Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '11

 
Kategori
Öykü
 

Hayatın ta kendisi 16. Bölüm

Hayatın ta kendisi 16. Bölüm
 

Resim alıntıdır." Vazgeç bu sevdadan gönlüm, sonunda kırılan sen olacaksın."


Gülümseyen gözlerle baktı Özgür şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutan kıza. 

“Sevinçten dili tutuldu küçük sevgilimin” diye düşündü Özgür ve uzandı elini tutmak istedi. Elektrik çarpılmış gibi çekti elini Handan. 

Bu sefer şaşkınlık sırası Özgür’e gelmişti. 

“Evlenmek mi?” diye yineledi Handan. 

“Bu kadar şaşıracağını düşünmemiştim. “ 

“Nasıl şaşırmayayım ki…” derken kapı açıldı ve Züleyha göründü kapıda. Bekri’nin çıkıp gitmesinin ardından eli kulağındaydı kadıncağızın. Her an geri gelecek diye ödü kopuyordu. Kızının yanında duran her kimse Bekri’nin çevirdiği bir dolap olabilir endişesine kapılmıştı. Birkaç saattir kapının önünde dolaşıp duruyordu çünkü. 

“Handan kızım “diye seslendi yanında duran delikanlının kim olduğunu anlamak için gözlerini kırpıştırdı. Yabancı gelmiyordu çehresi ama tanıyamadı Züleyha. Bahçe kapısına doğru ilerledi. 

“Anneciğim… “ derken kadının gözlerinin yanında duran delikanlıya kaydığını fark edince “ Tanımadın mı anneciğim Özgür’ü?” deyiverdi. 

“Özgür mü? “ diye sorarken yüzü aydınlandı Züleyha’nın. Derin bir nefes aldı. Uzandı elini öptü Özgür. 

“Ben de gözüm bir yerden ısırıyor ama nereden diye düşünüp duruyordum. Hoş geldin oğlum.” 

“Handan ile konuşmak istediğim bir konu vardı… Ben… Onu bekliyordum.” 

“Aaa. Yabancı gibi kapı önlerinde mi konuşacaksınız. Hadi içeri geçelim.” Dedi Züleyha kzının da mutlu olacağını düşünerek. Ama nedense annesinin bu teklifi huzursuz etmişti Handan’ı. Az önce Özgür’ün dudaklarından dökülen sözcüklerden sonra. 

“Çıkmıyor musun Güler'ciğim?” diye sordu Sibel. 

“Çıkmaz olur muyum akşamı zor etim zaten. Artık dayanamıyorum buraya… Gel emeklilik gel.” 

“Bak ne diyeceğim. Bu akşam kendimiz için bir şey yapalım.” 

Gözleri parladı Güler’in. 

“Ne yapacağız peki?” 

“ Servise binip eve gitmeyelim. Önce bir yerde güzelce karnımızı doyuralım. Sonra sinemaya gidelim.” 

“Gidelim Sibel’im. Zaten keyfim yerinde o sapık müdürün kurum kültürü seminerine katılmak için bu sabah Antalya’ya gittiğini duyduğumdan beri.” 

“Eh… Gördün mü kutlayacak nedenimizde var.” 

“Kırmızı şarapta içeriz değil mi?” 

“İçeriz arkadaşım. Bir şişe yakut kırmızı.” 

“Satmışız anasını bu dünyanın.” 

Eve hemen gitmek istememişti Yusuf. Karısına nasıl söyleyecekti para meselesini halledemediğini. Bir çıkar yol olmalıydı. Hayatının hiçbir döneminde paraya öenm vermemiş, tamah etmemişti. Geçinecek, kimseye muhtaç olamayacak kadar kazanmış bunun içinde hep şükür etmişti Allah’a. Kardeşinin bu para hırsı inanılacak gibi değildi. Öz kızını bile kullanıyor, öz kardeşinden para koparmaya çalışıyordu. 

KEŞAN 

Marmara Bölgesinin Trakya bölümünde bulunan güzel belde Keşan da akşam olmak üzereydi. Şadan annesi için aldığı orfoz balığını ayıklamaya uğraşıyordu mutfakta. Arada bir uzun süredir uyuyan annesine göz atıyordu sonra işinin başına dönüyordu. İştahı hiç yoktu kadıncağızın. Kaç gündür de bu balığı sayıklıyordu. Şadan annesini mutlu etmek için elinden geleni yapıyordu. Artık zor bulunan orfoz balığını Saroz Körfezindeki amatör balıkçılardan birinen ederinden fazla para ödeyerek almıştı abisi Renan. Biliyordu annesi çok istediği halde bu balığıda yemeyecekti ama bir ümitti işte. Gittikçe güçsüzleşiyordu vücudu. 

Boncuk boncuk terler birikmişti Ayşe’nin alnında. Ne zamandan beri baygın bir şekilde yatıyordu yatağında. Gözlerini araladı. Artık yatak batıyordu vücuduna. Hastalık nedeniyle öyle çok zayıflamıştı ki neredeyse bir deri bir kemik kalmıştı. Doğrulmaya çalıştı ama tam o sırada sık sık gelen öksürük krizlerinden birine tutuldu. Sese koştu geldi Şadan ellerini önündeki önlüğüne silerek. Hemen bir bardak su doldurdu bardağa ve annesine içirmeye çalıştı. Neden sonra kendini toparladı Ayşe. 

“Babandan haber var mı? Bulmuş mu Handan’ı mı? Getirecek mi bana güzel kızımı?” 

“Bulacak anneciğim endişelenme sen. Ama biraz sabretmen gerk. Bu işler o kadar kolay değil.” 

“Biliyorum ama… Benim fazla zamanım kalmadı Şadan. Dünya gözüyle son bir kez görmek istiyorum yavrumu.” 

Uzanıp kısacık kesilmiş saçlarını okşadı Şadan annesinin. 

Çalan telefonunu açtı Kemal. 

“Kemal canım benim.” 

“Aldım sesini. Özlediğim ses buydu işte.” 

“İnsanın içini ısıtan cümleler kurmayı nasıl beceriyorsun, bayılıyorum sana.” 

“Hissettiğimi söylüyorum sadece. Özledim seni.” 

“ Ben de aşkım. İşte bunun için arıyorum seni. İyi haberlerim var.” diyerek kocasının iki hafta süreyle Antalya’da olacağını söyledi. Bu iyi haberdi. Dolu dolu geçecek iki hafta. Akşam yemeği için sözleştikten sonra kapattılar telefonlarını. 

KEŞAN 

Renan bir an önce dükkânı kapatmak ve kahveye gitme derdindeydi ki son anda bir müşterinin gelmesiyle kaldırdığı ustarasını çıkardı çekmeceden ve onu traş etmeye başladı aceleyle. Şadan’ı okutmamış ama biricik oğlu Renan’ın okumasını çok istemişti Bekri. Liseyi zor bitirmişti Renan. Haytaydı. Babasına çekmişti huyu suyu. Babasıyla birlikte bu berber dükkanından kazandıklarıyla sağlıyorlardı yaşamlarını. Annesinin hastalığı ellerinde avuçlarında ne varsa tüketmişti ama bir de kumar oynamasaydı Renan. Bekri para bulmaya gitmişti ama becerebilecek miydi bunu? Son müşterininde gitmesiyle topladı ustarasını, tarakları, fırçaları. Islak havluları astı çamaşır teline. Kitledi kapısını dükkânının. Kahveye giden yokuşu tırmanmaya başladığında sokaktan çıkan iki adam yapıştı yakasına… Kumar borcunu hatırlatarak son üç günü olduğunun üstüne basa basa söylediler. Bir iki de yumruk, tekme ciddi olduklarını anlatmaya yetmişti bile Renan’a. İyi de Bekri ‘den ses soluk çıkmamıştı ki. 

Kemal’in arayıp çok önemli bir operasyon olduğunu ve sabaha kadar görev yerinde bulunması gerektiğini bildirmesi üzerine huzursuzlandı Türkan. Başka zaman olsa hiç üzerinde durmazdı. Kocasının nöbetlerine, saati belirsiz çalışmalarına alışkındı. Ama şimdi Arap Bacı aklını karıştırmıştı. Yaptığı yemeklere baktı. Kemal gelmeyecekti. Özgür ortalara yoktu. Kim için uğraşmış, pişirmişti bu kadar yemeği. İçine tarifi imkânsız bir sıkıntı yerleşti. Çok yalnız hisseti kendisini. Acaba Arap Bacı’nın kehaneti doğru muydu? Hayat arkadaşı aldatıyor muydu onu gözünün içine baka baka? Sıkıntıyla mutfağın balkonuna attı kendini. Bir sigara yaktı. 

Özgür’ün güle oynaya annesiyle sohbet etmesi tedirgin etmişti Handan’ı. Aklı Bebek Parkındaydı.” Ne yapıyor acaba şimdi Poyraz?” diye düşündü bir an için. Delikanlının mavi gözleri gülümsedi adeta ona. Kapının zilinin çalmasıyla zıpladı yerinden “ben bakarım” diye. 

“Babacığım hoş geldin.” 

“Hoş bulduk kızım.” diyerek elindeki poşeti uzattı kızına. Gelirken markete uğrayıp alış veriş yapmıştı Yusuf. 

İçeri girdiğinde tanımadığı yabancıyla karşılaştı. 

“Yusuf’um hoş geldin. Bak bir misafirimiz var…” 

“Hoş geldiniz “dedi Yusuf toka yapmak için elini uzatırken. 

“Beni tanımadınız mı Yusuf Amca… Özgür ben. Kemal Bey’in oğlu. Eski mahalleden.” 

“Tabii ya… Kemal Bey nasıl? Ya Türkan Hanım.” 

“İyiler. Selamları var diyemeyeceğim çünkü burada olduğumdan haberleri yok. Ben Handan ile konuşmak için uğramıştım.” 

“Ayaküstü olur mu dedim ben de.” 

“Tabii. Yemeği de birlikte yeriz” dedi Yusuf kızının hoşuna gideceğini düşünerek. 

Anıl ve arkadaşları her geceki mekânda müzik yapıyorlardı yine. Loştu içerisi. Masaların hemen üzerindeki apliklerden süzülen renkli ışıklar aydınlatıyordu sadece. Sigara dumanları havalandırmaya karşın halkalar çiziyordu boşlukta. 

Sibel ve Güler sinemaya gitmekten vazgeçmiş, sazlı sözlü, müzikli bir yere gitmeyi tercih etmişlerdi. Madem bir hovardalık yapacaklardı tam olmalıydı. Kadehlerini kaldırdılar “şerefe” diyerek. Felekten çaldıkları bir geceyi birlikte paylaşırlarken gitar sesi ve Anıl’ın seslendirdiği şarkılar alıp götürmüştü onları başka diyarlara. 

“Sibel… “ 

“Efendim.” 

“Şu gelene bak.” 

Döndü Sibel. 

“Aaa… Bu Tijen Hanım değil mi? “ 

“Ta kendisi. Yanındaki kim acaba?” 

“Bir akrabasıdır belki.” 

“Yok canım, hiç de akraba gibi görünmüyorlar. Kadın fırsatı hiç kaçırmamış. Bizim sapık Antalya’ya uçunca…” 

“Boynuzluyor mu yani şimdi kocasını. Allah Allah bu sert görünümlü kadın… Nıcck… Nıckkk…” 

“Ummadık taş baş yararmış… Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş… “ dedi Güler kadehini dudaklarına götürüken. 

Yemekten sonra kahvelerini yudumlarken Özgür ve Handan sohbete dalmışlardı. Sanki o cümleyi unutmuş ve rahatlamış gibiydi Handan. Eski günlerden, okul yıllarından konuşacak pek çok şey bulmuşlardı her zaman ki gibi. 

“Birbirlerine çok yakışıyorlar değil mi Yusuf’um “diye fısıldadı Züleyha. 

“Öyle. “ demekle yetindi Yusuf. 

“Parayı bulabildin mi peki?” çekinerek sordu Züleyha. 

Başını iki yana salladı Yusuf. 

“Sorma, Bekri çıktı geldi bugün.” 

“Bekri mi?” 

“Kapıyı da Handan açtı üstelik. Yüreğim ağzıma geldi bir şey söyleyecek diye ama Allah’tan Handan evden çıkmak üzereydi.” 

“Ne yapmaya çalışıyor nu adam?” diyerek yüzünü ovuşturdu sıkıntıyla Yusuf. 

“Akdeniz akşamları bir başka oluyorrr… “ diyordu Anıl. 

Sarmaş dolaş dans ediyorlardı Tijen ve Kemal. Zaman durmuştu sanki ve orada kendilerinden başka hiç kimse yoktu onlar için. 

“Şunlara bak liseli âşıklar gibiler.” 

“Ölüm dansı yapıyorlar ayol bunlar. “ 

“Kart zampara Haydar olsaydı da görseydi bu manzarayı.” 

Çantasından cep telefonunu çıkardı Güler ve peşpeşi ardına görüntüledi bu manzarayı. 

“İnanamıyorum sana Güler. Aklından neler geçiyor?” 

“Şu anda hiçbir şey ama ne demişler sakla samanı gelir zamanı… O adam beni taciz etti mi etmedi mi? 

Özgür kalkınca odasına çekilmişti Handan. Bugün yaşadıklarını düşünüyordu. Yüreğindeki ilk kıpırtıları Özgür ile yaşamış, bir kelebek gibi ona doğru uçuşmuştu. Ama şimdi, Poyraz’ı tanıdığında bir başka çarpıntı yerleşmişti yüreğine. Bu akşamüzeri bir evlilik teklifi almıştı. Bebek Parkındaki o buluşma hiç gerçekleşmemiş olsaydı bu soruyu duyunca göklere uçabilirdi Handan ama aklı karışmıştı işte. Kalbi Poyraz’a kaymıştı biraz. Özgür’ü de üzmek istemiyordu. Cevap vermemişti Özgür’e henüz. Bu kararın çok ani olduğunu ve düşünmek için biraz zamana ihtiyacı olduğunu söyleyerek zaman kazanmak istemiş aralık bir kapı bırakmıştı. Mavi bakışlar yerleşti gözlerine.
Müzik susmuş, müşteriler yavaş yavaş evlerinin yolunu tutmaya başlamıştı bile. Princess Otel’in onuncu katındaki 1201 numaralı odanın kapısında döndü anahtar. Tijen girdi önce içeri. Sonra Kemal. İkisininde beklemeye tahammülü kalmamıştı. Işığı bile yakmadılar. Dudakları ihtirasla birleşti. 

“Bereketli bir geceydi hafta sonu olmamasına rağmen.” dedi mekânın patronu. 

“İyi iş çıkardınız Anıl.” 

“Teşekkürler abi.” diyerek gitarını çantasına yerleştirdi Anıl. 

“Abi…” dedi sonra “Mal var mı?” 

“İyi alıştın oğlum. Bedava olmaz söyledim sana.” 

“Alıştırırken öyle demiyordun ama “ diye düşündü Anıl. 

“Haftalığımdan kesersin abi.” 

“Al bakalım.”dedi barın altındaki dolaba eğilip aldıktan sonra. 

“Burada uçma ama…” diye uyardı sonra. 

“Eyvallah abi “diyerek çıktı Anıl. 

by PAPATYA
 

 

 
Toplam blog
: 71
: 569
Kayıt tarihi
: 25.11.08
 
 

1969 doğumluyum. evliyim, iki çocuğum var. Kitap okumayı ve şiiri severim. ..