- Kategori
- Siyaset
Hayaller ve AB demokrasisi(1)

Demokrasinin en önemli turnusol kagıdı, çalışma hayatında olup bitene bakmaktan ve gelinen noktayı tesbitten geçer ve orada ortaya çıkan renkten durumu tesbit mümkündür.
O da çalışma ilişkilerinde demokrasi olmadan toplumsal yaşamda da demokrasi olmayacağı gerçeğidir.
Ve görünen gerçek odur ki , sınırsız piyasalaşma, özelleştirme ve esnekleşme, çalışma yaşamını bütünüyle antidemokratik hale getirmekte, çalışma yaşamının antidemokratik hale gelmesi yani çalışma ilişkilerinde sermayenin neredeyse tek belirleyici olması, toplumsal ilişkilerde de sermaye kesiminin bütünüyle egemen olmasına yol açmakta ve emegin söz/demokratik hakları giderek askıya alınmaktadır.
İç siyasi kriterlerini AB’ye, ekonomi stratejisini de IMF’ ye havale etmiş bir ulusal devletin kendi demokratik geleneklerini yaratması ve ulusal devlet kimligini koruması mümkün degildir ve kolektif bilinçaltımızda bir süre sonra zaten bize ihanet edecek, böyle bir şeyin ne anlama geldigini hatırlayan dahi olmayacaktır.Ki yapılmak istenen de budur ve bizi o noktaya çekmek içindir bütün bir ugraş.
Bu bağlamda, Türkiye’de “AB’ye girersek demokratikleşeceğiz” söylemi ile bir “dogma” haline dönüştürülmeye çalışılan AB, uyguladığı ekonomi politikaları ile bırakınız Türkiye’yi demokratikleştirmeyi, kendi içinde antidemokratik hale gelmektedir. Daha önce de sözünü ettiğim gibi bugün Avrupa’nın birçok ülkesinde emekçilerin kazanılmış hakları geri götürülerek, bu antidemokratikleşme süreci hızlı bir biçimde yaşanmaktadır. Uluslararası Hür Sendikalar Konfederasyonu’nun (ICFTU) her yıl hazırlamakta olduğu AB’de çalışma standartları ve sendikal politikaları içeren raporu, AB ülkelerinde çalışma yaşamının ne denli antidemokratik uygulamalar içerdiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Söz konusu raporda: Örgütlenme Özgürlüğü ve Toplu Sözleşme Hakkı; Ayrımcılık ve Eşit Ücret; Çocuk Emeği; Zorunlu Çalışma olarak dört ayrı başlık altında AB ülkelerinde teker teker incelenmiştir.
Raporun, Örgütlenme Özgürlüğü ve Toplu Sözleşme Hakkı başlığı altında özellikle, Birliğe yeni katılan ülkelerin hemen tümünde örgütlenme ve grev hakkının yoğun biçimde engellendiği ortaya konulmuştur. Buna karşılık, diğer ülkelerde de gerekli yasal düzenlemelerin var olmasına karşılık, uygulamada örgütlenme ve grev hakkının kullanımı konusunda ciddi engellemeler olduğu belirlenmiştir. Bu ülkeler içinde, en gelişmiş “demokrasi”ye sahip olduğu düşünülen ülkeler de vardır. Örneğin, Belçika’da grev hakkı, mahkemeler tarafından önemli ölçüde engellenmektedir. Almanya’da kamu çalışanlarının (öğretmenler de dahil olmak üzere) çok önemli bir bölümünün grev hakkı yoktur. İspanya’da yabancı işçilere grev ve örgütlenme hakkı tanınmamaktadır. İngiltere’de yasal düzenlemelerle grevler sınırlandırılmakta, işverenlere bireysel sözleşme yapmaları için işçilere teşvik verme hakkı tanınarak, sendikal örgütlenmeler engellenmektedir.
Raporun Ayrımcılık ve Eşit Ücret başlıklı bölümünde, Avusturya, Belçika, Finlandiya, Danimarka ve Hollanda da dahil olmak üzere tüm üye ülkelerde cinsiyet ayrımcılığı yapıldığı, “kadınların ücretlerinin aynı işi yapan erkeklerden %30 dolayında daha düşük” olduğu belirtilmektedir. Yine birçok ülkede Romanlar ve engellilere yönelik de ayrımcılık yapıldığı ortaya konmaktadır.
Çocuk Emeği başlığı altında, özellikle yoksulluğun artması ile birlikte, çocukların çok küçük yaşlardan itibaren, çöp toplayıcılığı, ayakkabı boyacılığı, satıcılık, trafik ışıklarında cam yıkama, dilencilik ve fahişelik alanlarında yoğun biçimde kullanıldıkları tespit edilmektedir. Ayrıca, tekstil ve ayakkabıcılık gibi sanayi kollarında da çocuk emeği kullanılmaktadır. Bu uygulamaların en yoğun olarak görüldüğü ülkeler içinde yeni üye olan ülkelerle birlikte, İngiltere, İspanya, Portekiz, İtalya ve Yunanistan da vardır.
Raporun AB demokrasisini anlamamızı sağlayan en çarpıcı bölümü, “Zorunlu Çalışma” başlığı altında ortaya konulmuştur. Buna göre birçok Avrupa ülkesinde mahkûmlar, özel şirketler için asgari ücretin çok altında (örneğin Almanya’da sadece yüzde 5’i kadar ücrete), sigortasız olarak çalışmaya zorlanmaktadır. Bu uygulamayı gerçekleştiren ülkelerin başında, Avusturya, Almanya, İngiltere, İtalya ve İspanya vardır. Ayrıca, üye ülkelerin birçoğunda özellikle Uzak Doğu, Afrika ve eski Doğu Bloğu ülkelerinden getirilen insanların ticareti yapılmaktadır. İçerisinde çocukların da bulunduğu bu insanlardan kadın ve kızlar fuhuşa zorlanırken, erkekler ağır işlerde birçok zaman karın tokluğuna “köle” olarak çalıştırılmaktadır. Bu ülkelerin içerisinde, Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa, Almanya, Yunanistan, İtalya, Hollanda, Portekiz, İspanya, İsveç ve İngiltere de vardır.
Avrupa Reform Araştırmaları Merkezi Bölümü’nün yaptıgı açıklamalara göre bugün AB’de yaklaşık 30 milyon işsiz, 70 milyon yoksulluk sınırının altında insan vardır.Orta ve Dogu Avrupa Ülkelerinin(ODAÜ) Birlige katılımından önce olan bu durum, katılım sonrası tahminlere göre ikiye katlanacaktır.Evet ucuz emegin, yogun sömürünün kapısı bir kez daha açılmıştır.Kuzey kendi içinde yeni bir imkan yaratmış, giderek artık Güney’in yoksullarına fazlaca ihtiyacı da kalmamıştır.Ama Pazar ve tüketim ekonomisi olarak, rant gelirleri olarak, faiz gelirleri olarak ve stratejik beklentileri nedeniyle bizim gibilere ihtiyac duymaya şimdilik devam etmektedir.Yoksulun ümidi ekmek, ye memed ye hesabı, bu ülke insanı her gün biraz daha tutsak edilmek üzere, daha sonra kabusa dönüşecek bir rüyanın peşinde koşturulmaya devam edilmektedir.
İşte, üye olduğumuzda demokratikleşeceğimiz iddia edilen AB’nin sahip olduğu demokrasinin "bir kısmı" budur(!) Benim bunları ortaya koymaktaki amacım asla, “zaten onlarda da demokrasi yok, o halde biz de antidemokratik yapımızı sürdürelim” düşüncesini savunmak değildir. Benim amacım sadece, gereksiz beklentiler yaratarak, Türkiye’de yürütülen demokrasi mücadelesine engel olduğunu düşündüğüm “AB’ye girersek demokratik bir ülke olacağız” yanıltmacasının AB’nin gerçeklerini ortaya koyarak, gözler önüne sermektir.Projenin arkasındaki asıl niyetleri sergilemek ve bu ülke genç kuşaklarının kendi gelecegi ile ilgili artık bir kaygı duymasını saglamak ve yaratıcı çözümler peşinde koşmasını saglamaktır..
Yani her yurtseverin yapması gerekeni yapmaktır.