Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sıradan bir hayatı sanatsal bir içeriğe dönüştürmenin büyüsü

Sıradan bir hayatı sanatsal bir içeriğe dönüştürmenin büyüsü
 

SIRADAN BİR HAYATI SANATSAL BİR İÇERİĞE  DÖNÜŞTÜRMENİN BÜYÜSÜ

1

Başlangıçta her şey çok zordu, anlatmak zordu, itiraf etmek daha zordu, doğru kelimeleri bir araya getirebilmek, doğru ve anlaşılabilir cümleyi kurabilmek zordu, başlamak çok zordu, başlarsam bile bitirebilmek zordu, itiraf etmeliyim ki, hala zor. Daha da zor olan bunu anlatırken sakin olabilmekti. Hayatım boyunca sakin olabilmeyi istedim ve bu duyguyu o kadar özledimki. Benim için özgürlük buydu, benim için mutluluğu fethetmekte buydu, bu benim yaşamımda ulaşmak istediğim son noktaydı. Hayatımın geri kalanını huzur içinde geçirebileceğim bir yer olmalıydı. O yeri aradım durdum yıllarca  ama sonra farkına vardımki o yer benim kahrolası zihnimdi, onu yenmeliydim bana savaş açan o yazarı yok etmem gerektiğini düşünmeye başladım. Bunu bana en son söyleyen sevgiliye inanmamıştım, benimle alay ettiğini düşünmüştüm, ”bana acı çektiren o yazarı daha en başında yok etmeliydim” dediğinde bunu merak etmiştim ama farklı kişiliklerde bir yazarın olduğunu ilk kez ondan duymak beni şaşırtmıştı, ama bana ihtiyacı olduğu anlarda ya da bunu hissettiğim anlarda o yazardan nasıl kurtulmam gerektiğini bende bilmiyordum.

1.Bölüm -Kötü huylu yazarın erdemli sevgilisi

Sevgilinin o muhteşem ve göz alıcı görünümünün ardında hala yorumlamakta güçlük çektiğim gülümsemesi kalmış aklımda. Gizemli bir bakışı vardı , yorumlamak güçtü ve ben onun ne anlama gelebileceğini düşündüm. Orada sert bir kasırganın bir köşeye fırlatıp attığı ancak sadece gerçekten sevmeye hazır bir kalbin görebileceği mütevaziliğin örttüğü bir ruhun izlerini görebilmek hiçte zor değildi. Yazarın hayatına anlam katan ve  iyi olanın farkına varan ve fantastik bir öykünün kahramanı olmaya hazır bir sevgilinin ondaki kötüyü yok etme çabasının sesleri yankılanıyordu. Erdem ve kötü huy sanatçının sanatının malzemesidir dememiş miydi ? Oscar Wilde. Ama kötü olan ben değildim, kötü olan yazardı. Yazarın ona yalvarması bile onu ikna etmeye yetmedi. Çünkü yazar her zaman korkunç bir ikilem içinde yüksek bir egonun kölesi olarak yaşamış ve bugün geçmişte kaybettiği hayatını geriye alma intikamı  ile öfke içinde yazıyordu. Kurduğu cümlelerin her biri dikenliydi, yakıcıydı,  mesajlar içeren oklarını sağa sola düşünmeden fırlatan yazar yaralayıcı olabiliyordu ve bu yüzden  “ bana  seninle tanıştığımız anda o yazarın farkına vardım ve o andan itibaren onu yok etmem gerektiğini biliyordum”  diyordu. Hiç bir şey göründüğü gibi değildir diyenler haklıydı galiba, bende bu genel kanıya hiçbir şey göründüğü kadar basit değildir diyerek katkıda bulunmaya çalışarak kendimi avuturken birden aklıma yine o sır dolu gülümsemenin ardında yatan şeyin ne olduğu geldi . Ben o bakışın mütevazi bir görüntünün altında; benliğini saran ve onu bütünüyle ele geçiren serüven dolu ruhunun merak duygusu olduğunu düşünüyordum.

Sonra, orkestranın sesini duydum. Önce uzaktan ve derinden gelen sesler gittikçe çoğaldı. Çalan Schubert’in Serenad isimli bestesiydi . Sanki anlatacağım duygulara ait dalgalanmalara eşlik etmesi için bu beste seçilmişti. Bana bir sakinlik veriyor ve bir yaz gecesi yüzüme doğru esen bir rüzgar gibi yüzümü yalıyordu. Her şey bir rüya diye düşündüğüm zamanlarda, gerçek olanla hayal olanın sınırlarının içiçe girdiği bir dünyada , olan bitenden  habersiz bir şekilde bizi daha önce  sonsuzluğa uğurlayan Tanrı ile konuşurken ona verdiğim sözleri anımsadım. Benim güçlü , abartılı ve yüce duygular diye tanımladığım bir aşkın tarafı olan bir sevgilinin tutkulu yaklaşımının ve bizim birbirimizden kopmamızı önleme çabalarından öte yazara sahip çıkma çabasını saygı ile karşıladığım anlardı bu. Bu belirli bir süre var olan sonra ansızın yok olan aşk kavramının da ötesindeydi. Yaşadıklarımız ise karanlık ama loş bir gecede ay’ın ve gökteki yıldızların su yüzündeki yansımasına benzer bir yanılsamaydı sadece. Öyle zor bir andı benim için. Kötü olan yazar ile iyi olan benliğinin farkında olan sevgilinin gülümsemesi sürekli zihnimdeyken yeniden yazmaya başladım. O yazarı yok etmek bana onun sevgisini kazandırabilirdi  ama sevgilinin gülümsemesininde kaynağı olan o müthiş merak duygusunu öldürebilirdi. Çünkü aşk diye bir şeyden söz edenlerin  kaçırdığı en önemli gerçek, sevgilideki merak duygusunun yok oluşudur. Ben kızgınlıkla ve öfke ile yazarı yok etmek isteyen bu iyilik perisi ile başa çıkmanın yollarını aramaya başlamıştım. Yazabilirsem belki bir çözüm bulabilirdim. Amacı yoktu, beni nereye götürürse götürsün, umrumda bile değildi.

Yazacaklarım sadece yazma isteği ile bu çıkmazdan kaçabilmek arzusuydu ve bu yüzden cümleleri bir an önce kurmak zorunda hissettim kendimi. Eğer bunu şimdi, şu anda yapamazsam bir daha asla yapamayabilirdim; yapsam bile okuyucunun çokta tatmin olabileceği düzeyde olmayabilirdi. İşte her şey böyle başladı. Bir yazı böyle başladı. Bir çaresizliğe çözüm arayışı böyle başladı ve ben yazmaya başladım. Ama tam bu noktada bana sürekli bir analiz yapma gücü vererek benim geçmişin acılarına cesaretle karşı koymamı sağlayan ve geleceğin umutlarını sürekli taze tutan ve beklemeye değer olduğuna ikna eden o yazarın kötü olduğuna inanmak çok zor geldi. Bir yanda yok edilmesi gereken ve  kötülüğü içinde barındıran inatçı ve öfkeli bir yazar varken öte yanda  bu yazara karşı koyması gereken bir başka sakin ve sevgi dolu yazarı bulabilmek için yaşadığım panik anları ile birlikte,  bunun farkına varmamı sağlayan sevgilinin çabalarıysa bu olanlar; yaşadığımız bu sahneyi izlemeye değer bir hale getiriyordu. Ve bu esnada ise orkestra başka bir eser için hazırlanıyordu. Ne çalacaklarını söylemiyorlardı. Ama sanki beni sakinlestirmek için var güçleri ile en romantik besteleri ile sahnede yerini almışlar bana bakıyorlar, biz hazırız diyen bakışlardı bunlar. Sıradan bir hayatı sen kelimelerle yarat, biz müziğimizle eşlik ederiz der gibiler. Bu kez, Çaykovski’den duygusal vals adlı eseri seçmişler.

2.Bölüm -Sıradan bir hayatı sanatsal içeriğe dönüştürme çabası

“Ben seni istiyorum yazar umrumda bile değil” diyordu sevgili.”  Yazar senin kötü olan yanın ama sorun şu ki o yazar çok yetenekli ve bu nedenle ürkütücü. Sürekli oyun oynayan bir çocuk gibi. Ansızın karşıma beni sorgulayan veya övgüler yağdıran bir  huysuz bir  yazar,  bazen gözü kara,  tutkulu bir aşık, bazen sıradan ve kendi halinde bir erkek , bazen her şeye meydan okuyan serüven dolu bir lider, yüksek egosuyla küstah aynı anda acımasız olan bu yazarın saptamalarının her zaman bir nedeni ve amacı var diyordu sevgili. Peki , Sen kimsin ?  O yüzden ona güvenemiyorum o belki herkesi kandırabilir ama ben sadece iyi olan sen’i seviyorum.  Sadece iyi olan ve hayatımda bir şeyleri çoğaltan, zenginleştiren sen’i istiyorum”  diyordu.”Yazarı yok et ve hayatımı eksik bırakma” diyen bir sevgiliye karşı içine düştüğüm ikilem tarif edilemez bir acıydı benim için.  Aristo,  iyi basit ama kötü ise çok yönlüdür demişti. Ya da insanlar bir açıdan iyi ama pek çok açıdan kötüdür dememiş miydi ? Öyleyse hangimiz böyle bir yakarışa kayıtsız kalabilirdik ? Şimdi bilge insanlar gibi düşünüp sıradan insanlar gibi konuşmanında zamanıydı. Böylece onu ikna etme çabalarıma umutsuzca devam etme kararı aldım ama kendimi anlatmak için yaşadığım çaresizliği anlatamam. Sanki hızla akan vahşi bir akarsuya düşmüşümde az ileride beliren şelaleden aşağıya düşmemek için tutunacak bir dal arayan zavallı biri haline gelmiştim. Aşk insanı ne gülünç duruma düşürüyordu ama eğer kendimi ortaya koyabilmek için sihirli bir başlangıç cümlesi bulabilirsem zamanı bile geriye döndürebilirim diye düşündüm. Ama ondan önce  bir başlık aradım, sonra farkına vardım ki ne kadarda zormuş meğer bunu yapmak. Herşey ne kadarda sıradan gözüküyordu oysa ki. Ama yazarın gücüde buradaydı. O sıradan olan her şeyi estetik bir boyuta taşıyabilir ve ona layık olabileceği kutsallığı içinde herkesin bilmek istediği, anlamak istediği veya peşinden sürükleyebildiği bir öykü yaratabilirdi. Ama müzik devam etmeliydi. Müzik durmamalı. Aman Tanrım ! Marcello’nun Re minor Obua koncertosu bu duyduğum. Bunu ne zaman dinlesem Leonardo Da Vinci’nin resmini yaptığı Mona Lisa’nın gulümsemesi geliyor , tıpkı onun gülümsemesinin ardındaki sır gibi bu sevgilinin bana her bakışında biraz muzip birazda merak dolu gülümsemesi ile bağlantı kuruyorum. Neden bana öyle bakıyordu ki ? Yaşamında bir şeyleri değiştirmek için en akla gelmeyecek şeyleri denemeye hazır bir cesur kadın bu. Bir erkeğin aklını kolaylıkla alabilecek kadar güzel alımlı ve asil bir görüntüsü ile ilk anda ona yaklaşmaya çekinebileceğiniz ama sonra sizi kabul ettiğini belirten tavırları ile her adımda bir başka yörüngede birlikte dansa başlıyorsunuz. Kumral saçları , kahverengi gözleri ve düzgün vucudu ile ruhu tam bir bütünlük içinde büyük bir nezaket ve yumuşaklıkla hareket ediyor , bazen eliyle yazarın yüzünü okşadığı anlarda bile hangi kadın bu kalpsiz yazardaki iyiyi arama çabasında ondan daha başarılı , daha ikna edici ve sevgi dolu olabilirdi diye düşünmekten alamıyorum kendimi.

3.Bölüm -Varsayımlara Dayalı Bir Hayatın Kurbanı Olmak

Sıradan gözüken her şey yazarı de var eden bir gerçeklikti. Çünkü yazar sıradan insanların sıradan olmayan sırlarının peşindeyken kelimeleri ile onları yeniden yaratan bir Tanrı rolüneydi. Ne kadar narsistik veya alaycı gözükürse gözüksün bu, onun düşlerle örülmüş ve rönesans çağındaki bir sarayda görebileceğiniz türden renkli resimlerle süslenmiş bir harikalar dünyası gibiydi. Bazen İstanbul’un eski Bizans  olduğu yıllara bir yolculuğa çıkmışımda orada ya bir papazın kızı yada Venedikli bir tacirin kızıyla rast gelmişim gibi hissederdim .Bu sıradan hayatların sanatsal yönü bana kötü huylu yazarın içindeki iyiliği arama yolculuğuna çıkmamı sağlayacaktı. Acımasız ve kararlı bir şekilde devam ettim yoluma. Bu anlarda biliyordum bitişlerin önemli olduğunu ama başlangıcı arıyordum uzun zamandır. Nasıl biteceğini merak ettiğim hayatların seyrine dalmışken şimdi hayatımın nasıl başladığına ilişkin ilk cümleleri arıyordum. Nasıl biteceğini görmeyi çok istediğim her şey  için başlangıç noktasına doğru bir yolculuğa çıkmak kaçınılmazdı ve bu yüzden kurabileceğim en iyi cümle ne olurdu diye düşünmeye başladığımdan bu yana uzun zamandır karmaşa içindeydim. Zamanın içinde bir kara deliğe düşmeden önce bir sonuca varabilmeyi çok istiyordum; çünkü bu süreci analiz edebilmek sadece benim varabileceğim son noktayı değil ama hayatımın başlangıç noktasınıda görmemi sağlayacaktı.

Bunun için bana gereken ise sadece bir başlangıç cümlesiydi. Sonrası kolaydı, her zaman hayalini kurduğum şey ise sıradan gibi gözüken hayatlarımızı bir kutsallık zırhına sokarak yalnızlığın içinde kıvranan ruhlarımızı özgürlüğüne kavuşturabilmekti. Bunun için her şeyi yapmaya hazır olan ben, kötü huylu bir yazarın olduğu varsayımına dayalı bir hayatın içinde  o  sevgiliyi ikna ederek ölümsüz yapabileceğim  ilk sihirli cümleyi aramayı sürdürdüm. Bu esnada bana eşlik eden orkestra ise bu adıma uygun olarak yeni bir beste seçti. Rachmaninov’dan vocalise adlı eser tamda bu anlatacağım sahneye uyuyordu.

4.Bölüm -Her Soru Bir Arayıştır

Bu çabayı göstermemin nedenleri vardı. Daha önce yazabileceğim en güzel aşk yazısı ile ikna olan Tanrı bizi daha önce sonsuzluğa uğurlamıştı. Her soru bir arayıştır ve arayışlar sonuçlardan bile önemlidir ve mutlaka cevaplanmalıdır diye düşünüyordum. Bu cevabı bulmam gerekiyordu,sevgiliye verdiğim sözü tutmam gerekiyordu. Yazarın içindeki kötüyü yok edemezsem yazar yok olacaktı, çünkü aşkı uğruna bundan vazgeçmeye hazır gözüküyordu.Çünkü bir cümlenin sadece kelimelerden ibaret olan belli kalıplardan daha öte anlamları olduğuna inanıyordum.Sözler dünyayı değiştirebilir, onları doğru dizebilirseniz eğer; sözler çok inciti oabilir  kin ve öfke kokuyorsa eğer  ve sözler umutları yeniden yeşertebilir sevgi ile söylenmişse eğer ve hak edilmişse özgürlük , sözler bizim istediğimiz özgürlüğü bize verebilir.Sözler bize her şeyi yeniden tekrar edebileceğimiz yeni ve cesur bir dünyanın kapılarını açabilir. Eğer sözlerin dünyayı değiştirebileceğine inanıyorsanız, bir yazı çok daha fazlasını yapabilir.Bu yüzden ben bir yazıda veya romanda  ilk cümlelerin olağanüstü önemi olduğuna inanmıştım her zaman. Bu yüzden kötü huylu yazarı aklama çabasıyla birlikte onun içindeki iyi yanı ile uzlaşma arayışı içinde olmayı hayal ederek onun kendinden vazgeçmesini önleme kaygısı içinde en başa dönmeye karar vermiştim. Herşey nasıl başlamıştı? Yazara ilham veren travmaları ve trajedileri bulabileceğim bir başlangıç noktası bulabilirsem eğer; bu bir sanatçının içinde asla keşfedemediği bir derinliğin olduğu yalnızlığı da anlamamıza yardımcı olabilirdi.

5.Bölüm-Sevgiliye Söylenen İlk Cümle

Bir sevgiliye söylediğiniz ilk cümle sizi bir ömür boyu sürecek bir sevginin tarafı da yapabilir ya da içinde bir trajediyi barındıracak bir olaylar dizisinin tam ortasında yalnız da bırakabilir. Çünkü aşkın olduğu her yerde bir gurur vardır ve bir anda sevgililer kendilerini ararken bir terkedilmişliğin hüznünü yaşayan kurbanlar olarak bulabilirlerdi. Hayatınızı tüm içtenliğinizle yazacak kadar cesaretiniz olsaydı ilk cümleniz ne olurdu ? Bu ilk cümleler sizin bugün yaşadıklarınızı belkide tek bir cümlede özetlerdi ve tamamlanmamış bir hayatın içinde olanları değilde olması gerekenleri anlamanız için bir ip ucu olabilirdi.Ve böylece siz dünyada en acı veren sözlerden biri olan” her şey aslında böyle de olabilirdi “cümlesini kurmak zorunda kalmazdınız ama ne kadar dramatik olsa bile gelecekte ne olacağını görme şansını da yakalardınız.Ona söylediğim ilk cümleyi sordum,bir sevgili asla o ilk cümleyi unutmaz dedi bana ve şöyle sürdürdü konuşmasını.”Nasıl unutursun bunu ?” Basit ama anlaşılabilirdi halbuki , benimle konuşur musun ? çünkü bana uzaksın” buydu işte.

6.Bölüm-Kendini Ortaya Koyma Çabası da Ölümcül Olabilir.

Bir keman sesi duyuyorum.Antonin Dvorak ‘ın “Annemin öğrettiği şarkılar” adlı bu müthiş bestesinin herhalde kendini ortaya koymaya çalışan asi yazarın aradığı başlangıç cümlesini kurmasına yardım edebilir diye seçildiğini sanıyorum. Bu noktada Tanrı karıştı söze.Tanrı ile zaman zaman yaptığımız diyaloglar vardı ve sevgilinin aradığı iyi yazarı ya da yazarın iyi yanlarını bulmam için yardım edeceğini aksi takdirde kendini ortaya koyma çabası içinde olan bir insanın bunu yaparken kendini de yok edebileceğini söyledi bana. Sonra da benden şunu istedi. Son derece sıradan gözüken bir hayatı  sanatsal bir içeriğe büründürebiliyorsan eğer ve  bunu başarabilirsen, daha önce sonsuzluğa uğurladığım sevgili ile beraber  senin sadece kötü huylu bir bir yazar değil ama aynı anda iyi olduğunu görmesini sağlarım dedi .Ama bu yaptığın şeyi, sadece şimdi değil senin için tasarladığım zaman diliminde ve tüm hayatın boyunca yapmanı istiyorum diye ekledi ve devam etti. Şimdi yazman gereken o başlangıç cümlesini yaz bana, ama öyle bir cümle olsun ki aynı zamanda yaşanmış bir hayatın ve yaşanmış bir aşkında  sonuç cümlesi olsun.Bu çok heyecan vericiydi .Bende bunu yapabilirim ama ikimizin yazgısını tamamen ben çizebilir miyim ? dedim.Ve  böylece anlaşmaya vardık. Bunu yapmak istememin birkaç nedeni vardı. Birincisi sürprizleri çok seviyor olmam bir diğer önemli nedeni ise sıradan gibi gözüken insanların aslında hiçte göründükleri gibi olmadığı gerçeğinden hareketle onların sakladıkları sırları analiz etmek , ortaya çıkarmak ve  onların tahmin etmedikleri bir olaylar dizisi yaratarak orada yani benim kurduğum sahnede tekrar izlemekti.

Kelimelerle oynamak ve kelimelerden tamamen farklı bir dünya yaratabilmek olağanüstü zevkli geliyordu bana. Ben bu kelimelerle her şeyi yapabilirim diye düşündüğüm zamanlarda, kendimi eğlenceli ve hiç bitmeyecekmiş gibi gözüken bir oyunun tam ortasına düşmüş gibi hissediyorum. Kelimelerden bir düşler imparatorluğu kurarak onun içinde yaşanan aşkları olduğu kadar yaşanması gereken aşkları da anlatabilirim. Böylece tamamlanmamış olan her şey, yaşamınıza dair yarım kalan veya eksik kalan her şey artık benim kontrolüme geçer  ve ben bunun keyfini sürerken kahramanlarımda başlarına neler geleceklerden habersiz mütevazi hayatları içinde olan bitenden habersiz yeni bir güne uyanırlar. Bu kendi halinde süren hayatlardaki trajediler veya mutlu anlar kimsenin dikkatini çekmeden yaşansa da iyi bir gözlemci bu ayrıntıları yakalayabilir ve o sahnelerde aslında kahramanlarımızın ne yapmaya çalıştıklarını öğrenebilir. Burada ilginç olan nokta okuyucuların bu süreci izlerken kendi hayatlarını da izleme ve yeniden değerlendirme şansları olabileceği yönündedir. Örneğin bazı büyük yazarlar bu sıradan hayatları analiz etmede çok başarılıdırlar, kimi zaman bazı gerçeklere dokunarak kimi zaman bu gerçekleri farklı şekillerde kurgulayarak okuyucunun ilgisini çekmeyi başarabilmişlerdi ve bu onları bizlerden bir adım öteye taşıyordu.Anlatılanlar her ne kadar kurgu gibi gözüksede, hiç bir zaman tamamen gerçeğin dışında değildir ve biz onları okudukça bir öykünün içinde olmaktan çok başka yerlerde ve zamanlarda yaşanan olaylar dizisi içinde buluruz kendimizi. Bizim bilmediğimiz ise, bazen anlamadığımız, bazende tanımlayamadığımız ama kesinlikle yaşanmış olabileceğini düşündürten her şey orada bir kez daha yaşanır, sonuçlanır ve devam eder.

Dostoyevski Suç ve Ceza adlı büyük yapıtında yalnız ve duygu yüklü ,yoksul ve akıllı bir üniversite öğrencisinin yaşlı tefeci bir kadını öldürerek işlediği cinayeti toplumsal ve psikolojik açıdan analiz eder. Rasnalnikov sıradan gibi gözüken kendi halinde biriyken bu büyük eserde bildiğimiz ve tanıdığımız bir kahraman haline gelmiştir. Örneğin benim en çok sevdiğim ingiliz yazarlarından Thomas Hardy’nin orijinal adı Tess Of the D’ubervilles adlı eserinde de benzer bir kurgulamaya tanık oluruz. Sıradan bir genç kız olan Tess ve ailesi yoksulluk içinde kıvranmaktadır. Fakirlik içinde olan bir aile aynı soydan geldikleri bir soylu olan Alec D’uberville ile kızlarını evlendirerek ya da başka bir deyimle kızlarını bu soyluluk maskesi altında bu adamla evlenmeye zorlayarak daha iyi bir yaşam hayal ediyorlar. Obların yapmaya çalıştıkları şeyin Tess isimli  genç kızlarının hayatının akışını değiştirebileceğinden habersiz, sıradan insanların gerektiğinde tüm ahlak kurallarını bir kenara iterek nasıl bir çaresizliğin içinde olduklarını gözler önüne seriyordu.

 Huysuz bir yazar olarak sözlerimde bir sitem ya da yakarış olmadan ya da bir çaresizlik algılaması yaratmadan  Rasnalnikov  ya da Tess gibi sıradan gözüken kişiliklerde olduğu gibi göz önündeki sıradan hayatımında kendine özgü sırları olabileceğini biliyordum. Bir kadın ve erkek arasındaki en saf ve en yalın haliyle kurulan bağlantının ve bunun çağrıştırdığı hemen her şeyin birbirlerini arayan ruhlara bir ilham verebileceği anı ancak Chritoph Willbald Gluck’un Orfeo Ed Euridice adlı operasından ,”Kutsanmış Ruhların Dansı adlı” eseri ölümsüzleştirebilirdi .Bana düşen ise kimsenin görmediği bu özel anı okuyucu ile paylaşmak olmalıydı. Erdemli ve vazgeçmeyen bir sevgiliden daha büyüleyici bir şey var mıdır ? Paylaşılan her ne ise yaşamınızda bize böyle bir serüvende sevmeninde farklı dengeleri olabileceğini  keşfetmemizi sağlar. Bizim bazen bir sevgilinin gözlerine bakıpta onun içtenliğini görmemizi sağlayan işte bu keşfetme güdüsü ya da bir başka gerçeğin peşinden korkusuzca giderken tüm statükoya meydan okumamızı sağlayanda budur. Onun en başında o yazara bakıpta gülümserken neler düşündüğünü öğrenmek için neler vermezdim oysa ki ? İşte bu anlarda herşey evrensel bir ritm içinde akarken her şey olması gerektiği gibidir, her şey planlandığı gibidir ve her şey sizin tahmin etmediğiniz bir denge içindedir.

7.Bölüm-En berbat yoksulluktur yalnızlık

Ben sıradan gibi gözüken hayatlarımızın içindeki sanatsal olanın basit ama anlaşılabilir olabileceğini ve böylelikle  klişe yaşamlarımızda görünmeyen derinliğin büyüleyici bir içeriği olabileceğini de görüyorum. Olabilecek en berbat yoksulluktur yalnızlık demişti Rahibe Teresa. İşte öyle acı verici derin bir yalnızlık duygusunun bizi sarıp sarmaladığı anlarda en güçlü gözükmeye çalıştığımız anlarda bile bize ait olan yaşadıklarımızın ne olduğunu anlamaya çalıştığımız anlarda var olma çabasının izlerini görüyorum. Kötü olduğu varsayımının içinde hapsolmuş yetenekli bir yazar sanki bir kasırgaya yakalanmışta sakin bir liman arayan donanmanın kaptanı gibi şimdi yeniden kelimelerine sığınarak  başlangıca ve sonuçlara ait cümleleri kurmaya çalışarak beklemeye koyuldu. Ama orkestra bu son sahne için yerini almışken ne çalınacağı henüz bilinmiyordu. Ben o anda orkestranın şefine bakıyordum, o da bana.Müzik başladı dedi. Bu orkestra orada mıydı başından beri? Bilmiyorum ama müziği duyuyordum, eğer dikkatlice dinlerseniz sizde duyarsınız ve bu yazıyı okurken bu besteleri dinleyeceğinizi sanıyorum, çünkü bu doğanın ve  evrenin melodileridir. Jules Massenet’in olağanüstü  bestesi Meditation de Thai çalarken ben tüm içtenliğimle kötü olan yazarı yok etme düşüncesiyle şu cümleleri kurabildim.

“Bazen yaşadığınız iyi zamanlarda ya da hüzün ve keder dolu çaresizlik anlarınızda, sevdiğiniz bir şarkıyı tekrar tekrar dinlediğinizde, duygularınızı dile getiren dizelere sığındığınızda, çeşitli figürlerin rengarenk dans ettiği tablolardaki gibi  yalnızlığınızın diğerlerinden mi yoksa kendinizden bir kaçış mı olduğunu bilmediğiniz anlarda, huzur dolu bir an için yapmayacağınız fedakarlık kalmadığı anlarda veya henüz yaşamadığınız en güzel ve en romantik aşkları  yaşamadığınızı ya da tüm çabalarınıza karşılık yeterince ödüllendirilmediğinizi düşündüğünüzde ve özlem dolu geçmişin güzel anlarını anımsadığınızda, geleceğin belirsizliği tüm benliğinizi sardığında, dünyada başınıza gelebilecek en kötü şey sadece hayal kırıklığı ise yine vazgeçmeyin. Eğer öyle olsa bile bu hayallerinizden ve iddialarınızdan ve sizi özel yapan her şeyden vazgeçmek olmamalıdır.Bu en ölümcül hatadır ve yok olmanın başlangıcıdır. Böyle anlarda  çektiğiniz acılar ne kadar derin olursa olsun, derin ve ihtiraslı bir sevgi  ile sevmekten vazgeçmemek gerekir, çünkü bu adım size özgürlüğünüzü geri verecek.”

8.Bölüm -Bir Kez Sevgili Olan Her Zaman Sevgilidir.

Bu noktada “artık sende kötülüğün eseri kalmadıysa  şimdi merak ettiğin sır dolu bakışların olduğu anlara geri dönebiliriz artık” diyen sevgili söyle sürdürdü sözlerini .” Bir kez sevgili olan her zaman sevgilidir.” Ve böylece sır dolu o bakışın ardında yatan merak dolu ama şüphelerin kol gezdiği sis perdesi kalkmış ve yerini içten bir kucaklamaya bırakmıştı. Oysa defalarca yaşanabilecek ne muhteşem bir andı. Ama vardığımız nokta bizi farklı bir özgürlük anlayışına taşımış olsada ya iyi ya da kötü kurgulanmış bir hayatın kurbanları olabileceğiniz kaygısını taşımadan cümleyi “. Çünkü bu adım size özgürlüğünüzü geri verecek ” diye  tamamladığım anda paylaşmak istediğim bu son sahnede  bir ses duyuldu derinden.” İşte başlangıcın ve bitişin cümlesi bu olmalıydı ama; unutma bu cehennemin kapısıdır, buraya bir kez adım atan herkes ,umutlarını geride bırakmalıdır “diyordu. Besbelli, Dante’de Tanrı ile birlikte bizi izliyordu.

METIN RODOP

 
Toplam blog
: 27
: 292
Kayıt tarihi
: 11.04.13
 
 

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İkitisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden 1986 yılında mezun oldum..