Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ocak '16

 
Kategori
Blog
 

Hoşaf''tan anlar mısınız?

Hoşaf''tan anlar mısınız?
 

 Bir gazeteyi, dergiyi ve hatta "haber" kaynaklı bir makaleyi elbette "Konu nedir?" merakıyla ve bilgilenme amacıyla okuruz. "Ne anlatıldığıdır" bizim için önemli olan, "nasıl anlatıldığı" ikinci planda kalır, e tabii, bu konuda da pek titiz değilseniz. (Oysa bu konuda da titizlik göstermek gerekir zira "rotatifler de" yalan söyler.)

Ama bir roman veya öykü kitabını elinize aldığınızda eserin "nasıl yazıldığına" es geçip "ne yazıldığına" ağırlık verirseniz okuduklarınız size pek tat vermez.

Hoşafın sadece suyunu içmeye benzer bu tutum!

Tamam, kabul ediyorum!

Okunması gerçekten zor ama aynı oranda keyifli olan bir Orhan Pamuk'a niyetlendiyseniz ve sizin için "anlatılan konu" öncelikliyse sükutu hayale uğramanız kaçınılmaz olur.

"3 sayfa okudum, bir şey anlamadım birader!" diye yakınırsınız sonuçta (Pek çokları gibi).

Suçlu olan; kitapları dünyanın çeşitli dillerine çevirilen ve dış ülkelerde daha çok okunan ve üstüne üstlük pek öyle kolayından verilmeyen " Nobel Edebiyat Ödülüne" layık görülmüş Orhan Pamuk'tur!

Kendinize pek toz kondurtmaz; " O Nobel ödülü ona siyasi şeysi için verildi zaten!" diyerek avunursunuz.

(Ne kadar da hazindir içine düştüğünüz bu talihsiz durum.)

Oysa sizinle aynı fikirde olmakla birlikte sizden biraz daha akıllı olan bazı okurlar çok daha diplomatik yaklaşırlar konuya.

"Orhan Pamuk, benim tarzım değil." derler mesela... Öyle yekten "Bir şey anlamadım birader!" deme gafletine düşmezler. Okuyup anlamışlardır Orhan Pamuk'u ama "tarzları" değildir işte.

Aslında bu da kuyruklu bir yalandır ama hiç olmazsa kuyruğu dik tutmaya yarar.

Ama bu "grizgâh" yeter! Konumuz "Milliyet Blog Sitesi" zira!

Okumasını bilmeyenin yazı da yazamayacağını çok kereler ve dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım ama bir arpa boyu yol kat ettiğimi söyleyemem! ( İddialı bir OKUR olarak söylüyorum bütün bunları yoksa yazarlık kim, ben kim?)

Hoş...

Yeniyıla dakikalar kala "Ispanağın faydaları" başlıklı (ruhsuz ve rabıtasız) bir yazıyı yayına verme cesareti gösterenlere, en çok tık alan yazıları "Rus karıları" ile ilgili olanlara, idolleri olan köşe yazarlarından bir güzel tırtıklayarak siyasi değerlendirmeler yapanlara, milyonlarca kişinin zaten tribünlerden ve televizyonlardan izlediği maçları "analiz" adı altında tekrarlayanlara, çok tık geliyor diyerek "Astrolojik" takılanlara, "Mehdi Efendimizi" (Geldi, gelecek, azzz sonra burada diye.) anlatanlara, 1.,2.,3. Bölüm diyerek "hayatının romanını" tefrika edenlere, gizli kalmasını istirham ederek "mesajlar" kanalıyla bir güzel kaynatanlara, üyelerle ilgili vefat ve hastalık haberlerini yazmaktan "garip" bir tat alan "felaket tellallarına", pek bilimsel, pek ciddi takılanlara, okumadıkları yazılara "elinize, klavyenize kurban olayım" mealinden sapık yorumlar gönderenlere, "Ulan acaba bir manita düşürebilir miyim?" niyetiyle klavye başına oturanlara, "Hakkımda" bölümünde "yazamasam çıldıracaktım" dediği halde iki yazı sonrası siteye uğramayanlara, her satıra tek sözcük "şiir" yazdığını sananlara, "Efendim 5 bin blog yazdım, 8 bin yorum aldım dile kolay ama editörlerden tık yok." diyerek editörlere zarf atanlara, bu "blog" işinden nafakamı çıkarabilir miyim, diyenlere, siteye bir şekilde (ve kaçınılmaz olarak) sızmış "poşetçileri", "dızdızcıları", "vay babamcıları", "koçancıları", "indrakadrileri", iflah olmaz "megalomanları", ondan da öte kendine tapan "narsistleri" farkedemeden "Bizler burada bir aile gibiyiz ayol," saptamaları yapan şaşkınlara  ve hepsinden de önemlisi, en ufak bir eleştiride (Kovun artık şu Culduz'u diyerek.) soluğu değerli editörümüz Başak Hanım'da alanlara...

Ne anlatabilirdim ki?

Açıkça söylemek gerekirse (şu son zamanlarda) ben de okumuyorum bu sitedeki yazılanları, (istisnalar dışında)sadece göz gezdiriyorum ve umudum kalmadı artık. O eski titizliğimden, ilgimi çeken yazılara bir değil, üç, beş yorum birden göndermekten çoktan vazgeçtim. Yazılarıma gelen (ilgisiz, alakasız ve rabıtasız)yorumlara bakınca benim de yazılarımın okunmadığını ama "okurmuş" gibi yapıldığını pek âlâ anlıyorum.

Öte yandan...

Önerdiğim üyelerin çoğu yazmıyor artık. Bir kısmı da rahmetli oldu.

"İnsanı" yazabildikleri için "önermiştim" ben onları. Laf aramızda yazıya aşina oldukları kadar "okumasını da" biliyorlardı bana göre.

Sahneye çıkan bir şovmen, sunucu, aktör, şarkıcı vs. elbette seyirciden "olumlu" tepkiler bekler

Ama "yazar"ın özellikle de "köşe" yazarlarının böyle bir lüksü yoktur.

Sadece güzel yazmaları yetmez; "olumlu" olduğu kadar "olumsuz" tepkiler de beklerler. En çok ilgi gören köşecilerin polemikçi olmaları tesadüf değildir.

Herkes tarafından "sevilmek" ise pek de "sağlıklı" bir durum olmasa gerek. Bir yazıyı "memnun olanların" tepkileri kadar, o yazıdan "ırgalananların" verdiği tepkiler de "değerli" kılar!

Yazı uğraşına sevdalı Blog üyeleri de bu doğrultuda vaziyet almaları gerekir.

Ve evet, bu da bir "yetenek" işidir.

Toparlarsak dostlar...

"Ne yazdığınız" kadar, "nasıl yazdığınıza" da özen gösterirseniz sırtınız yere gelmez!

Bir de "edebiyatı" ıskalamamanız gerek.

Ne kadar okunduğunuz ise sadece minik bir ayrıntıdır.
 

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..