- Kategori
- Haftasonu
Hızlı tren ve Eskişehir

Eskişehir, Porsuk Çayı ...
Bir süredir gitmek için planlar yaptığımız, ancak uzun bir aradan sonra nihayet gidebildiğimiz; memleketim Eskişehir.
Hayat koşuşturmacasında, iş ve ev arasında mekik dokurken hep ertelemek zorunda kaldığım yolculuk.
Meğer ne kadar yakınmış Eskişehir ve ne rahatmış hızlı trenle yolculuk. 3 saatlik otobüs yolculuğunu gözünde büyüten Ankaralılar için kesinlikle tavsiye ediyorum. İstanbullulara ise sabır diliyorum, birkaç sene sonra onlar da bu yolculuğun keyfini sürmeye başlayacaklar inşallah.
Gezmek amacıyla Eskişehir'de bulunmak bir türlü kısmet olmamıştı. Hem benim bu özlemim, hem de eşimin ve ailesinin de Eskişehiri görme istekleri birleşince artık bize Eskişehir yolu görünmüş oldu..
Kayınvalidem, eşimin kardeşi ve eşi, yakında 4 yaşına girecek olan ve yolculuktan en çok keyif aldığını düşündüğüm sevgili yeğenimiz Batuhan ve biz; eşim ve kızım...
Cuma akşamı Ankara Garında buluştuk ve hızlı trene bindik..
Kalabalık gitmek epeyi bir keyifli oldu..
Vagondaki oturma düzeni ilk başta bize oldukça garip geldi. Aynen otobüs ve diğer trenlerde olduğu gibi ortada bir koridor ve bu koridorun her iki yanında da ikişerli koltuklar var. Ancak farklı olan şey, vagonun tam ortasında 2 adet masa var ve bütün koltuklar da bu masalara bakacak şekilde yerleştirilmiş. Yani bir futbol sahasını 2 uzun kenarındaki seyircileri kırparak vagonun içine koyduğunuzu düşünün ve sahayı da ortadaki masa olarak hayal edin. Koltukların yarısı bir kalenin arkasındaki oturma düzeninde, diğer yarısı da diğer kale arkasının oturma düzeninde yerleştirilmiş.
Bu oturma düzeninde yolcuların yarısı Eskişehir'e geri geri gitmiş oldu maalesef. Ne yazık ki bu grubun içinde biz de vardık.
Ancak, tren hızlandıkça geri geri gitme hissi ortadan kayboluyor, yolculuğun gece olması ve karanlıkta pencereden dışarıyı göremeyişimizin de belki geri geri gitme hissini pek fazla yaşamamamızda katkısı olabilir tabi ki...
Vagonların tavan kısmında monitörler var. Tren hareket edince bu monitörlerden film yayını başladı. Gösterilen film tahmin edebileceğiniz gibi "Devrim Arabaları". Ancak yolculuk süresi film süresinden daha kısa olduğu için filmi sonuna kadar izlemek maalesef bu yolculuk esnasında mümkün olamıyor... Film oynatılırken aynı zamanda ekranda trenin o anda kaç km. hızla yol aldığı da gösteriliyor. Yolun durumuna göre sürekli değişen hızla yol alan trenimiz saatte 255 km.lik hıza kadar ulaşıyor.
Biraz treni inceleyelim, biraz sohbet edelim derken bir de baktık ki neredeyse Eskişehir'e varmak üzereyiz, 1, 5 saatlik yolculuk bize o kadar kısa geldi ki.
Bizi bekleyen annemin hazırladığı meşhur börekleri ve böreklere çok yakıştığını düşündüğüm ve her gittiğimde yemeden duramadığım kaymak ve sıcak çay, yolculuk sonrasında yapılan zengin bir kahvaltı gibisi yok vallahi.
Gece geç vakite kadar süren sohbetlerden sonra yorgunluk ağır bastı ve yattık, 2 günlük haftasonu tatilimizde bizi zevkli ama yorucu bir gün bekliyordu, kısacık tatilimizde mümkün olduğunca çok yer gezmeliydik.
Güneşli bir sabah ve fırından alınan sıcacık simitlerle güzel bir kahvaltıdan sonra nihayet Eskişehir’i keşfe çıktık …
Tramvayla, ilk durağımız olan Kentpark'a gittik.
İnsanların keyifli bir gün geçirmesi için düzenlenmiş bir park burası; çocuklar için oyun alanları, bir tarafta göletin içinde yüzen balıkları seyreden insanlar, diğer yanda her ne kadar mevsim nedeniyle kapalı olsa da Eskişehir'de deniz hissini veren plajı ve yanındaki yüzme havuzları, içinde atların yeraldığı bir hara ve at binme alanları, yemyeşil gezinti yolları ve restoranlar.... Keyifli bir park gezisi oldu bizim için...
Sonraki durağımız çarşı... Meydanlar başta olmak üzere neredeyse her boş gördükleri alana bir heykel kondurmuşlar. Tam bir Avrupa kenti gibi görünüyor Eskişehir. Yayalara ayrılan alanların çokluğu ve büyüklüğü, Porsuk Çayının üzerindeki güzelim köprüler, cıvıl cıvıl gençlerin doldurduğu kafelerin yoğun olduğu caddeler, aynı zamanda bir üniversite şehri olan Eskişehir'in nasıl hızla geliştiğine, büyüdüğüne tanık olmak güzel bir duygu..
Bir Sultanahmet Köftecisinde hızlıca karnımızı doyurduktan sonra merak ettiğim Venediği anımsatan gondollara binmeyi düşündük. Ancak hem kalabalık bir grup olduğumuzdan, hem de gondollarda çok fazla sıra olduğundan, daha çok yolcu taşıyabilen botlara binmeyi tercih ettik. Her iki yakası da kafelerle dolu, güzel bir şekilde düzenlenmiş bir hat boyunca Porsuk Çayı üzerinde botla gezdik. Gondola binmenin de ayrı bir zevki olacağı muhakkak, o da başka sefere inşallah.
Akşam oldu, biz çarşı gezmesine devam ettik. Cıvıl cıvıl ışıl ışıl sokaklar, gençlerin doldurduğu kafeler, akşam daha bir canlı daha bir güzel oluyormuş...
Nihayetinde günümüzü bir alışveriş merkezi olan Espark'ta noktalamaya karar verdik. Tabi ki yeğenimiz Batuhan'ı çocuklar için düzenlenmiş olan oyun alanından ayırmakta epeyi bir zorlanarak...
Ertesi günki gezimize, Eskişehir'in bir başka simgesi olan Odunpazarı Evleri ile başladık.
Aynı Safranbolu Evleri veya Ankara Beypazarı Evleri gibi restore edilen birçok tarihi evin bulunduğu sokaklarda mümkün olsa da o dönemlere gidip gelebilsek ne güzel olurdu diye düşünmeden edemiyor insan..
Aynı bölgede bulunan camdan yapılmış pek çok güzel ürünün teşhir edildiği Cam Müzesi, Mimar Sinan tarafından yapılmış 500 yıllık Kurşunlu Cami Külliyesi ve içindeki Lüle Taşı Müzesi, ayrıca lüle taşından yapılan hediyelik eşyaların satıldığı Atlıhan... Yarım gün boyunca tüm bu yerleri gezmemize rağmen Odunpazarında göremediğimiz pek çok tarihi ve turistik yeri arkamızda bırakarak Eskişehir'in bir başka simgesi olan korsan gemili parka; Bilim, Sanat ve Kültür Parkı'na doğru yola koyulduk.
Çocukların olduğu kadar büyüklerin de merakla gezdiği korsan gemisi gayet güzel dekore edilmiş... Filmlerden izlediğimiz kadarıyla bildiğimiz gerçek boyutlarda gerçek bir korsan gemisi...
Şu anda bu parkın tek özelliği bu korsan gemisi olmakla birlikte, yapımı devam eden, disney çizgifilmlerinde gördüklerimize benzer devasa bir şato ve bilimsel, sanatsal faaliyetlerin sergileneceği alanların tamamlanmasından sonra yine müthiş bir park olacağına eminim. Parkın içinde ayrıca Nuhun Gemisinin ufak bir örneği ve parkın etrafını dolaşan mini bir tren bulunmakta.
Batuhan'ı parktaki oyun alanlarından ayırmakda yine zorlansak da Ankara'ya dönüş zamanımız yaklaşırken, Eskişehir'e gelip de çibörek yemeden olmaz diyerek yolumuzun üstündeki en yakın "Çibörek Evine" uğradık... (yanlış yazmayalım : çiğ değil, çi börek - kıpçak lehçesinde lezzetli, leziz, güzel anlamında)
Tatarlara has çeşitli yemeklerin de yeraldığı ve ilk olarak temizliği ve güleryüzlü personeliyle dikkatimizi çeken börekevinden zaman darlığı nedeniyle paket ettirdiğimiz çiböreklerle eve döndük. Bir dahaki gelişimizde diğer börek ve yemek çeşitlerinin de tadına mutlaka bakmalıyım diye düşündüm...
Karnımızı çiböreklerle doyurduktan sonra hızla hazırlanarak Ankara'ya dönmek üzere Eskişehir Garı'na geldik...
Gara yaklaştığımızda müthiş bir trafik vardı ve arabalar çok ağır bir şekilde ilerliyordu.
"Hızlı Tren'den sonra böyle oldu" dedi taksici. "İstanbul tarafı da bittiğinde bu gar bu kadar yolcuyu kaldırmaz" diye de ekledi.
Gerçekten de Hızlı Tren'in Eskişehir Turizmine çok büyük bir katkı sağladığı muhakkak.
Yorgun ama mutlu bir şekilde, ayrıca Eskişehir'in henüz göremediğimiz daha pek çok güzel yerini bir dahaki sefere görebilme umuduyla, yine bir hızlı trenle eve döndük...
Dönüş yolunda bir sonraki yolculuk planlarımızı yapmak müthiş keyifliydi doğrusu ...
Sevgiyle kalın......