Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
 

Efsane FB 1907 Baterist Metin

http://blog.milliyet.com.tr/efsanefb1907

18 Nisan '08

 
Kategori
Tarih
 

Harem Gerçeği!

Harem Gerçeği!
 


Harem bir poligami, daha doğrusu poligini uygulamasıdır... İkâmet edilen bir mekânda, nikâhlı ya da nikâhsız kadınların ve kadın hizmetkârların yaşadığı bölüme verilen isimdir. Kelime Arapça' dan gelmektedir ve gizli, saklı, dokunulmaz anlamlarını içermektedir. Mekânın bu bölümüne giriş çıkış, tamamıyle harem sahibinin iznine bağlıdır. Normal olarak, haremde yaşayan kadınların, başka erkekleri görmelerine de izin verilmez.

Tarihte ilk harem türleri eski Yahudi, Babil, Peru, Hind ve Bizans toplumlarında görülmüştür. Bu toplumlarda her evde sadece kadınlara ayrılmış, gözlerden ırak bölümler vardı. Müslümanlık' ta da harem çok eski bir uygulamadır. İslâm dini, bir erkeğin dört kadına kadar evlenmesine izin vermektedir... Bu, kocanın alternatif bir cinsel yaşam için fahişelere yönelmesi olasılığına karşı evliliği koruyan bir önlem olarak ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda, Arap toplumunda, evlenememiş ya da dul kalmış kadınlara, toplumda görece itibarlı bir yer bulmanın da aracıdır.

İslâmi gelenek, Hıristiyanlıktan farklı olarak cinsel konularda, hiç değilse erkek cinselliği konusunda daha hoşgörülüdür... Erkeğin cinsel ilgisinin ve kadının buna verebileceği karşılığın yıldan yıla veya günden güne değişebileceğini kabul eder. Bu sebeple, yasal eşlerin yanı sıra cariyelerin alınmasını da teşvik etmese bile yasaklamaz da. Cariyeler, erkeğin eşiyle gerçekleştirmekten utanç duyabileceği, çeşitlenmiş cinsel ilişki ve davranışlara da bir çıkış yolu sağlarlar. Ekonomik gücü yeten kişiler haremlerini genişletebilirler. Haremin eski ve yeni üyeleri arasında, zaman zaman otorite ve hiyerarşi sorunları ve çatışmalar ortaya çıkabilir.

Haremin en gelişmiş şekli, Osmanlı padişahlarınca kurulmuştur lâkin, harem bir Osmanlı ya da Türk icadı değildir. Osmanlılar haremi 15' inci yüzyılda, yâni devletin kuruluşundan yaklaşık 100 sene sonra uygulamaya başlamışlardır. Örnek aldıkları harem biçimi de İran ve Bizans haremleri olmuştur. Bu uygulama başlangıçta sadece padişah ile sınırlıyken, daha sonra kademe kademe vezirlere, paşalara, beylere ve zengin ailelere yayılmıştır.

Osmanlı padişahlarının 7 nikâhlı karısı olabiliyordu... Bunların her birine sarayın harem kısmında ayrı bir daire verilirdi. "Kadın" adını alan bu nikâhlı eşlerin yanı sıra haremde "cariyeler, odalıklar, müstefreşeler, esir kadınlar, kâhyalar ve haremağaları" yaşardı. Cariyeler, savaşlarda alınan esirlerden, esir tüccarlarının sattığı kızlardan veya padişaha hediye edilen kızlardan oluşurdu. Osmanlı sarayında çeşitli dönemlerde 500 - 1000 cariye yaşadığı bilinmektedir. Şüphesiz padişah bunların hepsiyle ilişki kurmak bir tarafa, çok büyük bir kısmını hiç görmediği dahi olurdu.

Osmanlı haremi oldukça karmaşık ve hiyerarşik bir yapıya sahipti. Saraya alınan cariyeler önce, cariye dairesi adı verilen tek bir dairede, ayrı ayrı odalarda kalırlardı. Bunlar, sırayla, "acemi kalfa" ve "hazinedar" aşamasından geçerlerdi. Bunların en güzellerine "odalık" denirdi. En çok beğenilen ve istenilen cariyeler Çerkez ve Gürcülerden olurdu. Saraya giren cariyelere, harem geleneklerine göre, görünüşleri, renkleri, güzellikleri ve kişiliklerine uygun Farsça isimler verilirdi. Yeni girenlere kalfalar tarafından saray adetleri ve usülleri öğretilirdi. En güzel olanları "has odalık" adı altında, padişahlar ve şehzadeler için ayrılır, bunlara okuma yazma da öğretilirdi.

Cariyelere, statülerine göre az ya da çok, bir ücret verilir, ihtiyaçları sarayca karşılanırdı. Padişahın gözüne girmeyi başaran odalıklar "ikbâl" statüsüne yükselmiş olurlardı. Bunlardan çocuk da doğuranları, daha yüksek bir statü olan "kadın" veya "kadınefendi" konumuna gelirlerdi. Osmanlı sarayında ancak padişahın annesi veya kızları sultanlık statü ve yetkilerine sahip olduğundan, bütün odalık ve ikbâllerin hedefi, padişaha bir erkek çocuk vermek olurdu. Kadınefendilerin sayısı yediyi geçmezdi... Bir kadın öldüğünde başikbâl onun yerini alırdı. Padişaha bir erkek çocuk doğuran kadın, "haseki sultan (veya gözde)" adını alır, eğer bu erkek çocuk tahta geçecek olursa annesine "valide sultan" denirdi. Padişah, sanıldığı gibi bütün odalıklarla cinsel ilişki kurmaz, bunlardan güvendiklerini kendi oğullarıyla ya da vezirleriyle evlendirirdi. Bu durumda, gelinin çeyizi de sarayca karşılanırdı. Abdülmecit zamanına kadar, kadınefendi olmak için özel bir nikâh törenine gerek yoktu; padişahın ilişki kurduğu kadınlar ikbâl, çocuk doğuranlar da kadınefendi ünvanını otomatik olarak alırlardı. Tanzimat döneminde esir ticareti sınırlandırılırken, sarayda da nikâh adeti yerleşti. Bundan sonra sadece nikâhlı kadınlara kadınefendi denmeye başlandı. Buna karşılık, veliaht ve şehzade eşleri, çocuk doğursalar bile bu ünvanı taşıyamıyorlardı.

Cariyeler belli bir süre çalıştıktan sonra saraydan ayrılabilir ve dışarıda evlenebilirlerdi. Bu kadınlar, "saraylı" adıyla anılırlardı. Bunlardan, saraydaki hadım haremağalarıyla evlenen de olmuştur. Tahttan indirilen bir padişahın en sevdiği cariyeleri yanında tutmasına genellikle izin verilirdi. Böyle bir durumda cariyeler, sarayın haremindeki mallarını da birlikte götürebilirlerdi.

Haremdeki cariyelerin çok büyük bir kısmının, aktif bir yaşamı olmazdı. Saraydan hemen hemen hiç çıkmazlardı. Bunların içerisinde sadece ikbâl, kadınefendi ve valide sultan mevkilerine yükselmiş olanlar, saray politikasını ve padişahı etkileme olanağına sahiptiler. Osmanlı tarihinde bazı kadınlar ve valide sultanlar bu imkânı büyük bir maharetle, hatta isyan teşebbüslerine yol açacak ölçüde kullanmışlardır.

 
Toplam blog
: 1907
: 3759
Kayıt tarihi
: 28.07.07
 
 

03 Şubat 1967 İstanbul doğumlu, romantik bir müzisyenim işte... Müzik, bateri, spor, Fenerbahçe, ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara