Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

24 Eylül '07

 
Kategori
Beslenme / Diyet
 

Hanımların kalbine giden yol da midelerinden geçer

Hanımların kalbine giden yol da midelerinden geçer
 

Siz bakmayın “Kuş kadar yiyorum ayol” dediklerine. Hanımlar beylerden daha çok düşkün midelerine. Sık sık diyet yaptıklarından akılları fikirleri taam etmekte. “Nasıl olsa veririm bu kiloları” diye ölçüyü bir güzel kaçırıyorlar. Tıklım tıklım dolu olan elbise dolaplarını açınca “Üstüme giyecek bir şeyim bile yok” diye sızlanmaları da bu yüzden zaten.

Aradan yirmi sene geçmiş… Onunla tanıştığımda dal gibi ince bir kızdı. Yediğine içtiğine dikkat eder, bu günlerde “sıfır” diye nitelendirilen o narin bedenine pek dikkat ederdi. İkimiz de şeffaf insanlardık, saklımız gizlimiz yoktu ve aynı evi paylaşıyorduk. Düzeyli bir birlikteliğimiz vardı sizin anlayacağınız ama o biraz fazla kıskançtı işte.

En ufak bir kaçamağımı bile (niye baktın, niye konuştun, niye dans ettin) yakaladığında cehenneme çevirirdi, paylaştığımız iki odalı evi (Sarışın ve yeşil gözlüler çok kıskanç oluyorlar nedense). Bir gün, iki gün, bir hafta, on gün…Benimle konuşmadığı gibi, elime yorganımı ve yastığımı tutuşturur, oturma odasına yollardı.

İşte böyle bozgun günlerinde eve ondan önce gelir ve hemen hazırlıklara girişirdim. Karnıyarık tepsisini fırına verir vermez humuz, bol sarımsaklı patlıcan tarator, fava, acılı ezme, saganaki, sigara böreği ve cacıktan oluşan mezeleri de hazırlardım. Kabak tatlısının üzerine serpiştirdiğim cevizleri kırmak ve ayıklamak bir hayli zamanımı alsa da hiç üşenmezdim.

Bilenler bilir, masa hazırlamak ayrı bir yetenek işi. Bunun da üstesinden gelirdim tabii ve mumla şarabı da hiç eksik etmezdim. Onun gelmesine dakikalar kala sofraya oturur, hani sanki kendime yemek hazırlamışım da yemeğe hazırlanıyormuşum pozlarına girerek onu beklerdim.

Küs olduğumuz için zili çalmaz ve kendi anahtarlarıyla açardı kapıyı. Kapıyı açar açmaz da kokuyu alırdı tabii. Bana bir selam bile vermeden otururdu sofraya… Önce mezelere girişir, sonra da iki tane koskocaman karnıyarığın hakkından gelirdi. Sıra buzdolabındaki bol cevizli kabak tatlısına gelince. Dili çözülürdü nedense…

“İstersen yatak odasında yatabilirsin” diye bir taviz verirdi ama ben çoktan yastığımı ve yorganımı yatak odasına taşımış olurdum.

Ne zaman (hanımların asla kabul edemeyeceği) bir pot kırsam soluğu mutfakta alırdım işte. Kuzu etiyle helmelenmiş bol domatesli ve de ekşili bamya… Fırında biber veya kabak dolması ve yine fırında lahana sarması… Kıymalı pırasa ve de mantarlı bonfile… İncik kebabı ve tereyağlı, kuş üzümlü, fıstıklı pilav… Ve daha neler neler…

Yaklaşık sekiz sene süren beraberliğimizde ben çok tökezledim ama ayakta kalmayı da becerdim, usta aşçılığım sayesinde. Ayrıldığımızda balıketinde, nefis bir hatun olmuştu kendisi. Hayat işte, bazen yollar ayrılıveriyor ister istemez.

Benim asıl merak ettiğim, iki yumurtayı bile kırmaktan aciz erkeklerin durumu. Ne zaman bir pot kırsalar soluğu ya çiçekçide, ya da kuyumcuda alıyorlar. Hâlbuki yemek yapmayı bir öğrenseler mutlulukları da daim olacak. İş biraz da ucuza patlayacak

Bütün mesele hanımları tanımakta.

Ben şahsen şu sıralar “kısır” ve “ mantı” en iyi nasıl yapılır onu öğrenme telaşı içindeyim. Türk hanımlarının damak zevki biraz değişik.

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Resim: İdeal ölçülerde (balık etinde) bir hanımın arkadan görünüşü.

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara