Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Temmuz '17

 
Kategori
Edebiyat
 

Hiçbir Kitap Arasındaki Müjgânı Üfürmem Artık

Hiçbir Kitap Arasındaki Müjgânı Üfürmem Artık
 

Bazı yazarlarla, şairlerle geç tanışmak ne kötü!  Ömrüm onların bütün eserlerini okumak için yetecek mi? diye kaygılandığımdan değil. Onların fikirlerini, duyarlılıklarını, sanat anlayışlarını, memleket davalarını bünyeye sindirmek, düşünce dünyamı onlarla zenginleştirmek adına geç kaldığımdan bu telaş. Atilla İlhan’da bunlardan biri…  Onun şiirlerini, şairliğini bilirdim elbet. Sık sık ‘’ O mahur beste çalar müjgânla ben ağlaşırdık’’ ve ‘’ Ben sana mecburum bilemezsin’’ mıh gibi aklımdaydı. Belki birkaç şiiri daha…  Fakat yazarlığını çok sonraları öğrendim. Ardından hayatını okuyup, uzun uzun çözümleme fırsatı bulunca bırakamadım Atilla İlhan’ı. Tıpkı, Beni Koyup Gitme şiirinde söylediği gibi;

Beni koyup koyup gitme, n'olursun 
Durduğun yerde dur 
Kendini martılarla bir tutma 
Senin kanatların yok 
Düşersin yorulursun 
Beni koyup koyup gitme, n'olursun

Kitaplığın raflarına sıradan kitaplarmışçasına koyup gitmek olmazdı Kaptan’ı. Sık sorulmalıydı hatırı.  Varlığı etten kemikten çıkıp dünya döndükçe devam edecek şiire, yazıya, fikre dönüşmüş bir ışıktı. Meğer Yalnızlık isimli şiirinde kendini anlatırmış;

      ‘’Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır
       Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım’’

Bu yazıyı yazmakla gerçekten bir amacım var. Onu birkaç şiiriyle anımsatmak, yarı şuurlu yarı şuursuz aşklarımızı ‘’ha işte! Tam da buna uygun bir şiir biliyorum Atilla İlhan’dan’’ diyerek daha da alevlendirmek değil isteğim. Gençleri onun hayat yolculuğundaki dönüm noktalarıyla, hayattaki duruşuyla, örnek bir insan, aydın bir sanatçı nasıl olunur gerçekliğiyle tanıştırmak istiyorum. Böylece daha erken bilinçlenip, hayatlarını daha özellikli daha katlanılır kılsınlar istiyorum. Biliyorum genel itibariyle beyhude bir çaba bu. Ama olsun, okuyan bir kişi bile önemli benim için.

" Çoğu zaman üç beş kişi için yazdığımızı sanırız, onlar bizi okumazlar. 
 Asıl seslendiklerimiz, hiçbir zaman tanımayacağımız, başka üç beş kişidir
."  diyerek onun sözleriyle başlayalım şair, romancı, düşünür, deneme yazarı, gazeteci, senarist ve eleştirmen Atilla İlhan’ı anlatmaya.

Bir insanı anlamanın, tanımanın ilk yolu onun doğduğu yılları, ardından onu şekillendiren aile ocağını, etkileştiği insanları, yaşadığı toplumu bilmekle olur. Atilla İlhan’ın doğduğu yıllar(15 Haziran 1925)  henüz yeni tanışılmakta olunan Cumhuriyeti’nde ilk yıllarıdır. Milli mücadele ruhuyla kazanılan bu zaferin şaşkınlığı içinde fakir, padişahlıktan öte halifelik gibi siyasi-manevi bir otoriteyecanı gönülden bağlı Anadolu insanı karşısında gerçekleşmesi zorunlu olan sosyal ve laik karakterdeki devrimlerin adım adım yaratılma çabaları sürmektedir. İzmir’deki Yunan işgali ve yaşanılan korkuların izleri hala hatırlanmaktadır.  Atilla Bedri’nin (o yıllarda soyadı kanunu kabul edilmemiştir: Atilla İlhan, Atilla Bedri’dir) büyük dedesi Hasan Fehmi’nin Yunan’ a karşı kahramanlıklarını dinlemesi, 9 Eylül’de İzmir’in kurtuluşu ve 29 Ekim 1933’de Onuncu Yıl kutlamalarının coşkulu hazırlıkları, Cumhuriyet bilincini anlatan-unutturmayan öğretmenleri onda Kuvayi Milliye sevgisini o yıllarda oluşturacaktır.   Bu sevgi şiirlerinde, romanlarında, Türkiye devrimcisi ruhunda etkisini fazlasıyla gösterir.   

Genç Türkiye’nin içinde bulunduğu bu sancılı, yoksul dirilişe karşın onunki, mutlu bir çocukluktur. Rahat, büyük evlerde yazları dede ve ninesiyle bağ evinde ya da İstanbul’da, kışları İzmir’de geçirir. Karakterinde, Anadolu’nun toprak insanını tanımasında dadısı Emine Nineyle, anne tarafından dede ve ninesinin etkisi büyüktür.

Okuma merakı ve tutkusu çocukluk yaşlarda evlerine düzenli giren gazete ve dergilerle başlar. Avukat olan babasının ani bir kararla Anadolu’ya kaymakam olarak gitme isteği olumlu yanıtlanınca Atilla İlhan’ın ‘’beni ben yapan’’ dediği Anadolu yılları başlayacaktır.

Anne-babasının şiire olan merakı okumayı öğrenir öğrenmez şiirle ilgilenmesini sağlasa da şair yanını doğuştan getirdiği ‘’üstün duyarlılığa’’ bağlar. İlk şiirini ilkokul üçüncü sınıfta yazar; İlkbahar.

Okumaya, şiire olan merakı yanında sinemaya, futbola da meraklıdır. İzmir’deyken cumartesileri yalnız başına sinemaya gitmek en büyük tutkusudur. Belki de böyle avare İzmir’i dolaştığı bir günde hayatına yön verecek Nazım’ın şiirleriyle rastlaşır. Büyüdüğünü hissetmesi kalbini hissetmesine denk gelir ki; bu da o günleri ona bir sonbaharmışçasına yaşatan kadınları fark etmektir. Böyle Bir Sevmek şiirinde  o yılların izleri vardır.

ne kadınlar sevdim zaten yoktular

yağmur giyerlerdi sonbaharla bir

azıcık okşasam sanki çocuktular

bıraksam korkudan gözleri sislenir

ne kadınlar sevdim zaten yoktular

böyle bir sevmek görülmemiştir

Atilla İlhan şiirlerinin en önemli ilham kaynağı kadınlar ve hiç yaşanmamış aşklardır.  Öylesine gördüğü bir kadından ilham alarak, ufacık bir kıvılcımı dahi yüreğinde büyüterek etkileyici mektuplar, şiirler yazabilir.

Bazen de acıdığı, zavallı bulduğu bir kadına olan hislerini aşkla karıştırır şairimiz. Paris’te bir banliyöde yaşayan fakir Ermeni kıza duyduğu acımak Maria Missakian isimli yürek burkan bir aşk şiirine dönüşmüştür.

Ailesi Anadolu’da dolaşadursun o İzmir’de ninesinin yanında liseye başlamıştır. Yine bir sonbahar, İkinci Dünya Savaşı yılları. Okula vapurla gidip geliyor. Yolculuk boyunca hep Nazım şiirleri… Yetmiyor ama. Kafasını meşgul etmeyi, takılıp kalmayı, içine bir kor düşürüp onu büyütmeyi, ona şiirler yazmayı seviyor. Bir kız var; Vacide. Okula giderken vapura binmeden önce onu görüyor. Bazen açık bir pencerenin izin verdiği kadar, bazen kapı parmaklıklarının arası genişliğinde bir hülya. Hülyasıyla birlikte biniyor vapura...{Onun kalbi göğüs boşluğunda iki akciğer arasında, hafif sola meyilli bir lokmacık kas-damar yumağı değildir. Yaşamsal faaliyette görev alan bir organ olmaktan öte daha derin işlevsellikte bir yapıdır. Giderken de yordun beni be Kaptan deyip, son sözü o söyleyecektir.  En kalbi krizi geçirir. Bunca duygunun, tutkunun dolu olduğu o bir lokmacık organa ulaşmak için yol bulamayacaktır kan}

Yazmazsa olmaz, Vacide’ye mektuplar yazar.  Mektuba eklediği bir Nazım şiiri, onu liseli komünist yapar. Sonrası hapis, hapisten çıkabilmek için uydurulan yumuşatılmış melankoli raporuyla tımarhane. Tüm bunlar olurken babasının ona güç veren bir sözü var. ‘’Hayat budur. Üzülme geçer.’’ Her yerde sorgulanan Atilla İlhan ailesi tarafından ne sorgulanmış, ne de itilmiştir. Yaşadığı her olay, aldığı her karar hoşgörüyle karşılanmıştır. Bundan sonraki hayatında gözaltılar, sorgular, kısa süreli mahkûmiyetleri olacaktır şairin. Artık kendini aydın bir solcu olarak tanımlar. Bir dava adamı olmayı körü körüne değil çok okuyarak, diyalektik düşünmeye başlayarak öğrenmiştir. Okuma hakkı elinden alınmış olsa da zekâsı, çalışkanlığı sayesinde okula tekrar kabul edilir. Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine kaydolur. 1946’da amcasının ondan habersiz bir şiirini CHP Şiir Yarışmasına gönderip dereceye girmesi onu şiir yazmak konusunda daha da cesaretlendirmiştir. Artık edebiyat çevrelerince tanınan biridir Atilla İlhan. İlk şiir kitabını çıkarır; Duvar.

İçinde hep var olan Nazım sevgisi, İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşadığı boşluk hissi başarılı bir öğrenci olmasına rağmen Hukuk Fakültesi ikinci sınıfta olan Atilla İlhan’ı yine vapurla Paris yolcusu yapar. Parasız başlayan Paris macerası zorlukla sürerken Nazım için bir şeyler yapma isteğiyle onun şiirlerini Fransa basınına duyurmak, destek aramak arayışına girer. Bunlarla uğraşırken batının iyicil ve kötücül yanlarını görme fırsatı olur. Edindiği marjinal dostları sayesinde cinselliğe bakış açısını değiştirip düz yazılarıyla Türkiye’deki tabuları yıkacak eserlerin temelleri atılırken, gözünde büyüttüğü batının sömürü düzeni onu huzursuz eder. Paris’te kaldığı sürece yine her konuda okur. Sosyalizmi farklı kaynaklardan enikonu öğrenir. Tekrar İstanbul’a okuluna döner. Türkiye’ye bir dönüş amacı vardır: Nazım’ı görmek. Bu sırada Varlık Yayınevinde Abbas Yolcu’daki Paris yazılarını yazmaya başlar. Elbette bunlarla uğraşırken duygusal ilişkileri de devam eder Atilla İlhan’ın. Bu ciddi, yorucu hayatının içine soluklanacağı, hayaller kuracağı kadınları serpiştirmeyi ihmal etmez. Nazım’dan bir haber gelir. Paris’te buluşabiliriz. Böylece ikinci Paris seyahatine çıkar. Bu kez Paris’teki arkadaş çevresinden uzaklaşır, Fransızcasını ilerletmek için bir kursa gider. Sokaktaki Adam isimli ilk romanını yazar. Yine Nazım’ı göremeden, arkasında yoksul Ermeni kızı Maria Missakian’ı bırakarak kalbi buruk İstanbul’a döner.  Yazdığı romanı yayınlatır. Ardından Sisler Bulvarı ve Yağmur Kaçağı isimli iki şiir kitabı çıkar. Mavi Dergisinde Mustafa Kemal’le Marksizmi bağdaştırdığı yazı dizleri hazırlar. Kız kardeşi Çolpan İlhan sayesinde tanıştığı Yeşilçam çevresine girer. Birkaç senaryo yazar ve Vatan gazetesinde sinema eleştirmenliğine başlar. İkinci romanı olan Zenciler Birbirine Benzemez basılırken askerlik için Erzincan’a gider. O dönemde Kurtlar Sofrası romanını tamamlar ve yeni bir şiir kitabı Ben Sana Mecburum yazılır. Askerlik bitimi dönüş İzmir olur. Kız kardeşi Çolpan tanınan bir oyuncudur artık. Onun için Yalnızlar Rıhtımı isimli senaryoyu yazar. Sinema çevresinin riyakârlığı kısa sürede onu sıkmaya başlamıştır. Bu sırada Türkiye İşçi Partisi kurma heyetinin toplantısına katılır. Toplantı basılır ve heyette bulanan Aziz Nesin tartaklanır. Bu olaya içerleyince tekrar Paris’e gitmeye karar verir. Yine vapurla gider. Yine yol boyunca düşünür. Türkiye’de bir işe yaramadığını, yazmak istediği romanlara yoğunlaşamadığını, düzenli bir aile hayatı kurmayı istemediğini, şu ana kadar iyi kötü bir hayat yaşadığını şimdiden sonra beklentisiz bir Paris hayali içinde olmanın kendisine daha iyi geleceğini düşünür. Onu bekleyen Fransız kız arkadaşı Claude’la 1960’larda üçünce kez Paris macerasına girişir. Yine birçok romanının temellerini oluşturacak eser okur. Çeşitli filozofların fikirlerini karşılaştırmalı olarak inceler. Yaptığı çalışmaların taslaklarını Parisli ünlü yazar Simone Beauvoir’a gönderir. Fransızca yazdığı kitap çok beğenilir. Paris’te çalışma izni almak için hazırlıklara girişirken bir mektupla babasının öldüğünü öğrenir. Yıl 1965’dir. Kendine tanıdığı sürenin sonuna gelmiştir. 40 yaşına kadar özgür bir hayat düşünmüş tüm realiteleri sonrasına ertelemiştir. Bu yol ayrımında yalnız kalan annesinin yanına İzmir’e dönmeye karar verir. İzmir Demokrat Gazetesinde magazin bölümünü yönetir. Ayrıca Yön Dergisinde yazıları çıkarken, Yasak Sevişmek isimli şiir kitabı ve Aynanın İçindekiler  dizisinden   Bıçağın Ucu isimli romanı 1973’te yayımlanır. Daha sonra bu diziyi; Sırtlan Payı (1974 Yusuf Nadi Roman Ödülü),Yaraya Tuz Basmak (1978) , Der Saadet’te Sabah Ezanları (1981), O Karanlıkta Biz (1988),Allah’ın Süngüleri: Reis Paşa  (2002), Gazi Paşa(2006)romanları izler.

Bu serideki karakterler Türkiye tarihinde önemli dönemlere ışık tutan aydınlardır. Kemalistleri kusursuz olarak anlattığı bu romanlar ölümünden sonra bir zamanlar eteğinden ayrılmayanlarca eleştirilir. Onlara göre toplumu kusursuz Kemalistler ve karanlık, çıkarcı ötekiler olarak ikiye böler Atilla İlhan. Aslında yapmak istediği vatanı kurtarma pahasına her şeyden vazgeçebilecek, fikirlerini diyalektik-materyalist bir sentezle sunan Türk aydını yaratmaktır. Kusursuz karakter yaratma çabasını romanlarındaki üslupta da görürüz. Uzun tasvirlerden hoşlanmaz. Bunu kendi cümleleriyle şöyle anlatır:

 ‘’Romanda uzun uzadıya sürüp giden tasvirler okurların dikkatini dağıtır. Bütün mesele tasarrufla anlatmaktır. Yani az kelimeyle az cümleyle. Örnek mi istiyorsunuz? Mesela adam yalnız… Kendisini çok yalnız hissediyor. Hava kötü, hava bozmuş, ortada kalmış, ne yapacağını bilmiyor. Şimdi orada bu adamın yalnızlığını anlatmak için beş sayfa yazabilirsin. İşte şunu da hatırladı, bu da oldu, bunu da hatırladı falan. Çok muhtemel ki bunu okumazlar, bugünkü şartlar altında… Benim şiirlerimde vardır. Orada ben demişim ki, ‘Kesik bir kol gibi yalnızlık’. Şimdi ‘kesik bir kol gibi yalnızlık’ dediğin zaman, iş biter. İkinci bir şeye lüzum yok ki.”

Gazetedeki işçiler grev yapınca bir müddet çeviri yaparak para kazanır. Daha sonra tekrar İzmir Demokrat Gazetesinde yazmaya başlar. Bu kez başyazar ve genel yayın yönetmenidir.

 Hayatına giren kadınlar, şiirlerinde bir avuntu gibi sığındığı olmayan aşklar çok geridedir şairimiz için. Kimse yoktur hayatında. Katı şartları olsa da artık evlenmeyi düşünür. Klasik bir evlilik olmamak koşuluyla kitaplarından ve şiirlerinden kopmadan Biket Hanım’la evlenir. 12 Mart dönemi sıkıyönetim sonucu gazetede zor zamanlar yaşar. O sırada Ankara’da Bilgi Yayınevinden bir teklif gelir. Teklifi kabul eder, Bilgi Yayınevinin başına geçer. Yeni yazarlarla çalışır. Aydınlatıcı yayınlar yapar. TRT’de Çalar Saat isimli bir Talkshow programına başlar. Birkaç dizi senaryosu(Kurtlar Sofrası, Paranın Kiri)yazar. Bilgi Yayınevindeki işinden ayrılıp İstanbul’a yerleşmeye karar verir. Fena Halde Leman isimli kitabı Karacan Kitabevi tarafından basılır. Kitapları kendisinden önce iyi bir şöhretle İstanbul'a taşınmış olur böylece.  Fena Halde Leman ve Haco Hanım Vay, çok katmanlı sosyal romanlardır. İstanbul’ da yaşamaya başlayan şair kendi içine kapanıp eserler üretir. Milliyet’te hatta edebi tattaki köşe yazıları çok beğenilince Cumhuriyet’te yazmaya başlar. Biket Hanımdan ayrılır.  Çıkardığı Sanat Olayı Dergisiyle edebiyat dergiciliğine yeni bir anlayış kazandırır. Böylece bir edebiyat dergisi dar bir çerçeveden kurtulup daha geniş halk kitlelerine ulaşır. TRT için bazı diziler hazırlar.(Sekiz Sütuna ManşetKartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür, Yıldızlar Gece Büyür, Yanlış Saksının Çiçeği) Bu diziler çok tutunca Kanal 6 için de Teleflaş’ın senaryosunu yazar. Son olarak yine TRT için yazdığı Baykuşların Saltanatı isimli dizi senaryosu istediği gibi çekilmeyince senaryo yazmayı bırakır. Roman ve şiir kitaplarının yanı sıra zamanla toplumumuzda ortaya çıkan gösterişe dayalı Batı hayranlığını daha sağlam, daha doğru bir perspektife oturtmaya çalışmış, bu konuların ele alındığı Hangi Sol (1971)Gerçekçilik Savaşı (1980)Hangi Atatürk (1981)Batı’nın Deli Gömleği (1982) gibi pek çok deneme ve araştırma kitabı yayınlamıştır. Batının Marksist metoduyla Anadolu Türk Kültürünün özümsenmesiyle oluşacak yeni bir metodun sentezini anlatmıştır deneme kitaplarında.

Bir insanı etraflıca tanımaya çalıştıktan sonra eldeki bilgilerle onu bir sınıfın içine sokmaya çalışmak çok da doğru değildir. Fakat Atilla İlhan’ın sanatıyla yapmak istediklerini net bir şekilde anlayabilmek için bu sınıflamayı yapmak bence yerinde olur. Atilla İlhan; 16 yaşından beri sosyalisttir, antiemperyalisttir, Kuva-i Milliyecidir, toplum için sanat anlayışını benimsemiştir, geleneksel-ilerici bir aydındır.

 ‘’ An gelir/ Atilla İlhan ölür’’  o an; 11 Ekim 2005 yılıdır. O bir anla tüm geçmişin silinip gitmeyeceği kadar faydalı, dolu dolu üretilmiş bir ömür bırakır arkasında.

Hepimizin en çok bildiği şiiri, ‘’O mahur beste çalar, müjgânla ben ağlaşırız’’ devrimci üç gencin idam edildiğini öğrendiğinde yaşadığı derin acı sonucu yazmıştır.  Şiir Ahmet Kaya tarafından bestelenince adını daha geniş kitlelere duyurur. Büyük çoğunluk Atilla İlhan’ın müjgân derken bir kadını kastetmeyip, ağlaştığının şairin kirpiği olduğuna yanarken, ben kitapların sayfalarına düşmüş üfürdüğüm müjgânlara yanarım. Hem de onunla aynı ülkede, aynı zamanda yaşarken… 

https://www.youtube.com/watch?v=EVwYvmoG8Ms

 

 
Toplam blog
: 110
: 1076
Kayıt tarihi
: 26.05.14
 
 

Dünyanın kirletemediği bir lotus... ..