Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Türkiyeyi Etkileyen iç ve dış politika sorunları

http://blog.milliyet.com.tr/sakin02

09 Nisan '11

 
Kategori
Siyaset
 

Hiç bir şey görüldüğü gibi değildir

Hiç bir şey görüldüğü gibi değildir
 

Başlangıçta beni çok sinirlendiren, kimi zaman da aşırı tepki verdiğim bazı konular, artık eğlendirmeye başladı. Örneğin komplo teorileri. Aslında dünyayı, masanın karanlık tarafında oturan bir grup zengin adamın yönettiği, her kararı onların aldığı ülkelerde seçim sonuçlarının onların ne olduğunu bilemediğim çıkarları doğrultusunda çıktığı, istedikleri zaman para ve siyasi baskılarla ve de genelde sivil toplum kuruluşları aracılığı ile itaatsizlik girişimleri başlatıldığı ve sonrada bunların kalkışmaya dönüştüğü yıllarca yazılıp çizildi. Bazı köşe yazarları o kadar ileri gitti ki, bu zevatın istemedikleri veya çıkarlarına uygun düşmediği sürece soluk bile alamıyacağımıza inandırılmaya başladık. Doğal olarak bu görüşleri destekleyen pek çok olayda olmadı değil. Ukrayna ve Gürcistan'daki kalkışmalar arasındaki tuhaf benzerlikler, ABD'nin hala açıklayamadığı Irak'a müdahale ve son olarakta Orta Doğudaki kalkışmalar, bizde ise tuhaf bir şekilde çözülemeyen Kürt sorunu. Bütün bunları alt alta koyup beraber okuduğunuzda şu soru öncelikle akla geliyor, görüldüğü, yazıldığı, ve belkide inandırılmaya çalışıldığı gibi değilmidir? Her şeyden önce, ülkeler arasındaki siyasi ilşkiler, arkadaşlığa, dostluğa dayanmaz. Ülke liderleri sadece iç politikada prim yapmak için birbilerine isimleriyle hitap ederler ve samimi görüntüler sergilerler. Onlara göre bu tutum iç kamu oylarına, uluslararası platformda nasıl etkin olduklarını satma biçimidir. Yol genelde çalışır. Dünyanın her tarafında, mevcut yönetimi destekleyen bir grup basın mensubu ve yazar çizer vardır ve kamu oyuna bu durum falanca lider masaya yumruğunu vurup sorunu çözdü veya sorun tamamen çıkarlarımız doğrultusunda çözüldü diye anlatılır. Aslında gerçek bu değildir. Herşeyden önce diplomatlar ve liderler kapalı kapılar arkasında çok açık ve net konuşurlar. Hepsi ve herzaman ülkelerinin çıkarlarını , çoğu zaman acımasızca savunurlar. Ortaya çıkan metinler ise her zaman için tarafların başarıları anlatacak şekilde kaleme alınmıştır. Bu tür görüşmelerin doğal sonucu olan, verilen tavizlerden, bahsedilmez bile... 

Şimdi ABD nin Irak'ı işgal ettiği günden bugüne kadar anlatılanlara ve gerçeklere bir göz atalım; 

Anlatılana göre, Saddam Hüseyin çok kötü ve zalim bir liderdi. Keyfi uygulamalarla halkını eziyor, demokrasiyi görmezden geliyordu. Kitle tahrip silahlarını geliştirmiş, ve gerek gördüğü anda kullanmak üzere depolamıştı. Küveyte yaptıkları ise unutulmazdı. Bu adamın( bu Başkan Bush'un ifadesidir) mutlaka devrilip Irak halkı demokrasiye kavuşmalı ve bu ülke kitle tahrip silahlarından arındırılmalıydı. Başkan Bush ve neo-con ekibi basını geniş ölçüde kullanarak bu tezi işlediler. Bizde de kısa zaman içerisinde destekçiler bulmakta gecikmediler. Gazetelerin çoğunda demokrasinin erdemleri anlatılıp ABD nin tutumu desteklenir oldu. Arasıra bazı aykırı kalemlerin, durun acele etmeyin bu işin arkasında bir iş var, tavır almak için bekleyelim söylemlerine kulak asan bile olmadı. Neticede ABD Irak' a girdi ve F.Fukuyama'nın esaslarını yıllar önce yazdığı '' Ülke inşa etmek'' aşamasına geçildi. Tuhaf bir şekilde hiç kitle tahrip silahı bulunamadı. Buna karşılık bombardıman sonucu yıkılanın yerine yapılacak inşaatların çoğunu, Başkan Yardımcısının siyasete atılmadan önce CEO su olduğu bir şirket aldı. Sonra olanlar ise kolaylıkla hatırlanabilir. ABD bombardımana başladıktan ve bitirdikten sonra bir milyon Iraklı öldü. Olmaması gerekirken, İran etkisi büyük ölçüde arttı ve sonunda işlevsel olarak Irak üçe bölündü. 

ABD nin hesabı yukarıda özetlenen değildi , Tabii Başkan Yardımcısı Cheney şahinler kanadında yer alıyordu ve zihninde başka kişisel hesaplar da vardı. Ancak esas sorun ABD nin bölgeye ilişkin kendine göre vazgeçilemez çıkarlarından kaynaklanmaktaydı. Önce bölgedeki petrol reservlerine ve üretim tüketim dengesine bakalım; 

1.4 trilyon varillik dünya petrol rezervinden geriye 850 milyar varil petrol kalmıştır. Bu bilinen rezervinin %60 yalnızca Basra Körfezi çevresindeki beş bölgede yer almaktadır. Bunların başında, Kerkük’ten başlayarak Buşehr ve Basra Körfezi bölgesindeki Abadan-Avas uzanımı bölgesinde yer alır. Günümüz dünya petrol üretimine baktığımız zaman, günde yaklaşık 86 milyon varil petrol üretildiğini görmekteyiz. Bu miktarın 9.2 milyon varilini Suudi Arabistan , İran 4 milyon varil, Irak 1.8 milyon varil, Birleşik Arap Emirlikleri 2.3 milyon varil, Kuveyt 2.1 milyon varil üretim yapmaktadır. Bu bölgedeki diğer ülkeleri de hesaba kattığımız zaman, günde 24 milyon varillik üretim ortaya çıkmaktadır. Tüketim açısından ise, OECD-Avrupa ülkelerinin 15.6 milyon varil, Pasifik’in 8.7 milyon varil, Çin’in 7.1 milyon varil, diğer Asya ülkelerinin ise 9.1 milyon varil petrol tükettiğini bilinmektedir. Avrupa’nın ve Pasifik’in petrollerini sağladığı yegane hat, yegane kaynak, Ortadoğu petrolleri dediğimiz Basra Körfezi çevresi petrolleridir. Görüldüğü gibi Dünya petrol reservleri hızla azalmaktadır ve ABD dünyanı en büyük tüketicisidir.. 

Bir başka nokta ve belkide en önemlisi petrol arz güvenliği ile ilgilidir. 3 km. genişliğinde dar bir boğaz olan Hürmüz Boğazı’ndan günde 15 milyon varillik bir petrol piyasalara arz edilmektedir. Süveyş kanalından akan petrol miktarı günde 1.3 milyon varildir. Keza Kızıldeniz’den günde 2.5 milyon varil petrol geçmektedir. Bunları alt alta koyduğunuzda yaklaşık günlük arz 20 milyon varil dolayındadır. Bu ise Dünya toplam petrol üretiminin % 25 i dolayındadır. 

Saddam Hüseyini devirmek, Ülkeye demokrasi getirerek modern toplumlar arasında yerini almasını sağlamak, Kitle tahrip silahlarını bulup imha ederek, yaygınlaşmasını önlemek hep anlatılan, satılan ancak gerçek olmayan sebeplerdir. Petrolün hızla tükenmesi de ABD için fazla önemli değildir çünki alternatif enerji planlarına ilişkin teknolojiler yıllarca önce üretilmiş ve zamanını beklemektedir. Ayrıca , dünyanın çeşitli bölgelerindeki stratejik çıkarları nedeniyle petrol arz güvenliğinin kontrolü çok önemli bir konudur. Diğer bir deyişle ABD kimin nekadar petrol tüketeceğini bilmek ve buna karışmak, müdahale etmek zorundadır. Bütün bunları alt alta koyup tekrar okuduğunuzda ortaya çıkan tek sonuç, Irak ve bölgenin yönetimi Iraklılara ve bölgedeki diğer ülkeler bırakılamayacak kadar ciddi bir konu olmasıdır. 

Sonuç olarak ABD Irak ' a müdahale etmiştir ve bunun sebebi petrol arz güvenliğinin kontrolüdür. 

 

 

 
Toplam blog
: 89
: 321
Kayıt tarihi
: 27.07.09
 
 

ODTÜ 1970 Kimya Bölümü mezunuyum. Çalışma hayatımın bir bölümü kamuda bir bölümü ise özel sektörd..