- Kategori
- Öykü
Hegemonya ve Karbeyazı Gülibik – 2
Bütün yaz biraz azalsa da çay suyu kesintisiz akardı.
Asmakaradam Köyünün önünde, yaklaşık bin adım kadar ötesi olan uzaklıkta, o yıllarda, içinde su kurbağaların viyakladığı, ince, uzun su yılanlarının kıvrılarak gezdiği, bir elin büyük parmağı boyundaki küçük gümüşi renkli alabalıkların yüzdüğü bir ark dolusu suyu olan çay akardı. Bütün yaz biraz azalsa da çay suyu kesintisiz akardı.
Çay suyu yukarıdan aşağıya doğru söğüt ağaçlarının gölgesi altında akıp gelirdi. Temmuz, Ağustos aylarında, yaz sıcağının bütün gün Köyün taşını, toprağını kavrulduğu o zamanlarda bile bu çayın suyu soğuk akardı. Tıpkı, toprak altında yeni çıkmış, oluktan önündeki havuza dökülen pınar suyu gibi soğuk…
Soğuk çay suyu, Hacıbektaş İlçesinin Çivril Köyü tarafından gelir, Asmakaradam Köyünün önünde tabanı geniş ve birkaç metre derin olan dere yatağı içinde geçer, aşağıya, Aflak Köyünün düzlüğüne doğru akıp giderdi.
Çay suyu o yıllarda, Köyün önünden yukarıdan aşağıya doğru akıp giderken de, güçlü sel sularının dere yatağı içinde açtığı çukurları doldurarak giderdi. Çukur yerlerde yüz, yüz elli adım arayla art arda sıralanmış birkaç gölcük oluştururdu.
Gölcükler içerisinde; daha büyük, derin, geniş, uzun olanı da Arif Amcanın tarlasının yanı başında bulunan gölcüktü. Bu gölcük, Köyün çocukları tarafından en çok tercih edilen, sevilen bir gölcüktü. Arif Amcanın tarlasının yanı başında olduğu için bu gölcüğün adı o yıllarda gölcük değil, Köyün çocuklarının dilinde Arif Emminin Gölüydü. Arif Emminin gölü; bir eksiği ya da bir fazlası ile beş, altı metre genişliğinde iki, üç metre derinliğinde on bir, on iki metre uzunluğunda olan bir göldü.
Arif Emminin Gölü; gökyüzündeki bulut görüntülerinin göl suyu üstünde buluştuğu, güneşin ışıklarını gölün suyuna vurup parlattığı, doğanın kendi elleriyle yaptığı, Köyün çocuklarına hediye ettiği bir göldü. Dere yatağının içinde açık mavi, tertemiz suyu olan bir göl...
Bu göl, o yıllarda, Köyün çocukları için vazgeçilmez oyun yeriydi. Yaz aylarının hemen her gününde; yedi, sekiz yaşlarında başlayan, yaşları on iki, on üç olan hata yaşları on dört, on beş bulan tüm Köyün çocuklarının eğlence yeriydi. Suya çimmeye gittikleri, su ile oynadıkları, oynaşırken de büyük coşku ve heyecan yaşadıkları tek yerdi.
Yaşları sekiz, on hatta yaşları on iki, on üç, on dört olan Köyün çocukları, o yıllarda, kendi ailelerine ait sayıları bir veya birkaç düzine olan küçük kuzular ile oğlakların küçük çobanlarıydılar. Küçük çobanlar; o yıllarda, kırda, bayırda dolaştırıp otlattıkları, karınlarını doyurdukları küçük kuzuları, oğlakları daha öğle sıcağı basmadan, kuşluk vaktini biraz geçerek eve getirirlerdi. Küçük kuzuları, oğlakları üzerinde gölgelikleri bulunan Köyde adına “hayat” denilen bir yerlere kapatırlardı. Küçük çobanlar, kuzuların oğlakların içmeleri için o yıllarda hayatın ortasında bulunan geniş bir leğene bir testi dolusu su dökerlerdi. Küçük kuzuların ve oğlakların yalamaları için de leğenin yanına büyük bir topak kaya tuzu korlardı.
Küçük çobanlar bu işleri yaptıktan sonra hiç vakit kaybetmezlerdi. Köyde adına “evlik” denilen, içinde günlük kullanılan araç, gereç, kabın, kaşığın olduğu yere giderlerdi. Hemen annelerinin daha sabah tarlaya, bağa, bostana çalışmaya gitmeden önce pişirip küçük kuzu çobanı için bir parça ayırarak bir kap içinde evliğin orta yerine koydukları yemeğin başına geçerlerdi. Yemeğin yanı başında bulunan mindere diz çöküp, bağdaş kurup otururlardı.
O yılların bahar ayları ile yaz aylarının ilk günlerinde daha henüz köylülerin; ekip diktiği, kendi yetiştirdiği yerli patates, sebze, bostan çıkmadığı için Köyde; bulgur, nohut, mercimek, kuru fasulyeden yapılan yemekler dışında pek fazla yemek çeşidi olmazdı.
Küçük kuzuların, oğlakların küçük çobanları olan Köyün çocukları, bin dokuz yüz altmışlı, yetmişli yıllar olan o yıllarda, daha çok tavada tere yağdan pişmiş yumurta ya da değişmeyen yemek olan çok sevdikleri içi mercimekli, tereyağlı bulgur pilavlarını yiyerek karınlarını doyururlardı. Üzerine de bir tas ayran içerlerdi. Çoğu günlerde de çocuklar, katık olarak haşlanarak yufka içine ezilmiş yumurta ile yeşil soğandan oluşan dürümü, yine yanında ayranla birlikte yeler, içerlerdi.
Karınlarını doyuran Köyün küçük çobanları yine o yıllarda hiç vakit kaybetmezlerdi. Bir an bulundukları evden çıkıp Arif Emminin Gölüne ulaşmak, o zevkli dakikaları gölde birlikte yaşamak isterlerdi. Küçük çobanlardan her biri, hemen her gün, kendi evlerinden çıkmadan önce sağ elin baş ve serçe parmaklarını ağızlarına götürüp, alabildiğine gür bir ıslık çıkarırlardı. “Haydi, geç kalmayın Arif Emminin Gölüne suya çimmeye gidiyoruz,” anlamında ıslıkları ile birbirlerini haberdar ederlerdi. Haberdar ettikten sonra da onlardan her biri evden çıkıp, neredeyse küçük adımlarla koşarcasına Köyün önündeki Arif Emminin Gölüne suya girmeye giderlerdi.
Mayıs ayının o ilk ılık günlerinden başlayıp, tüm yaz aylarının hemen, hemen her gününde, okulların açıldığı Eylül ayının ortalarına kadar çocuklar suya girerlerdi. Evin küçük çobanı olan çocuklar, gökyüzünün bulutsuz masmavi açık havalarında, güneşin ısıtan parlayan altın ışıkları altında, açık mavi tertemiz suyu bulunan Arif Emminin Gölünde suya girme, çimme alışkanlıklarını hep sürdürürlerdi. Asla hiçbir şey, o yıllarda, Köyün çocuklarını bu alışkanlıklarından vazgeçiremezdi.
Köyün çocukları, dere yatağının üç dört metre dik yukarısından, o yıllarda, anadan üryan, çırılçıplak bir şekilde gölün derin suyuna atlayarak birbirlerine cesaret gösterisinde bulunurlardı. Göl içinde birbirleri ile yüzme yarışmaları yaparlardı. Yine su içinde yaptıkları çeşitli oyunlarla birbirlerine yeteneklerini, becerilerini sergilerlerdi. Çocuklar, göl içinde oynaşırlarken çoğu zamanlarda, birbirlerine eşek şakası yapmaktan da geri durmazlardı. Birbirlerini suya basmaktan, cıvık çamura yatırmaktan büyük zevk alırlardı. Her gün göl içinde bağrışmaları, çağrışmaları hiç eksik olmazdı. Oracıkta bir de ince uzun su yılanı yakalamışlarsa değmeyin gitsin çocukların keyfine…
Her gün, Köyün küçük çobanlarının, kuşluk vaktini biraz geçe bir zamandan başlayıp kuzuların, oğlakların yaylıma çıkacakları dar ikindi vakti aralığına kadar olan bir zamanda kendiliğinden oluşturdukları, yaşadıkları bu doğal göl suyuna girme eğlenceleri aslında o yıllarda, hem Köyün çocukları hem de çocukların anneleri, babaları için iyi bir kazanç oluyordu.
Köyün çocukları o yıllarda, yaz güneşi altında bu doğal gölde dövüşüp kavga etmeden neşeli bir şekilde oynamaları, kendi aralarında sosyalleşmeleri, sudan oynarken zor durumda kalmaları halinde birbirine yardım etmeleri, her şey den önce de onların çok sağlıklı olmaları… Bu halleri çocukların annelerine, babalarına ayrı bir sevinç ve coşku veriyordu. Ayrıca Köyün sakalları aklaşmış büyükleri için de sağlıklı çocuklar, Köyün gelecek yıllardaki sürdürülebilir yaşantısı için gelecek nesil olarak önemli bir güven kaynağı oluyordu.
Gün doğumundan gün batımına kadar Allah’ın her bir günü küçük kuzularının küçük çobanı olan Köyün çocukları, o yıllarda, hep hareketliydiler. Bu hallerinden olacak ki onların çocuksu küçük atletik vücutlarında bir deri bir kemikten başka bir şey kalmazdı. Onların zayıf vücutları güneş altında kapkara, sırım gibi olurdu. Bütün gün yaz güneşi altında kalmaları, sırım gibi kara, kuru olmaları halleri o yıllarda, çocukların grip, nezle olmadan kış aylarını çıkartmaları sağlıklı bir şekilde bahar aylarına girmeleri anlamına geliyordu.
Orta Anadolu’nun bozkırındaki Asmakaradam Köyü bin dokuz altmışlı, yetmişli yıllar olan o yıllarda; küçük çocuklarıyla, gençleriyle orta yaşlılarıyla, ihtiyarıyla diğer yandan da küçük baş, büyük baş sürüleriyle kurduyla, kuşuyla böylesine canlı, diri ve dopdolu bir köydü. Köy, o yıllarda, Kırşehir İlinin Mucur İlçesine bağlıydı. Bu günde Mucur İlçesine bağlıdır. Kırşehir il haritasının doğu ucundadır. Kırşehir İlinin sınır köyüdür. Nevşehir İline bağlı Aziz Veli Otağı, Eren Yurdu Hacıbektaş İlçesinin köylerinden olan Çiğdem, Çivril, Mikail Köylerine komşudur. Onlarla tarla ve il hudut sınırları olan bir köydür.
Köyünün insanları o yıllarda çok sağlıklı insanlardı. Onlar, kolay, kolay da hastalanmazlardı. Doktor, hekim, hastane, kapısı nedir bilmezlerdi.
Onlar; kendi aralarında büyük anlaşmazlıkları, kavgaları, dövüşleri olmayan, dava peşinde koşmayan, adalet kapısının önünde durup yargıç çağırmasını beklemeyen izzetinefis sahibi Türkmenlerdi. O yıllarda, onlar, çoluk çocukları ile kendi hallerinde yaşayan sade insanlardı. Göğüs kafeslerinin içinde, kalplerinde, kıskançlık, kin duygusu olmayan insanlardı. Kendi içlerinde iç huzurunu alabildiğine yaşayan, birbirleri ile barışık, mutlu insanlardı.
Birbirlerinden hoşnut olan insanlardı. Kendi aralarında ufak tefek önemsiz tartışmaların dışında, birbirleri ile kavgası, dövüşü olmayan onurlu insanlardı. Onlar, kişisel ilişkilerinde birbirlerine karşı çok nazik ve kibar davranırlardı. Yolda, belde, karşılaştıkları her bir yerde, birbirlerine selam verirler, selam alırlardı. Birbirlerinin hal ve hatırını sormadan yollarına gitmezlerdi. Onlar, birbirlerine karşı kalbi duyguları yüksek olan insanlardı.
Onlar, farklı bir iş yaptıklarında o işi yapmadan önce birbirlerine akıl danışırlardı. İşlerinde, güçlerinde birbirleri ile elbirliği yaparlar, yardımlaşırlardı. Onlar, ellerinde, avuçlarında ne varsa onunla yetinmeyi bilen kanaatkâr ehli insanlardı.
Bu insanlar; eşleri, çocukları, torunlarıyla birlikte toprakla uğraşmaktan zevk duyarlardı. Onlar, o yıllarda eken, diken, sulayan, bakan, ürün yetiştiren, yetiştirdikleri ürünü toplayan, kurutan, süren, savuran, evlerine taşıyan insanlardı. Toprakla çok uğraşmaktan olacak ki, bu halleriyle de çok sakindiler.
Büyük, küçük Köyün insanları o yıllarda, akşam çok erken yatarlardı. Çok erken, daha sabah güneşi doğmadan da kalkarlardı. Eğer ki, Köyde, eli iş tutan bir genç ya da orta yaşlı bir insan hasta sair olmadan sabah güneşini üzerine doğdurursa ve bu durumu alışkanlık haline getirirse köylüler o insana iyi gözle bakmazlardı. Böylesi insanları tembel, gayretsiz, kızıl insan olarak nitelendirirler, ayıplarlardı.
Onlar, o yıllarda, hayvancılık yapmaktan, çifti, çubuğu, ekini, bağı, bahçesi ile uğraşmaktan sebze, meyve yetiştirmekten, kış hazırlığı yapmaktan keyif duyan insanlardı. Onlar, çok çalışmaktan derisi kırışmış nasırlı ellere sahip olmalarına rağmen güneşin esmerleştirdiği yüzlerinden gülümsemeyi hiç eksik etmezlerdi.
Devam edecek…
25 Şubat 2019 - Söğütözü / ANKARA
Mehmet TURAN