Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ekim '14

 
Kategori
Deneme
 

Harnup; Nam-ı diğer Kara Hekim

Harnup; Nam-ı diğer Kara Hekim
 

Bugün internette birşeyler okurken. Harnup kelimesini görünce birkaç yıl önce Hatay taraflarına arkadaşımın düğünü için gittiğimde gördüğüm harnup yani keçiboynuzu ağaçları geldi. Harnup ya da keçi boynuzu. Ben ona harnup demeyi tercih ediyorum. Çünkü biraz kendine özgü sanki daha sıcak ve samimi bu isim.

Sanırım yerel ismi de harnup, çünkü yöre halkı hep harnup diyordu. Pekmezini sürekli kullanan biri olarak (halen hastalığıma bağlı kansızlık sorunuyla mücadele ettiğim için, harnup pekmezi  hayatımda bir süredir var ve daha da olacak sanırım) harnup yani keçiboynuzu ağacı benim “en”lerim arasında.

Bu sene tatil için gittiğimiz Antalya'da da gördüm Harnupu. Sıcak ve nemli iklimlerin ağacı. Öksürük ilaçlarında, çiğneme tütüne tat vermek için, tohumlarından elde edilen balsam tekstil endüstrisinde, ayrıca çikolata imalatında da kullanılıyormuş. Araştırınca insan öğreniyor internetin bu kolaylığını seviyorum.

Yunanca da keration, İngilizce'de carob, Arapça'da ise kırrat olarak anılır. Keçiboynuzu tohumu yüzyıllar boyunca elmas ölçmek için kullanılmış, elmaslar keçiboynuzu tohumu ile tartılarak satılmıştır. Bu yüzden, kırat ya da karat denilen ölçüye adını vermiştir. Prof.Dr. Aydın Akkaya konuyu şöyle açıklıyor:

"Keçiboynuzu çekirdeği, doğada ağırlığı değişmeyen bir tohumdur. Bütün tohumlu bitkilerden yalnız keçiboynuzu uzun süre suda bekletildikten sonra filiz verebilir. Bu hem çok kuruduğu ve meyvesinden çıktıktan sonra son ve sabit ağırlığını aldığı için, hem de içine su alma olasılığı çok az ve çok uzun zamana bağlı olduğu içindir. Bu nedenle Araplar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmıştır. Dört tanesi bir dirhem eder. Dirhem, değişmekle birlikte 3 gr. ağırlığı temsil etmektedir. Satıcı iki dirhemlik (8 çekirdek) bir şey satarken lütfedip 1 çekirdek fazla tartarsa bu, malı alanın itibarını gösterir. Olağandan fazla giyinen, süslenen vb. kişilere iki dirhem bir çekirdek denmesi bundan kaynaklanmaktadır."

Bir rivayete göre

Lokman Hekim, günlerden birinde Anadolu'nun güneyindeki insanların dertleriyle ilgilenmek üzere yola çıkar.

Toros Dağları'ndan aşağıya inip Akdeniz'e doğru ilerlerken limon ağaçlarını görür.

Orada yaşayan insanların daha sağlıklı olabileceğini düşünerek ilerlerken yolunun sağının solunun keçiboynuzu ağaçlarıyla örtülü olduğunu görür. Orada durur. Yanındakilere "Buranın insanlarının bana gereği olmaz." Der. Geri döner.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Ke%C3%A7iboynuzu

Yaz tatillerimi genelde köyde geçirirdim küçükken. Babamın öğretmen olması nedeniyle bu tatiller uzun ve çok da keyifli geçerdi. Dedem televizyonu pek sevmezdi o nedenle televizyon sadece dedemin tabiriyle ajansları dinlemek için izlenirdi. O nedenle bahçede toprakla oynamak, diğer çocuklarla saklambaç, körebe, 9 kiremit, yakantop, kızlı erkekli futbol, misket benim yaz tatillerimin favorileriydi. Bir de anneannemin anlattığı masallar ve öyküler tabiki. O anlatır bense ağzım açık dinlerdim. Birgün keçiboynuzu ağacının masalını anlatmıştı. Hatırımda kaldığı kadar şöyleydi. Evvel zamanda ormandaki bütün ağaçlar hacca gidermiş yılda bir kez. Ama bu hac görevi öyle bir döneme gelmeliymiş hacca giden ağacın hiç meyve ve çiçek olmamalıymış dallarında…  Bütün ağaçlar hac görevini her yıl bir defa yerine getirirmiş getirmesine ama zavallı keçiboynuzu ağacı ise hiç hacca gidemezmiş. Diğer ağaçlar ona sorduğunda da  "nasıl gideyim ki biri elimde biri belimde" dermiş.

Yani şöyle, aynı anda dallarında hem meyvesi, hem çiçeği olurmuş keçiboynuzunun, hiç  dinlenemez ve masal buya hacca da hiç bir zaman gidemezmiş .

Bu masal beni ilk dinlediğimde de etkilemişti. Ağaç olarak görmesem de çocukken, çünkü bizim yaşadığımız yerde yetişmiyordu. Sonra hep çok sevdim meyvesini. Akdeniz'in kendine has doğal bitkilerinden biriymiş ve kendiliğinden yetişirmiş. Çok kendi halinde bir ağaç olduğunu düşündüm duyduğumda. Ayrıca koyu yeşil yapraklarıyla, her dem yeşil ve derli toplu. Düğün için gittiğimiz evin bahçesinde vardı bir tane ve oldukça görkemliydi. Hatta gövdesine ve dallarına dikeni çok az olan bir tür pembe sarmaşık gül sardırılmıştı. Birlikte çok hoş görünüyorlardı.

Yöre halkı ona"kara hekim" de dermiş. Binbir derde deva da gelirmiş.

Hatay'a gittiğimde meyvelerini tam kurumamışken de yeme fırsatım oldu. Çok hoş kokuyor, içinden bir çeşit bal akıyor gibiydi.

Düşününce ne kadar şanslı bir coğrafya da yaşıyoruz değil mi?

Not: Fotoğraftaki harnuplar henüz olgunlaşmamış   

 
Toplam blog
: 146
: 762
Kayıt tarihi
: 02.05.14
 
 

İnsanları ve yaratılmış tüm canlıları severim. Yazmak amatörce de olsa hayatımda bir süredir var...