Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ocak '15

 
Kategori
Öykü
 

Hiç

Hiç
 

Günlerdir yağan kar kesilmiş, sokak aralarında, caddelerin kenarlarında, evlerin çatılarında bir kirli beyazlık biriktirip, donup kalmış bir soğuğa dönüşmüştü saçaklardan sarkan buz sarkıtlarında.Tehditkar...

  Kiremit rengi boyalı, pencereleri sokak arasına bakan orta halli apartmanın açık olan, içeriye girip çıkan kalabalığın olduğu dış kapısı görünüyordu. Annesinin elini tutmuş, tırmalayıcı soğuktan korumak için sarıp sarmalanmış kız çocuğunun sesi karşıladı girişe yakın.

- Ayakkabıları niye buraya bırakmışlar anne? Artık giyemiyecek diye mi anne?

- Yok kızım, adet öyle. Bir fakir alıp giysin diye.

- Madem öyle, niye en yenisini koymamışlar...

  Çaprazdaki küçük caminin minaresinden yükselen cızırtılı ikindi ezanının sesi sessizliği törpülerken, küçük avluyu dolduran kalabalık fısıltılı konuşmalarını kesip dalgalandı. Soğuk sanki daha bir artmıştı. Keskin bir bıçak ucu gibi batıyordu.

  Tren çıplak orta anadolu düzlüğünü yorgan gibi kaplayan kalın kar örtüsü içinden hızla zamanı geriye savurarak ileriye akıyordu. Düşünceleri de geriye sararak. İmamın "nasıl bilirdiniz" sorusuna saygılı bir üzüntü içinde "iyi bilirdik" diye yükselen cemaatin sesi, tekerleklerin ritmik gürültüsüne takılmış, iyi bilirdik, iyi bilirdik, iyi bilirdik diyerek lastik gibi uzayarak peşisıra geliyordu. Pencereden görünen, yakınlarda hızla, biraz uzaklarda yavaş ve hafiften dönerek geriye doğru uzaklaşan kış görüntüsü içinde tren, bir tünelden çıkıp diğerine giriyordu. Dar boğazlar, testere dişi gibi yükselen sert kayalıklı tepeler, bu kayalar arasında nasıl tutunup yaşadığına şaşırılan çamlar hızla geriye doğru yer değiştiriyordu.

  Son zamanlarda ne kadar çok sık yaşanır olmuştu benzer durumlar. Bu kaçıncı tanıdık ayakkabıydı sokak kapısına bırakılan. "Madem öyle, neden en yenisini koymamışlar anne." Ona ayakkabı dayanmazdı ki be kızım dedi içinden. Gerçekten de dayanmazdı. Hem nasıl dayansın 44 numara ayaklara ve o kilolu vücuda ayakkabı. Yürürken her gördüğü taşa tekme savuran, sokak aralarında her gördüğü mahalle futbol maçına katılan, her kaçan topa vole atan, ayakkabılarını boyatmaktan üşenen, onca derdini çektiği halde onlara bakmayan adamın ayakkabıları yeni olur mu, dayanır mı hiç. Öyle işte...Kilolu, iri göbeğinden dolayı tıknaz vücudunun ağırlık merkezi kaymış, zamanında top peşinde koşmaktan hafif çarpık bacaklı, ayakkabılarının dış kenarlarına ağırlık vererek içe içe dönük basarak yürüyen boş vermiş bir adama ayakkabı dayanır mı?  İçe içe dönük yaşayan, eşinin ölümünden sonra iyice boş verilmiş bir hayatı "hiç" olarak öylesine yaşayan bir adama ömür dayanmadığı gibi. İçinin rakikliğini başkaları anlarsa sanki bir kusur olurmuş gibi katılıkla sarıp sarmalayan bir terso filozof adama ömür dayanır mı? Dayanır mı "hiç" ?

  Bir futbol, at yarışı uzmanı bir kitap kurduydu. Çoğu saçı erken dökülenlerin yaptığı gibi, yanlarda kalan saçları uzatıp açık yerleri örten, esen rüzgara yan dönüp kalkmasınlar, keli görünmesin diye maharetle yan yan yürüyen, son zamanlarda iyice azalan saçları nedeniyle neredeyse uykuda çıkardığı siyah bir kasket giyen, aslında rüzgara karşı yürüyen, yeri geldiğinde kırıp dökmekten çekinmeyen, kırdıkları tarafından bile çok sevilen bir adamdı O. Hani var ya "öldükten sonra bile tersine koşan" bazı atlardan. O şehirde uzun yıllar bir apartmanda altlı üstlü dairelerde birlikte oturmuş, çocuklarımız birlikte büyümüş, eşlerimiz birlikte dertleşmiş, sırdaşı olmuştuk birbirimizin. Aynı hastanede yıllarca birlikte çalışmış, bir iki kadeh parlattığımız uzun gecelerde memleketi birlikte kurtarmaya çalışıp, hiç kurtaramamış, benzer kırılganlıklar yaşamış, aynı değerleri paylaşan, aynı kuşağın insanlarıydık. Onun en yeni ayakkabısı bile eskiydi hep, küçük kız nereden bilsin. Son yıllarda bir sürü hastalıkla cebelleşir olmuştu. Bypas ameliyatlısıydı, kalp sorunları, şekeri vardı, doktordu ama, kendisine değil. Sık telefon konuşmalarımızda nasılsın, ne yapıyorsun diye sorduğumda "hiç" derdi hep. Son telefon konuşmamızda bu sefer ben hiç diye başladım, şimdi sen konuş diye ekledim. Gülmüştük... İyi bir psikiatri uzmanıydı, bir sorun nedeniyle sık sık akıl danışırdım. Bir gün ulaşamıyorum diye dert yanmıştım, yırtma kendini istesen de ulaşamazsın ki diye cevaplamıştı. Dünyanın derdini taşıdı banamısın demedi, Bir "hiç"i taşıyamadı, belki de içini, eski ayakkabılı adam.

  Tren şehirin kıyısını dolanmış, gara girmeye yaklaşmıştı. Kalktım, küçük kızın sesi de benimle beraber.

- Madem öyle, neden yenisini koymamışlar? Fakir alsın diye, fakir alsın diye, fa...

  Büyüyen sorular ve içimi kaplayan yeisle trenden indim. Benimkisi de "Hiç" işte...

 

Akın YAZICI

28 Ocak 2005

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..