Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '13

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Herşey sadece bir rüya

Herşey sadece bir rüya
 

Dün gece Tanrı ile konuştum; bana bugün aşka dair yazabileceğin en güzel yazıyı yazabilir misin? dedi.

Siz ölümlüler hayatı varsayımlardan ibaret sanırsınız ama ben onları tek bir şartla gerçeğe dönüştürebilirim. Bir insanin seni çok sevdiğini mi düşünüyorsun?

Böyle bir varsayım gerçek olabilir de olmayabilir de. Sıcak ve nemli bir gecede dolunay varken, gökyüzünde yıldızlara baktığında seni düşündüğünü bilen birinin varlığı gerçek olabilir de olmayabilir de. Sadece gerçeği arayan sen, güvende olduğunu ve zor anlarda ona güvenebileceğini düşündüğünde, bu gerçek olabilir de olmayabilir de. Ama yazacagin yazıda böyle bir aşka gerçekten inandığını ve bana gerçek olduğunu öanlatabilirsen onu birlikte gerçeğe dönüştürebileliriz diyerek sözlerini sürdürdü.
Bende bu konuşmadan sonra şöyle devam etmeyi uygun gördüm. Bunu o istedi diye yapıyorum. Bunu senin için yapıyorum sevgili. Seni bana anımsatan şarkıyı tekrar tekrar dinlediğimde, sen olmadığın anlarda, yaşamımdan sanki bir şeyler eksildiğinde, ya da orada olduğunda, sanki yaşamımda bir şeyler çoğaldığında ve bu gerçeğin peşinde ,olan biteni anlamaya çalıştığımda, birlikte kaybolduğumuz dünyada, bunu adlandırma çabasında, bu ayrıcalıklı aşkı yaşadığımızda, bazen bana uzak olduğunda, hep Tanrıya verdiğim sözü hatırlıyorum.

1. BÖLÜM- HERŞEY OLMASI GEREKTİĞİ ANDA OLUR

 

Her şeyden izole edilmiş böyle bir aşkın içinde tüm önyargılardan arınmış bazen öfkeli, bazen sevimli ve saf bir sevgilinin en derin duyguları ile bağlandığı ve kolayca vazgeçemediği anlarda, birbirimize ait olan ruhlarımız dansını yaparken, gerçekler var olmaya devam ediyor. Filozofun dediği gibi yaşamak için bir nedenim olduğunda seni bulurum veya seni ararım. İki paradigma arasında kalsam da, gerekli soruları soramasam da, nasıl olduğunu anlamaya çalışırım. Bizi özgür bırakan böyle bir aşksa eğer, en iyi aşıklar bizler olmalıydık aslında. Birbirimizi düşünmeye çalıştığımız anlarda bir ses duyardık. ‘’Tam zamanında’’ diyen bu sesin anlamını bulmaya çalışırken, sanki bir randevuyu planlarmış gibi, sanki zamanda bir noktayı işaretlermiş gibi veya büyülenmiş gibi ve bir an için bile olsa bizi gerçek dünyadan koparıp alan bir fantezi dünyasına yol almamızı sağlayan bu sesin geldiği yeri aramaya koyulurmuş gibi.

 

Böyle bir şey gerçek olabilir mi? Yoksa bizi fantastik ve mükemmel bir dünyaya taşıyan ve farkında olmadığımız bir hayatımız olduğunu anımsatan bir kurgulama mıdır?

Bu göz alıcı ve kışkırtıcı gezegende yalnız kaldık. Sanki sevmeyi yeniden öğreniyoruz. Körelmiş duygularımız şimdi bizi bu aşkın tam ortasında bir kasırga gibi oradan oraya savururken, korkudan kabuğuna girmiş  deniz canlıları gibiyiz. Orada ürkek ve yalnız başımıza neler olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz. Bu anda tekrar tekrar çalan bir beste gibi hiç bitmesini istemediğimiz bir rüyadan uyanma korkusu içindeyiz.

Oysa ki Himalayalar kadar yüksek, Baykal gölü kadar derin bir aşk, her kadın ve erkek için kutsal olduğu gibi, bizi de sarıp sarmalıyor bu anlarda. Burada duygular önce harflere, harfler kelimelere, kelimeler cümlelere dönüşürken, bu aşkı en derinden yaşayan bizlerin heyecanını anlatmaya odaklanmak hiçte kolay gözükmüyor. Şimdi bizim yaşamımızı zenginleştiren dekore eden ve geleceğe umutla bakmamızı sağlayan bir sevgilinin kollarında aniden bastıran bir yaz yağmuru gibi erozyona uğramış ruhlarımızı yeniden yeşerten bir duygu seline kapılıyoruz.

 

Bunu yazarken yine Tanrı ile konuştum. Bu kez beni sessizce dinlerken cevap vermedi. Bende onun suskunluğu ile devam etmem gerektiğini sezinledim. Şimdi burada ruhumun ezberlediği her acının ve mutluluğun eşiğinde ona ulaşmaya çalışıyorum. William Blake’in dediği gibi bu aşk benim için sık dokunmuş neşe ve acı ile ilahi ruha uygun bir giysi sadece. Aşktan öte nefretin arkasında birbirimizin sırlarlarını keşfetmeye çalışırken, birbirimize ait olduğumuz anların habercisi gibiyiz. Şimdi bu anlarda uzun yıllar önce karşılaşmışız da sanki yeniden bir araya gelmiş gibi heyecanlı ve coşku içinde belki de evrenin böyle uygun gördüğünü anlamaya çalışıyorken, birbirimizin gözlerine biraz muzip birazda merak dolu bakarken, evrensel olanın gerçekleşmesini bekliyoruz ve kutsal olan ne varsa birbirimize dokunarak birleştirmeye çabalıyoruz. Şimdi bu anlarda olabilecek tüm korku ve kaygılardan arınmış cesur sevgilileri izlerken, tanrı yine tam zamanında diye seslendi. Bu sesi daha önce duyduğumuzu biliyorduk.
Birbirine dokunmaya çalışan, duygu ve düşüncelerini açıkça ortaya koyan bazen narsizmin doruklarında ama birbirlerine tutkuyla bağlıyken mazoşizmin tuzağına düşmeden birbirini hisseden iki sevgiliyi izlerken ve tam zamanında derken tanrı ne düşünüyor olmalıydı?

2.BÖLÜM-ASK,  TUTKUNUNDA  ÖTESİNDE SADECE BİR KARMAŞA

 

Her aşk gibi bir gun ansizin kaybolacak bir şey mi bu? Kuzey ülkelerden birinde yapılan buz otel gibi bir gün yavaşça erimeye yüz tutacak olsa da, ne olduğundan çok nasıl hatırlanacağı daha önemli değil mi? Elegy tarzı bir müzik eşliğinde neşe ve hüzün birbirlerine kenetlenirken, gerçek bir aşkın varlığında onu derinden hisseden sevgililerin o anı görebilmek için tekrar tekrar yaşama isteği olmalı. Ve sadece gerçekten seven prensin uyuyan güzeli öperek uyandırması gibi hissedilen veya kötü kalpli büyücünün bir kuğu haline getirdiği sevgilinin tekrar eski haline dönmesi için sadece tüm ruhuyla hissedilen bir aşk söz konusu iken bu her şeye ve beklemeye değer olmalı. Sonraki sahnede simdi bana uzaksın diyen sevgililerin yakarışlarını duyariz. Çünkü aşkın doğasında olan budur, tıpkı dünyaya belli zamanlarda gelen kuyruklu Halley yıldızı gibi; teğet geçer sevgililer birbirlerini ama bir gün tekrar dönmek üzere. Bir zamanlar birlikte olduklarını bu yüzden bilirler.

Burada geçmiş hayatlarında bazı seçimler yapan bizlerin en olgun dönemlerinde birbirlerimizin hayatlarına girmeleri yapılan seçimleri anlaşılır bir hale getirmez ama orada bir bataklığın içinde onları bulundukları kaotik ortamdan kurtaracak tutkulu bir aşkın tarafları olmasını da önleyemez. Yanlışlıklar içinde bir platoya ya da doruğa ulaşmak için çabalayan sevgilileri çevrelerindeki sıradan hayatların içinde kaybolan insanların anlaması gerekmiyor belki, ama nedenleri üzerinde düşünmeye sevk ediyor yine de.Yeni dengelerin, yeni mesajlar içerdiği, yeni olan her şeyin dayanılmaz kıldığı her şey gibi yaşamlarına bir anlam katıyor bu süreç. Mutlaka anlamı olduğuna inanmaları gibi, mistik bir sürecin içinde yaşadıkları aşkın tarafı olmanın gururunu yasamak ya da hiç olmazsa bir kez olsun iki insanın da birbirini hissederek dokunabilmesi az şey midir? Şimdi burada ,Rodin’in The Kiss –Öpüşmek adlı eserine yine bakıyorum, aslında resmine bakıyorum ,burada kelimeler varsa eğer onların ruhu var. Çıplak bir kadın ve erkeğin birbirlerine sıkıca sarılıp tutku dolu öpüşmelerini tüm çıplaklığı ile görüyorum. Bu heykele baktığım esnada şairin söyledikleri aklıma geliyor. Elbiselerimiz yalan söylüyor, çıplak vücutlarımız söyler sadece gerçeği.

3..BÖLÜM-AŞKIN GEZEGEGENİNDE HÜZÜN VAR

 

Sevgililerin bir masal gibi yaşadıkları bu fantezi dünyasında her türlü gerçeklikten kopup kendi dünyalarına dönmeden önce sanki bilmediğimiz bir aşk gezegeni varmış da orada canlanan sanal kahramanlar gibi duruyoruz o sahnede. Ne acı ya da ne keder bu. O anlarda hiç bir zaman kavuşamayacak olmamiz da var ve saklayamadığımız gözyaşları da. Bu gözyaşları bizim için ağlayan, hüzün ve keder duyan herkesin gözyaşını akıttığı bir göl oluşturuyor. Ve biz, büyücünün diğerlerini de kuğu haline dönüştürdüğü gibi orada prensin sadece sevgili prensesi Odette’i araması gibi o anlarda, gerçekten seven ve sadece bu sevginin varlığında büyünün bozulup tekrar insan haline döneceğini bilmeden birbirimizi arıyoruz. Zaten her şey sadece bir rüyadır dememiş miydi Emile Zola..
Peki aşkın müziği var mıdır? Bir şarkıyı tekrar tekrar dinliyorsanız vardır. Başrollerini Humprey Bogart ve Ingrid Bergman’ın oynadığı Casablanca filminin bir sahnesinde olduğu gibi tekrar çal Sam diyen sevgili gibi tekrar yaşanmak istenir anlar. Calan muzik hic kesilmemeli Bizi anlatan notalar sonsuza dek seslendirilmeli.Çünkü tam bir mutluluğun olmadığını söyleyen yazar mutlu anların varlığını çok iyi bilir bu noktada ve bu yüzden müziği dinleyerek ait olduğu dünyanın izini sürerek geçmişteki karşılaşmalarını arayan sevgilileri görüyoruz burada. Beynimizdeki doğal ritmin oluşmasına yardım eden müzik aynı anda sahip olduğu yoğun duygu yükünün, yaşam felsefesinin ve mizahi yaklaşımın bizleri yaşamlarımızın basit ve günlük gereksinimlerinden uzaklaştırıp özel ve kutsal olan bir başka bütünlüğe yelken açmamızı sağlıyor.

Aslında bir aşk arayışı yaşamın sırlarına duyulan bir merak gibidir. Bilinmeyenin esrarlı çekiciliğine duyulan ihtiraslı bir arayıştır. Ne olacağı bellidir ama ne olmaması gerektiği belli değildir. Örneğin Sardunya adasında bir zamanlar bankerlik yapan bir adam varmış, şimdi yılan balığı yetiştiriciliği yapıyor. Her şeyi terk eden bu adam gibi bazen aşkı arayan bizlerde  bir şeyleri terk etmeye hazırız ve sonu nasıl biterse bitsin bu aşkın tarafları  bir şeylerden coktan  vazgeçmistir bile.
Ünlü ingiliz yazar DH Lawrence’in hiç bir yere ait olmayan yer dediği burası olmalı. Bu tanımlanamayan veya açıklanamayan bir klişe olmaktan çok asıl ve soylu gözüken bir aşkın olduğu yer olmalı. Bu Fas”ın Fez kentinde ya da Mardin’in daracık sokaklarında kaybolmak gibi olmalı. Ya da İstanbul gibi ona dışarıdan bakamayacağınız ama kentin içinden dışarıya bakabileceğiniz böyle bir aşka da dışarıdan bakamazsınız ancak aşık olanlar dışarıya o gerçek dışı dünyaya bakar sadece.

4..BÖLÜM-AŞK GÖZE ALMAKTIR

 

Aşık olan kişiler bir şeyleri kaybederler, ama cesareti ve özgürlüklerini kazanırlar. Bu aşkta olup bitenler günlük hayatınızı restore edemez belki ama karşılığında size özgürlüğünüzü verir. Ve siz farkında olsanız da olmasanız da bir başka güzelliği ve estetiği yaratırsınız. Ve aslında her şeyin bir oyun olduğunu ve bu sahnenin de yaşanması gerektiğini bilirsiniz. Burada biraz daha sakin olmanın bir yararı yoktur. Burada hayatın seçimler olduğunu ve eninde sonunda sevmeniz gereken sevgili elinizden alınana kadar bu aşka sahip çıkarsınız. Ama bu dünyaya bir kez giren ve bu yasadışı mutluluğu yasamak isteyen herkes pişmanlıklarını arkasında bırakmalıdır. Çünkü Oscar Wilde’ın dediği gibi aşkın gizemi ölümün gizeminden de büyüktür.
Şimdi günlük yaşamın içinde kaybolan bizlerin hatırlayacağı ve büyük bir sadakatle bağlandığımız ve bir gün ansızın yok olan bu aşktan geriye ne kalır ki? Tesadüfler mi hayatımıza yön verir, yoksa bilinçaltımızda onları biz mi yaratırız? Kontrol edemediğiniz bir şey ise bu aşkın ta kendisi olmalıdır. Kurallara, geleneklere ve statükoya meydan okuyan bir savaşın içinde olduğunuz çok açıktır.
Sanırım bu noktada söylenebilecek en güzel sonuç cümlesini İrlandalı yazar Samuel Beckett söylemiştir. Yarın uyandığımda ya da uyandığımı sandığımda bugün hakkında ne diyeceğim? Eğer bir gün sorarsam, bu artık söylenecek bir şey kalmadığı içindir, ya her şey söylenmiş ya da hiçbir şey söylenmemiş olsa bile.
Ve Tanrı beni dinledikten sonra şöyle seslendi. Sizi ve askinizi sonsuzluğa uğurluyorum.

METİN RODOP

 
Toplam blog
: 27
: 292
Kayıt tarihi
: 11.04.13
 
 

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İkitisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden 1986 yılında mezun oldum..