Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

31 Mart '08

 
Kategori
Edebiyat
 

Hasbıhal

Hasbıhal
 

Uysal şehir gecelerini andıran Giresun günlerinden usulca el çekip şehirden ayrılışımı hatırladım…

Sahile iliştirilmiş yorgun çatanaların hayallerinde tüten mavi gözlü denizkızlarını bekler; yıldızı bol gecelerin suyla yaptığı yirmi dört danslarını gönlüm alabora seyre dalardım.

Ya da Millet Bahçesi’nin bir köşesine çöreklenip içtiğim ikindi çayının sen tadının tarifini, defterime yazmalarım tüter şimdilerde hayal ufkumda.

Bir bilmece olur ilk gençlik yaşantılarım. Bazen dize dize bazen satır satır dökülür yosun kokan kelimeler.

Okulların tatil edilmesiyle hüzne bulanan duygularım gelirdi aklıma. İki sayfalık bir şiiri ezberleyemeden geçtiğim Türkçe dersinden, verniği dökülmüş alacalı bulacalı sıralardan, hocaların hoşnut olmadığım ilgisizliğinden pek de bir şey kalmadı artık.

Otuz kuruşa satın aldığım resim kâğıtlarında kol gezen sakat fırça darbeleri gibiydim. Yitip giden hayallerimin gün gelip ete kemiğe bürüneceği nerden gelirdi aklıma?

Henüz on üç yaşındayken yaptığım, senli benli sahil yürüyüşleriyle tanımaya başlamıştım seni. Önce kendini anlatman, sonra beni anlamaya çabalaman düştü şimdilerde aklıma.

Yitik zamanlar bulvarında kendi durağını bulmaya çalışan yetmişlik delikanlılar gibiydik. Daha sevmeden, ayrılığı kanaviçe gibi işlerdik sinemize.

İlk ayrılışın ilk şiirini unutur muydum sanırsın? Bertolt Brecht’in “Dört Aşk Şarkısı”ından üçüncüsü: “Küçücük dalda yedi gül/ Altısını rüzgâr alır/ Ama biri kalır/ Bulayım diye onu/ Yedi kez çağıracağım seni/ Altısında gelme/ Ama söz ve yedincisine/ Tek sözümle gel.

Kaç yedi gün kaç yedi ay geçti gelmeyişinin üzerinden?

Biliyorum. “Vişnelere bulaştın, kirlendi beyazın.”

Değişmeden yaşamayı başarabiliriz demiştik. Aynı olmanın verdiği hazzı hiçbir şeye değişmek istememek gibi yıldızlara verilmiş bir sözümüz vardı.

Gemiler Çekeği’nden demir alan poyraz duruşlu gözlerimdin. Zeytinlik Mahallesi’nde birdir birlerin gölgesinde eriyip giden yasemin kokulu nar tanesi gibi al aldı yanakların.

John Donne’nin dizilerini su gibi içmiş bir fındık serintisi gibi yüreğimize harmanlamıştık.

“İnsanları değiştiremezsin/ Sadece onlara sevgi verebilir/ Ve o sevgiyi almalarını bekleyebilirsin…”

Henüz yaşamın ilk çeyreğinde düşünmeye soyunmuş; sevgiye bir aşk farkındalığından bakmaya başlamıştık. Biz sevgiyi bulmuşken sevmenin ağırlığını da sırtımız da hissetmiştik.

Verdiğimiz kadarını hak edecektik. Hak ettiğimiz kadarını sevecektik.

Oysa hayatta herkes yanılabilirdi. Kim bilebilirdi ki yanıldığımız kadar yaşayıp mutlu olacağız!

Söz vermiştik Goethe gibi, birbirimizin hiçbir şeyi olacaktık. Her şeyi olmadan hiçbir şeyi olmanın korkusunu taşımaktı tek galebemiz.

Giresun limanında demir alan ablaş suratlı gemilerde götürdüler seni. “…çıkılamayan yıldız, gidilemeyen iklim…” gibiydi elimde kalan adresin.

Behçet Aysan’ın dizelerinde umut buldun, kelime kelime: “Kim bilir hangi limanda hangi gemiye yüklenmiş.

Al üstüne mor giymiş

Körkuyularda

Körkuyularda

Sevdadan delirmiş

Düşlerde kaldın.”

Uysal şehir gecelerini andıran Giresun günlerinden usulca el çekip şehirden ayrılışımı hatırladım.

Bir insanı değiştirmeden sevgi vermeyi aklıma düşürüşünü hatırladım.

Ve sen Behçet Aysan’ın dizeleri gibi Giresun’da bir yerde düşlerde kaldın.

 
Toplam blog
: 35
: 799
Kayıt tarihi
: 08.06.06
 
 

Eğitmen ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara