- Kategori
- İlişkiler
Hep Başkalarını Memnun Etmek...
Yaşamımızın amacı hep birilerini mutlu etmek olmamalıdır. Herkesin kendine ait beklentisi, istekleri vardır hayattan. Ama bazen ailemiz için bazen sevdiğimiz için,bazen de çocuklarımız için vazgeçeriz beklentilerimizden. Onları memnun ve mutlu görmek bizi de bir anlamda mutlu kılar. Sonra bir gün, bizim başkalarını memnun etmek için gösterdiğimiz çabayı, başkalarının bizim için asla göstermediğini görürüz. İncecik bir sızı duyarız içimizde bir yerlerde...canımız yanar.
Oysa çocukluğumuzdan itibaren şartlandırılırız: Uslu ve terbiyeli olacaksın!
Büyüklerimizin bizden memnun olmaları için mutlaka onların istedikleri gibi olmaya çalışırız. Toprakla, çamurla, düşe kalka oynamak yasaktır. Elbisemizi kirletmek ne haddimize. Beyaz çoraplarla giydiğimiz ayakkabımıza çamur bulaştırmak, mümkün değil...
Okula başlayınca ilk sırayı öğretmenlerimizin memnuniyeti devralır. . "Çalışkan" olmak eklenir,uslu ve terbiyeli olmanın peşine. Ama aksilikler bir türlü peşimizi bırakmaz, matematiği ya da tarihi bir türlü sevemeyiz, resim yapmasını beceremediğimiz gibi. "Fa i la tün" serisini ezberlemenin,logaritma bilmenin ne işimize yarayacağını düşünür dururuz. Sonuçta bir türlü öğretmenlerimizi memnun edemeyiz, çok çaba göstersek de...
Evlendiğimizde, evdekilerle iş yerimizdekilerin memnuniyeti ters orantılı olarak değişir. Patronlar daha fazla iş sloganıyla fazla mesai istediklerinde, evdekiler de bizimle daha çok vakit geçirme telaşındadır. Eşimizin istekleri, çocuğumuzun özlemi hiç bitmez. Her iki tarafı da memnun etmek ihtimal dahilinde bile değildir. Bu arada eş,dost, akraba,arkadaş hep ilgisizliğimizden yakınır. Oysa elimizden geldiği kadar arıyor,soruyor,ziyaret ediyoruzdur. Ama bir türlü memnun edemeyiz. Neden yatıya kalmadığımızı, tatillerimizi neden onlarla geçirmediğimizi,bayramlarda neden evde dinlenmek istediğimizi bir türlü anlamak istemezler...
Nihayet emekli oluruz, çocuklarda evlenir, kendi kendimizle kaldık diye seviniriz.Artık elimizde kalan kendimize ait zamanı kendimiz için kullanmak isteriz. Bugüne kadar hep yapmak istediğimiz ama yapamadığımız o kadar çok şey vardır ki! Elimizde kalan yıllar üç, beş ya da on her neyse, artık hepsi bizimdir. O yılları sadece kendimizi memnun etmek için kullanacağımızı düşünürken kapının zili çalar, açarsınız.
Gelen kızınızdır. Sevinçle boynunuza sarılır.
"Anne, hamileyim!"
Siz de sevinirsiniz elbet.
Uzun kutlamalar, gelecek için projeler derken, sorarsınız kızınıza:
"Doğum iznin bittikten sonra ne yapmayı düşünüyorsun? Kreş ya da bakıcı kadın?
"Aaa, şaka yapıyorsun galiba anne, sen varsın ya!..
Oysa çocukluğumuzdan itibaren şartlandırılırız: Uslu ve terbiyeli olacaksın!
Büyüklerimizin bizden memnun olmaları için mutlaka onların istedikleri gibi olmaya çalışırız. Toprakla, çamurla, düşe kalka oynamak yasaktır. Elbisemizi kirletmek ne haddimize. Beyaz çoraplarla giydiğimiz ayakkabımıza çamur bulaştırmak, mümkün değil...
Okula başlayınca ilk sırayı öğretmenlerimizin memnuniyeti devralır. . "Çalışkan" olmak eklenir,uslu ve terbiyeli olmanın peşine. Ama aksilikler bir türlü peşimizi bırakmaz, matematiği ya da tarihi bir türlü sevemeyiz, resim yapmasını beceremediğimiz gibi. "Fa i la tün" serisini ezberlemenin,logaritma bilmenin ne işimize yarayacağını düşünür dururuz. Sonuçta bir türlü öğretmenlerimizi memnun edemeyiz, çok çaba göstersek de...
Evlendiğimizde, evdekilerle iş yerimizdekilerin memnuniyeti ters orantılı olarak değişir. Patronlar daha fazla iş sloganıyla fazla mesai istediklerinde, evdekiler de bizimle daha çok vakit geçirme telaşındadır. Eşimizin istekleri, çocuğumuzun özlemi hiç bitmez. Her iki tarafı da memnun etmek ihtimal dahilinde bile değildir. Bu arada eş,dost, akraba,arkadaş hep ilgisizliğimizden yakınır. Oysa elimizden geldiği kadar arıyor,soruyor,ziyaret ediyoruzdur. Ama bir türlü memnun edemeyiz. Neden yatıya kalmadığımızı, tatillerimizi neden onlarla geçirmediğimizi,bayramlarda neden evde dinlenmek istediğimizi bir türlü anlamak istemezler...
Nihayet emekli oluruz, çocuklarda evlenir, kendi kendimizle kaldık diye seviniriz.Artık elimizde kalan kendimize ait zamanı kendimiz için kullanmak isteriz. Bugüne kadar hep yapmak istediğimiz ama yapamadığımız o kadar çok şey vardır ki! Elimizde kalan yıllar üç, beş ya da on her neyse, artık hepsi bizimdir. O yılları sadece kendimizi memnun etmek için kullanacağımızı düşünürken kapının zili çalar, açarsınız.
Gelen kızınızdır. Sevinçle boynunuza sarılır.
"Anne, hamileyim!"
Siz de sevinirsiniz elbet.
Uzun kutlamalar, gelecek için projeler derken, sorarsınız kızınıza:
"Doğum iznin bittikten sonra ne yapmayı düşünüyorsun? Kreş ya da bakıcı kadın?
"Aaa, şaka yapıyorsun galiba anne, sen varsın ya!..