmurculuk oynarken.Torbamda allı, morlu, fıstiki, zeytuni, ebruli ve gök kuşaklı yağmurlarım dururken. Kapışılır giderdi. Ne “ahmak ıslatanı” kalırdı, ne“sicim gibi yağanı”, ne“kekik kokanı”, ne de “ince ince”yağanı.
Gönül, bu işte. Kırıklıklarla dolu. Üzerine yağmur yağdırdın hep. Ama içinde sen niye yoksun?
Beraber ıslandığımızda, yürek tellerimizin her birinden; önce ses geldi, sonra nefes, sonrası da biz geldik.
Bir insan sevgisiydi o göklerden yağan, ses tellerimize dokunan, ve onu seslendiren . Bunu sen anlayamadın, suspus oldun.
Hani her yağan yağmurla ıslanacaktık? Ve o yağmurlar, bizim kutsalımızdı. Islanmadıkça, ben bu hayatı neyleyim.
FOTO: Ferhat Cellek,