Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Haziran '07

 
Kategori
Anılar
 

Her yerde sen (1)

Önce Uygulama Okuluna, sonra Fakülte’ye gitsem, hastane randevusuna yetişemem. Bugün Uygulama Okuluna gitmesem, biliyorum ki öğrenciler de gitmez. Gidenlerse, “Hoca bugün gelmeyecek” deyip, okulu hemen terk ederler. Bugün iletişimimiz oldukça hızlı. Biliyorsunuz, cep telefonu denilen bir nesne var. Dolaysıyla, gecikmeli de olsa, iki işi birden yapmak gerek.

Her Pazartesi, dolmuşla Uygulama Okullarına gidiyor, öğleden önce birini, öğleden sonra diğerini ziyaret ediyorum. Öğrencilerime yapacakları çalışmalar konusunda rehberlik ediyor, idareci ve öğretmenlerle iletişimi geliştirmeye çalışıyorum. Cuma günü, Fakülteden Uygulama Okuluna hangi otobüsle gideceğimi öğrenip, Pazartesi Hastanede işim bitince hemen, 155 nolu otobüse atlayıp hareket ediyorum.

Otobüs şehrin dışına doğru yol aldıkça, yeni yerleşim birimleriyle karşılaşıyorum. Buralar, daha birkaç yıl önce, ekilip biçilen tarlalardı. Şimdiyse, yerin yüzüne birdenbire çıkan mantarlar gibi, blok apartmanlar yükseliyor. Yanlarında tek, çift katlı evler de var tabi. Apartmanların altlarında, daha inşaat bitmeden açılmış işyerleri de var üstelik. İşyerleri özellikle yiyecek maddeleri satan dükkanlardan oluşuyor. Bir de inşaat malzemeleri satan yerlerden.

Otobüs, her ne kadar belli bir güzergahtan gidiyorsa da, bu güzergah her an değişebilir. Yollar çok dolambaçlı. Bazen asfalt bitiyor, toprak yol başlıyor. Bir süre gittikten sonra tekrar asfalt başlayabiliyor. Yollarda çukurlar da çok. Zaten çukursuz yol olur mu, diyeceksiniz. Hele buralar gibi yeni yerleşim birimlerinden birinden bahsediyorsanız. Olmaz tabi ki.

Bir yılda dört mevsim var, diye çocuklara öğretirsek de, Adana’da, dört mevsim yaşanmaz. Adana’da hep iki mevsim vardır: Yaz ve Kış. Eğer yağmur yağıyorsa, mevsim Kış, güneş varsa Yaz’dır. Ve Yazlar hep sorundur Adana’da. Çünkü, çok uzun ve çok sıcak geçer. Uzun ve sıcak geçen yaz akşamlarını değerlendirmek amacıyla, bütün lokantalar, imkanları ölçüsünde bahçelerine masa koyarak, müşterilerine rahat yemek sunmak isterler. Bir de lokantaların dışında, Kır Kahveleri gibi yerlere bolca rastlanır Adana’da.

Otobüs, sokak aralarından girip çıkarken, birden bir Kır Kahvesi gibi bir yer çıkıyor karşımıza. Burası dört veya beş yüz metre karelik bir düzlük. Yerler sürekli sulandığı için çimenler yeşil. Çevre, dikensiz tellerle çevrilmiş. Bir köşede, dondurma makinesi, diğer köşede kebap tezgahı, orta yerlere de düzenli olarak yerleştirilmiş sekiz-on kadar beyaz renkli plastik masa. Bir de sandalyeler duruyor. Bahçede, kahvede kimseler yok henüz. Zaten bu saatlerde kimse olmaz ki. Akşam saatlerinde insanlar buralara hem serinlemek, hem dinlenmek için gelirler. Bu arada Acılı Adana Kebap yeyip, Kaçak Çay içerler. Sonra da dondurma isterler. Ya da sadece dondurma yemek ya da çay içmek için buraya gelirler. Ben böyle yerleri daha çok sessizliği için seviyorum.

Otobüsün burada da bir durağı var. Yolcu indirip bindirirken en az yarım dakika geçiyor. İşte bu sürede rahatça gözlemleyebiliyorsunuz bizim Kır Kahvesini. Otobüs, hareket edip tam köşeyi döndüğü sırada, sol yanımdaki bir levha çekiyor dikkatimi. Buranın levhası bu. Levhanın diğer levhalardan pek bir farkı yok aslında. Farklı bir özelliği de yok tabi. Levhada, sarı renk zemin olarak kullanılmış. Kahvenin adı olarak yazılan kelime ise kırmızı, diğer yazılar siyah. Kırmızı yazı, büyük harflerle ve büyük punto ile yazılmış. Yazıya, bir de gölge verilmeye çalışılmış.

Bu yazıyı görünce, birdenbire şimşekler şakıyor beynimde. Yirmi yıl öncesine gidiyorum birden. Film kareleri çok hızlı bir şekilde geçiyor gözlerimin önünden. Artık ne çevreyi görebiliyorum, ne de durakları. Bütün kaslarım boşalıyor. Hiçbir yerim tutmuyor sanki. İyi ki koltukta oturuyorum. Ya ayakta olsaydım? Ne yapardım acaba? Ne kadar gittim, ne kadar zaman geçti, bilmiyorum. Bildiğim, otobüsün son durağa yaklaştığı idi. Bizim okulun biri zaten burada.

Yürüyorum yirmi yıl öncesinin beniyle. Merdivenleri ağır ağır çıkıp, -sanki hızlı çıkmaya gücüm varmış da çıkmıyormuşum gibi- önce Öğretmenler Odasına yöneliyorum. Bizim öğrenciler burada bekler de. Bekliyorlar da. Yığılıyorum koltuğun birine. Kendime geldiğimde, biraz sohbet ediyorum öğrencilerle. Sonra, okuldaki rutin işlemleri yapıp, hemen ayrılıyorum oradan. Ardından, diğer okula koşuyorum.

Yüreğim kımıl kımıl. Beni orada bekliyor da. Hergün okulu terk etmek istemezken, bugün hemen çıkmak istememi öğrenciler de anlayabilmiş değiller. “Hocam, hayrola. Çok mu önemli işiniz var? Bugün çok acelecisiniz de” diyorlar. “Var tabi”, diyorum. “Var tabi, hem de çok önemli. Safinaz beni Kır Kahvesinde bekliyor” diyemiyorum.

Safinaz, senin soyadını taşıyan kelime, bu Kır Kahvesinin adı olmuş. Hem de seyrek kullanılan bir isim olmasına rağmen. Yani Sen, burada da varsın. Otobüs, durağa yaklaşınca düğmeye basıyorum ve durunca hemen iniyorum. Sanki bir an önce masaya ulaşmak istiyorum. Sırtım yol tarafa gelecek şekilde oturuyorum ve arkasından kumpir söylüyorum. Burada kumpir yok tabi. Olmadığını ben de biliyorum. Olsun. Buradaki insanlar kumpirin ne olduğunu da bilmiyorlar tabi ki. Bilmeseler de olur. Ben biliyorum ya. Yirmi yıl önce sanki ben biliyor muydum? Şimdi, kumpirin, büyük patateslerin içlerinin oyulup doldurularak, sıcak kül içinde pişirildiğini biliyorum ya. Kumpir bana, çocukluğumu yaşatıyor. Bunun için Affan Dede’ye değil ama, bizim kır Kahvecisine para saymam gerekti biraz. Olsun. Para gelip geçicidir, önemli olan nostalji. Hem, para ne için kazanılır ki? Bundan daha da önemlisi, kumpiri senin ile birlikte yemek Safinaz.

Biliyor musun, ben ondan sonra hiç kumpir yemedim, Safinaz. Hatta, soyadını taşıyan o Kır Kahvesinde bile yemedim. Sen o gün çok durgundun Safinaz. Çok az konuştun. Ben de durgundum. Sanki sen benim, ben senin konuşmanı istiyor, gibiydik. Ama, her ikimiz de konuşmadık, konuşmak istediklerimizi. Bilmiyorum, belki de konuşmak istemedik. Belki de konuşamadık. Hava kararırken ayrıldık. Çünkü benim yolum uzaktı. Sen Cebeci’ye, ben Kızılay’a doğru yürürken de durgunduk. Hem de çok durgunduk.

Sonrası mı? Durgun ayrılıyorum senin Kır Kahvenden. Tıpkı yirmi yıl öncesinde olduğu gibi.

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..