Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

18 Eylül '12

 
Kategori
Kent Tarihi
 

Hasankeyf

Hasankeyf
 

Eski şehrinin tarihi, 10.000 yıl öncesine kadar gitmektedir.

1981'de doğal koruma alanı ilan edilmiştir.

Ortaçağ İslam tarihçileri tarafından ''HISN KEYFA” adıyla bilinen şehrin birkaç adının daha olduğu tarihi kayıtlardan anlaşılıyor.

Doğal kayalardan oluşan sarp kalesi ve korunmaya elverişli coğrafi yapısı nedeni ile bu aldığı sanılıyor.

İslâm coğrafyacısı Yakut el-Hamevi, buraya Hısn Keybâ da dendiğini ve bunun Ermenice’den geldiğini sandığını söyler.

Roma tarihçileri buraya Kipas, Cehpa veya Ciphas adlarını vermişlerdir. Süryanice’de kaya taş manasına gelen “kifa” kelimesinden dolayı bu adın verildiği de söylenmektedir.

İslami kaynaklara  göre burası “Hısn Luğûb” adıyla biliniyordu.

Osmanlı belgelerinde ise “Hısnkeyf” olarak geçmektedir.

Uzmanlara göre bölgedeki seramiksiz neolitik dönem merkezi olan

Boncuklu Tarla,

Seramikli neolitik dönemden ortaçağa kadar iskân edildiği anlaşılan

Harabe, Tivilki Tarlası, Ilısu Köyü, Zuraki Zeri, Benabahl,Saruhan, Şarköy  gibi yerlerin Asurtarihini de aydınlatacak merkezler…

Hasankeyf ismi bile insana enteresan geliyor. Ne güzel değil mi? Son zamanlarda özellikle Hasankeyf’in suların altında kalacak olması herkesin gözünün oralara çevrilmesine sebep oldu…

Muhteşem bir geçmiş nasıl tamamen geçmişte kalabilirki, yok edilebilirki… Orada çağlar yaşanmış ve kalıntıları bugüne kadar gelmiş. Bilinmeyen değil, bilinen tarih yatıyor orada. Her dönemden eserler var.

Hasankeyf şahsına münhasır bir yer. Orayı ikiye bölen Dicle nehri varki görülmeye değer. Dicle’nin her geçtiği yer görülmeye değer bence. Bunların içinde Hasankeyf’i ayrı tutmakta yarar var…

Çünkü orada akışı, orada Hasankeyf’i selamlayışı farklıdır. Dicle’nin dili olsada konuşsa kimbilir bizlere neleri hangi tarihleri, hangi uygarlıkları, kralları, imparatorarı, padişahları anlatırdı, kimbilir?

İsimleri bile her dönemde başka – başka olmuş.

Hasankeyf, Hesna de Kepha, Hısn Keyfâ, Cepha, Kastron Piskephas…

Hasankeyf ile ilgili şu alıntılar içimi acıttı, sizlere aktaracağım.

Hasankeyf'in tarihinin Asur ve Urartu'ya kadar indiğini tahmin ediliyor. Daha kim bilir ne sırlar saklıyordur kalesi. Hasankeyf'in bugünkü adının kökeni Asurca ''kipani''den (kaya) geldiğini biliyoruz. Bu ad daha sonra `kaya kalesi' olarak Arapça söylenişiyle günümüze kadar gelmiş.

Hısn Keyfâ melikesi kentini, fethe gelen Halid bin Velid'in eline hiç savaşmadan teslim etmiş, böylece kenti yıkımdan kurtarmıştı. İkinci Dünya Savaşı'nda sivillerin üzerlerine bombalar yağdıran ölüm makineleri bile, anıtsal yapıları ve kültürel kıymetleri yıkmamaya özen göstermişti.(alıntı)

Tarihi eserler, inanılmaz kalıntılar ve doğa…

Kuşları okudunuz, yazık olur onlara…

Kaya Kalesi suların altında kalırsa büyük bir tarihte yok olur gider.

Kimbilir bizlerin insanoğlunun daha oralardan öğreneceğimiz ne çok şeyler vardır…

Artuklular, M. 1101 yılında buraya sahip olup merkez edindiler. Selçuklu sultanı Melikşah'ın komutanı Artuk'un oğlu Sökmen bu tarihte Hasankeyf’e yerleşerek Hasankeyf Artukluları'nın temelini attı. M. I232 tarihine kadar burada ve Amed (Diyarbakır) deki hâkimiyetleri sürdü. Buraya hükmeden Artuklu hükümdarlarından Rükneddin Davut b. Sökmen (1112–1144) ile yerine geçen oğlu Fahreddin Karaaslan ( 1144–1167) yılları arasında yöreyi yönetti.

Diyarbakır (Amed)’ın 1183 Salahaddin Eyyubi tarafından alınıp Hasankeyf Artuklularına vermesiyle Artuklular Diyarbakır’a yerleştiler. Artuklular bu tarihten yıkılışa kadar (1232) Hasankeyf’i temsilcileri aracılığıyla Diyarbakır'dan idare ettiler. Bu gelişme Hasankeyf’in stratejik önemini gerilettiği gibi mimari gelişmesini de aksatmıştır.

Eyyubi Kürtleri, 1232 yılında Hasankeyf’i aldıklarında burayı bayındır bir şehir olarak buldular. Ancak ilk etapta gerek siyasi gerek mimari açıdan atak olmadılar. 1260'lı yıllarda Moğollar'ın bölgeyi harap etmesi Hasankeyf’i de etkiledi. İlk etapta Hülagu'nun katına çıkan Eyyubi sultanı Takyeddin Abdullah (1249–1294) Hasankeyf’i harap olmaktan kurtardı. Hükümdarın Eyyubi neslinden geldiğini öğrenen Hülagu ona iltifat eder ve tüm ülkesini ona bağışlar.
1301 yılında Hülagu'nun yerine geçen oğlu Gazan komutasındaki Moğollar, bölge ile beraber bu sefer Hasankeyf’i de harap etti. Hasankeyf Moğol istilasından çok kötü etkilendi. Eyyubiler, Moğol şokunu üzerlerinden atar atmaz Hasankeyf’i yeniden imar etmeğe başladılar. Bugün Hasankeyf’te mevcut birçok eserde imzası bulunan El Melik El Adil Sultan Süleyman (1378–1432) zamanında bu imar faaliyetleri zirveye ulaştı.
Bu sultandan sonra Hasankeyf’te duraklama dönemi başladı. Hükümdarların iç çatışmaları, bölgedeki güçlü devletlerin etkisi altında olmaları, hem onları hem Hasankeyf’i zor durumda bıraktı. Akkoyunluların (1461–1482) Hasankeyf’e tamamen hâkim olması Eyyubiler'in gücünü iyice kırdı. 1482 de burayı tekrar ele geçiren Kürt Eyyubiler bu sefer Safeviler'in baskısı ile karşı karşıya kaldı.

Osmanlılar 1515 yılında bölgeyi İdris-i Bitlisi'nin gayretleri ile ele geçirince, burası da Safavilerden alınarak Osmanlı hâkimiyetine geçti. Ancak yerel yönetim yine Eyyubilere bırakıldı. Eyyubilerin bu zorluklarla beraber saltanat kavgası içine girmesi sonlarını hazırladı. 1524'te son Eyyubi hükümdarı Melik Halil’in saltanattan çekilmesiyle Eyyubiler tarihe karıştı.

Kale'deki Ulu Cami, El-Rızk Camii, Sultan Suleyman Camii, Kızlar Camii, İmam Abdullah Zaviyesi, Kale kapıları ve Küçük Saray olmak üzere, Hasankeyf'te günümüze kadar ulaşabilen eserlerin önemli bir bölümü Eyyubiler'e ait.

Hasankeyf’in içinde bulunduğu bölge Osmanlıların eline geçince, Diyarbakır eyalet merkezi kabul edilmiştir. Hasankeyf bu idari düzenlemeye göre liva (sancak, kaza) merkezi olmuştur. Osmanlı kayıtlarına göre 16. asırda şehir gelişmiş, 10 000’e yakın bir nüfusu barındırmıştır. Bu sıralarda Hıristiyan nüfusu oranı yüzde 60'ı bulmaktadır. Osmanlı döneminde,  Hasankeyf’in idari sınırlarının bir hayli geniş olduğu anlaşılıyor. Bugünkü Batman’ın tümü ile Siirt ilinin (merkez dâhil) önemli bir bölümü ve Mardin’in Midyat, Dargeçit, Ömerli ilçeleri Hasankeyf’e bağlanmıştı.
Ancak buranın idari ve stratejik önemi zamanla azalmıştır. 19. yüzyılın ortalarına geldiğimizde Hasankeyf, Midyat ilçesine bağlı bir nahiye konumuna gerilemiştir. Cumhuriyete kadar bu durum devam etmiştir.

Hasankeyf, cumhuriyet ile beraber Mardin’in Midyat ilçesine bağlı bir bucaktı. 1926 yılında Gercüş’ün ilçe yapılması ile buraya bağlanmış. 1990 yılına kadar idari statüsü böyle devam etmiş, 1990 yılında Batman’ın il olması ile Hasankeyf de ilçe yapılarak buraya bağlanmıştır.(alıntı)

TÜM ÇAĞLARDA YAŞANILMIŞ

Araştırma grubunun, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü’nce yayımlanan “Haberler” bülteninin Mayıs–2008 tarihli 26. sayısında yer alan raporlarına göre, proje alanındaki kültür tarihi, insanoğlunun ilk yerleşim çağlarına kadar uzanıyor.

Seramiksiz neolitik çağa ait çok sayıda çakmaktaşı, obsidyen yonga, çekirdek ve alet parçalarının bulunduğu 2.6 hektarlık düz bir alan, tarihöncesi yaşanmışlıkların belgelenmesi açısından dünya çapında önem taşıyor.

Aynı bölgedeki kalkolitik döneme ait el yapımı tek renkli kaplar ve 2’si büyük boyutlu olmak üzere değişik ölçülerdeki mezarlar da bir “yüzey araştırması”nda bile saptanabilen değerler…

Doğu Anadolu’daki İÖ 1200–900 yıllarına takvimlenen erken demir çağı seramikleri de 4 ayrı bölgede görülürken Helenistik ve Roma dönemlerine ait günlük kullanım kapları, yaklaşık 5 km’lik bir alanın en uzak köşelerinde bile bulunabiliyor…

Ortaçağ yerleşimlerinin buluntularına ise alanda ayrı - ayrı yerlerdeki 22 araştırma noktasında da rastlanabiliyor.

Bunlar, Geç Roma, Erken Bizans, Erken Sasani ve İslami dönemlere ait mezarlıklar, hatta yakın dönemlere kadar da kullanılmış ev kalıntıları…(alıntı)

Hasankeyf ile ilgili yeni bir haberi de ileteceğim sizlere

Hasankeyf'teki arkeolojik kazının başkanlığını yürüten Batman Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdusselam Uluçam, kazılarda Hasankeyf'in:

12 bin yıl öncesinin tarihine ulaşıldığını ancak bu yıl yapılan kazının en önemli sonucunun, 12. yüzyılda Artuklu döneminde kullanılmış arıtma sistemi olduğunu söyledi...

Çalışmalarında Artuklu dönemine ait bir kanalizasyon sistemi ortaya çıkardıklarını anlatan Uluçam, “Günümüzde bile bölgede tuvalet atıkları doğrudan Dicle Nehri'ne akıyor. 900 yıl önce bir kanalizasyon sisteminin olduğu, atıkların Dicle Nehri'ne ulaşmadan önce, bu sistemin üçlü bir arıtma sisteminden sonra nehre verildiği bilimsel olarak ortaya kondu'' dedi. (alıntı)

 

 

 

Nazan Şara Şatana

http:// https://twitter.com/#!/nazansarasatana

http:// http://www.facebook.com/nazansara.satana.5

 

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara