- Kategori
- İnançlar
Hidayete ermek

Hidayete ermek için, sağlam bir iman gerekir. Kimin ne kadar imanlı olduğunuysa, ancak Allah bilir.
Bir bunu yazmadığım kalmıştı; madem gerekiyor; olur efendim; onu da yazarım. Bu pazar konumuz, hidayete ermek.
Geçtiğimiz cuma, Milliyet Blog'ta bir yazım yayınlandı: " Düşündüm, taşındım, hidayete erdim! ( Milliyet Blog muhafazakarlaşıyor mu? " Yazıma gelen bazı yorumlardan anladığım kadarıyla, bazı okurlarım " hidayete ermek " kavramını hafife aldığımı, hatta küçümsediğimi sanmış.
Olur mu öyle şey? Beni tanıyanlar, yazılarımı okuyanlar, insanın manevi gücüne sık sık vurgu yaptığımı bilir. İnsan, maneviyatı kadar insandır, ancak maneviyatı kadar var olur. Maneviyatı elinden alınan insandan, geriye sadece et ve kemik yığını kalır. " Ölürse tenler ölür / Canlar ölesi değil " diye yüzyıllar öncesinden seslenen Yunus Emre'nin de dediği gibi...
Benim o yazıda anlatmak istediğim, 11 yıldır Türk toplumunun siyasi iktidar ve sosyal ortamın yönlendirmeleri ve zorlamaları yüzünden, hiç de inandırıcı olmayan, yaşamın gerçeklerinden uzak, inanç boyutundan çok, çıkarlarını korumak amaçlı, zorunlu bir muhafazakarlığa doğru itildiğiydi... Ben, bu zorlamalardan duyduğum rahatsızlığı dile getirdim yazdıklarımla; hidayete ermeyi küçümsemeyi değil...
Kuran-ı Kerime göre, hidayet; insan ruhunun ölmeden önce Allah'a ulaşmasıdır. Hidayet; hakla batılı ayırıp hakkın yolundan gitmektir. Hidayete ermek; en kısa anlatımıyla, müslüman olmak, islam dinini kabul etmektir.
Geçmişimi bilemeyebilirsiniz. Bu çok normal. Ancak burada bugüne kadar - bu yazı hariç - 801 yazım yayınlandı. Ve o yazılardan birinde bile islamiyeti, Müslümanlığı küçümseyen, hafife alan bir tek ifademe rastlayanınız var mı? Aksine, her zaman şunu anlatmaya çalıştım: Aklın ve bilimin hakim kılınacağı bir islamiyet anlayışı; bütün dinsel anlayış ve felsefelerin üzerindedir.
Elhamdülillah müslümanım. Ve bugüne kadar hiçbir zaman kendimi bunu vurgulamak zorunda hissetmemiştim. Ancak yaşadığım olay, bunu zorunlu kıldı.
Yazılarında, en çok da insanın ruhsal yönüne vurgu yapmış bir yazar ve İslamiyete, Allah'ın varlığına ve birliğine inanan, Kuran-ı Kerim'i en büyük dini rehberi saymış biri olarak; insan ruhunun ölmeden Allah'a ulaşabileceğini kabul etmemem, inkar etmem mümkün mü? Haşa! Böyle bir yanlıştan, beni Allah korusun.
Yaşamı boyunca, gücünün yettiği ölçüde, adaleti sağlamak için savaşan bir adam olarak; hakkı batıldan ayırmamam, hak yolunu doğru bilmemem akla ve mantığa uyar mı? Böyle bir durum, eşyanın tabiatına aykırı değil mi?
Müslüman olduğuma ve İslamiyet'i kabul ettiğime göre, hidayeti, hidayete ermenin ne demek olduğunu bilmiyor olabilir miyim? Hem de bu kadar iddialı ve inançlı yazılar yazarken... Hiç sanmıyorum.
Yazmaya başladığımdan beri, burada, hakkımda çok şeyler yazıldı ve söylendi. Bunu doğal ve önemli buluyorum. Çok zorunlu olmadıkça, hakkımda yazılanlara birebir karşılık vermedim. Ancak yaşamım boyunca en önemsediğim şeylerden biri olan maneviyatım hakkında yanlış anlaşılmalar olduğunu görünce; bu satırları yazmadan edemezdim; edemedim de zaten.
Benim karşı olduğum, hidayete ermek değil, insanların sahip olmadığı inanç, duygu ve düşüncelere zorlanmasıdır. İslamiyetin en temel mesajlarından biri de " Dinde zorlama yoktur. " olduğuna göre, hoşgörülü olmayı, özellikle dini konularda çok daha fazla önemsiyor ve buna uygun biçimde yaşamaya ve davranmaya çalışıyorum. Bu, bugüne kadar anlaşılmamışsa, bundan sonra anlaşılır inşallah.
Olanı olduğu gibi, kendimi olduğum gibi anlatmaya çalışan biri olarak, doğru anlaşılmak, düşüncelerimi doğru ifade edebilmek, benim için hayati önemde. Umarim ne demek istediğim, bu kez doğru anlaşılmıştır. Yoksa kendimi bunca yıllık çabamda, çok başarısız olmuş sayarım.
Not: Yazıda kullanılan görsel internetten alınmıştır.