Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '20

 
Kategori
Sinema
 

Hindistan'da Kadın Olmak: DEVI

   Yapılan araştırmalar gösteriyor ki Hindistan’da sokakta yaşayanların %40’ını kadınlar oluşturuyor. Farklı sosyal yapılar, farklı dini inançlar, eğitim problemi ve bir de üstüne erkek egemen anlayışı ve gelenekler eklendiğinde; baskı daha da artıyor ve karşı konulamaz bir hal alıyor. Geleneklerde kız ailesinin yükü o kadar ağır ki evlilikte erkek tarafına maddi hediyeler vermekle birlikte, düğünün tüm masrafını üstleniyorlar. Tüm bunlara hamilelik aşamasında kız çocuklarının aldırılma oranını eklemiyorum bile. Geleneksel kast sisteminin olduğu ülkede, kastlar arası evlilik kabul görmüyor ve çoğunlukla namus cinayetiyle sonlandırılıyor.

   Evlenme yaşı yasalarla açıklanmış olmasına rağmen, beşik kertmesi çok yaygın ve küçük yaşta verilen sözlerden sonra yasal yaşa gelindiğinde kızlar damadın evine gönderiliyor. Küçük kız çocukları kendinden çok büyük erkeklerle evlendiriliyor. Ayrıca, tecavüz davaları toplumun kanayan yarası olarak karşımıza çıkıyor. Kadınlar şiddete maruz kalsa bile bunu bildirmiyor ve kimse onlara yardımcı olmuyor. Dünyadaki kadın intiharlarının yaklaşık %40’ı da Hindistan’da görülüyor. Büyük çoğunluğu evli kadınlardan oluşuyor ve bu oran dünya ortalamasının iki katı. Tüm dünyada kadın sorunlarının olduğu ve çözümsüz kalındığı durumların varlığı ise göze çarpıyor. Adaletsiz sistemler, olumsuz koşullar altında yaşayan kadınları eziyor ve bu kadınların seslerinin duyulmasına olanak verilmiyor. Bir de bunun üstüne cinsel suçlar ve şiddet eklendiğinde, toplumsal eşitlik ve insan hakları üzerine açılamaz bir kapı çıkıyor karşılarına.

   “Burada güvendesin.” Yönetmen Priyanka Banerjee'nin yönettiği Devi, bu cümleyle hikâyeyi özetliyor. Hindistan’da her 22 dakikada bir kadın tecavüze uğruyor ve sessiz çığlıklarıyla tüm dünyaya sesini duyurmaya çalışıyor. Her gün 90 dava bildirilmesine rağmen, binlercesi kayboluyor ya da susuyor. Filmin açıklama bölümündeki şu üç cümle ise ekibin acı çığlıklarla her şeyi gözler önüne sermeyi planladıklarının kanıtı oluyor.

Kardeşliğin hikâyesi

Acının hikâyesi

Gerçeğin hikâyesi

   İlk sahnede 9 tane kadın, seyircinin dikkatini çekiyor. Hepsi ölü ve bir evde toplanmış. Seyirci hepsinin ölü olduğunu filmin ilerleyen zamanında anlasa da, ölümden sonraki hayat gerçeği bir tokat gibi yüzlerine çarpıyor. Hala korkuyorlar ve hala eşlerinin, babalarının ya da ağabeylerinin onları bulabileceklerini düşünüp, o anın gelmemesi için beklemedeler. Yeni bir kurbanın ölüm haberinin haberlerde duyurulması ve aynı anda çalan kapı, tüm ülkenin şiddet ve öfke ile dolu olduğunun söylenmesiyle, biri yüzünü başka bir yere çevirip; gözünü kapıyor. Her şeyin faydasız ve boşa olduğunun farkındadırlar. İnsanlar, zamanla her şeyi unutuyor ve adalet bu acımasız davalarda bir işe yaramıyor. Evde yerini almak üzere aralarına katılacak yeni bir kadın kurban vardır. Ölüm oranları çok fazla olduğu için evde kişi sayısı artacak ve gelecek kadınlar için evde yeterince yer olmadığı göze çarpmaktadır.

 

   Her defasında evden gideceğini söyleyenler çıksa da kimse bir yere gitmez, gidemez. Aralarında sınavlarına çalışan bir tıp öğrencisi vardır fakat sınavlara hiçbir zaman giremeyecektir. Sadece hayallerini yaşatmaya ve devam ettirmeye çalışmaktadır. Hala umudunun devam ettiğini göstermektedir seyirciye ve bir çıkar yol arıyordur. Aralarında farklılıkları ve inançları üzerine sürekli bir tartışma konusu olsa da Kajol araya girerek kavga etmemelerini açıklamalar yaparak söyler.  Seyirci ise iki kadının sözlerine odaklanır. Biri “Burada tanrı yok, peki o zaman neden tapıyorsunuz?” diye sorarken diğeri “Kimse onlara burada kalmalarını söylemedi, sormadı. Tecavüze uğradılar, öldürüldüler. Kimsenin rızası yoktu” diye cevap verir. Hepsinin farklı hikâyeleri fakat o farklılıkların içinde de benzerlikleri vardı. İçlerinden birinin 12 yaşında evlendiğini ifade edişi, eğitim durumu ile ilgili konuşması ise ülkenin gerçeğini kanıtlar nitelikteydi.  

Tecavüzün travması sonucu öldüm.

Senin en azından ağlamak için zamanın vardı. 

   Acı çekerek ölmek demek, acının derecesini anlatamamak ve ifade edememek belki de acının en büyüğüydü. Ne kadar travmatik olduğunu da kanıtlamış olmak demekti. Kajol’un “şeytanlar arasında kaldık.” cümlesi ise erkeklerin arasında kalacaklarına bu evde sıkışıp kalmayı daha kolay ve güvenli bulduklarını gösteriyordu. Kapının çalmasıyla birlikte sıradaki gelenin kim olduğu tartışılmaya başlanmıştı. Aynı kaderi yaşayan bu 9 kadının konuştuklarının üzerine kapıdan içeriye küçük bir kız çocuğunun girmesiyle tüm o konuşulanların boş ve geçersiz olduğu gözler önüne serilir.  Durumun bu kadar korkunç olabileceğini ise hiçbiri düşünemezdi. Küçük bir kız çocuğu bu şeytanlardan kurtulamamış ve aralarında yerini almak zorunda bırakılmıştı. Kızın içeri girmesinden önce gelen kişiyi göndermeyi konuşmuşlar ve şimdi bu konuşma onları suçlu hissettirmişti. Gelen kişinin bu kadar küçük olabileceği kimsenin aklına gelmemişti.

   Sağır olan, kısa şort giyen, içki içen, burka ve sari giyen, eğitimli, eğitimsiz, farklı dinden olan bu kadınlar tek bir ortak noktada birleşmişti. Tecavüz ise tüm bunlardan bağımsız başlı başına bir suçtu.

   Başrolünde ünlü Hint oyuncu Kajol’un yer aldığı kısa film Devi, ismiyle Türkçede Tanrıça anlamına gelmektedir. Filmin sonunda yazan bir yazı ise o kadar açıklayıcı olmuş ki kendi insanının bile anlamlandıramadığı bu gerçekle her yıl yüzleştiklerini düşünmek bile korkutucu. Tanrıçalara tapan bir ülkenin, bu kadar kadın cinayetine ve tecavüzüne maruz bırakması gerçekten gerçekle yüzleşmeye olanak sağlamış ya da gerçekle yüzleşmenin korkunçluğuna.13 dakika uzunluğundaki filmin verdiği mesaj birçok ülkenin kanayan yarası ve birçok filmin de vermek istediği mesajların başında yer alıyor.

İyi seyirler...

 

 
Toplam blog
: 57
: 280
Kayıt tarihi
: 18.07.15
 
 

1992 yılı İstanbul doğumlu. İlkokulu İstanbul'da okudu, ortaokulu ve liseyi Edirne'de bitirdi. Kara..