Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Temmuz '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hümanistlik de bir yere kadar!

Hümanistlik de bir yere kadar!
 

Kaynak: İnternet


Biz “com.tr” yazarları öyle her gün yazı yazmayız; yazdığımız yazılar biraz okunsun isteriz zira… Basılı gazetede yazılarımızın çıkmadığı gibi gazetenin internet sayfasında da öyle görülür-bulunur yerlerde de değildir yazılarımız; hiçbir maddi getirisi olmadığından dolayı tek derdimiz okunmaktır…

Gönül işidir yaptığımız, gönlün de istediği basit bir takdirdir ki bu durumda okunmak, en basit hali ile, takdir göstergesi olup, emek ile yazılan yazının en azından bir-kaç gün orada kalıp da daha fazla okunmasıdır!

Emek ile yazılan yazıların karşılığı yalnızca “okunma” olunca, ister-istemez yazan kişi buna odaklanır duruma geliyor…

Güzel bir şey değil, ama gerçek!

“Marifet iltifata tabidir” diye bir söz vardır; bizim de iltifatımız okunmak işte!...

İş bu yazı ile “Bilmem kaç lira alıyorsun da bunları yazıyorsun?” diyenlere cevabım: Bir kuruş dahi almıyorum! O nedenle zaten öyle paldır-küldür yazıyorum!

******

Hakikaten, paldır-küldür yazıyorum; yazılarım editörler tarafından elden geçirilmediğinden tüm klavye hatalarımla karşınıza çıkıyorum: Hatasız bir makale altında adımı görürseniz, inanmayın; zira her yazımda mutlaka bir klavye hatası yapmaktayım” diye de boşuna demiyorum!

******

Neyse… Son günlerde bir yazasım var; sanki arkamdan atlı kovalıyor! “Yaz, ama bunu da yaz!” halleri…

Hayırdır inşallah, ya öleceğim ya da şu gönül işi köşemden azledileceğim!

******

Böyle bir konuda sizleri bilgilendirdikten sonra umarım bana “ Paraya para demeyen gazeteci muamelesi” yapmazsınız!

******

Bunca acıklı Türk filmi kıvamında açıklamalardan sonra “Size yazarım diyebilir miyim?” diyecek jön ve bu nidayı seslendirecek bas-bariton ses olmayacağına göre; bildiğim yolda devam edeyim…

******

Bildiğim yol en basit olanı; yalansız-dolansız bir yaşam!

Öyle basit, öyle ferah!...

Kibirsiz bir yaşam: Biraz yavan; öyle gösterişsiz, efendime söyleyeyim, ne marka olabilirsin bu halde, ne de twitlerin tavan yapar; öyle mütevazı yani…

Becerebilsem yapacağım, anasını satayım, beceremiyorum la!

******

“Bilip de yapmamak” diye bir şey var; akıl çok şeye yeter lakin vicdan aklı dengeler! (Kimse söylemediyse eğer, güzel bir söz oldu, aferin bana!)

******

İnsan faktörüne odaklanmışım; böyle bir hamurum var; insanın “İnsan” gibi yaşamasından yanayım; ne dürtülerini sorgulamak ne de sınırlamak haddi olmamalı hiçbir insanın!

Hayvan nasıl ki hayvanlığını koruyorsa, insan da “İnsan” lığını korumalı; bir hayvanın çiftleşmek istemeyen bir diğer hayvana tecavüz etmesi nasıl ki mümkün değilse, “İnsan” adı konulan yaratığın da kodlarında bu bilgi mutlaka var!

Lakin; yoğun bir beyin yıkama programıyla “İnsan” cinsinin “Erkek” olanına “Erkek olan adam” koduyla insanlıkla ilgisi olmayan bilgiler yüklenip, “Ne yaparsan yap yiğidim, erkeksin!” diyerek alkışlanarak yüklenen bilgiler pekiştirilmiştir!

Yükleyenler kimlerdir? Adamlardır elbet! Adamların kadınları da, bir süre sonra, ister isteyerek-ister istemeyerek; ama bilerek-ama bilmeyerek destek vermişlerdir!

******

Kızları töreye kurban edilen anaları hep merak etmişimdir; bir ana yüreği nasıl dayanır diye?

Bir arkadaşım var, Diyarbakırlı; yıllar önce çıkmışlar oradan, önce İstanbul’a, sonra İzmir’e gelmişler.

Arkadaşım Münoş, eşinden ayrıldıktan sonra “Baba evi” yerine “Ana evi” ne sığındı; zira babası Münoş on yedi yaşındayken rahmetli olmuştu!

Vakti zamanında evin büyüğü olarak çalışmış, çırpınmış, kardeşlerinin okumalarını sağlamış ve çalıştığı yerde öğle tatilinde bir dondurma bile yememiş; evden getirdiği ekmek arası salça-peynir-marul ile beslenirken döner-ekmek yemeğe giden arkadaşlarının etkisinde kalmamak için çaba sarfetmiş…

Münoş, annesinden hep beddua duymuş; insan inanamıyor, lakin bir akşam eve geç gelince anne, namus meselesi, diyerek kapıyı kilitliyor!

Namusunu kirleten(!) kızını sokakta bırakıyor!

Kar mıdır, kış mıdır?

Bu kız bu saatte nereye gider, nerede yatar?  Umurunda değil, yalnızca “Bu saatte eve gelen kız namussuzdur!” diyor ve cezasını kesiyor!

Münoş kırk yaşlarında, annesinin bu durumuna vereceğiniz tepkiyi biraz içinizde tutun derim: Münoş’un on beş yaşındaki güzelim kızına da aynı cezayı uyguluyor anne hanım; On beş yaşındaki kızı, evin kapısını kilitleyerek içeri almıyor; geç geldi diye!...

On beş yaşındaki kızı gecenin bir vakti sokakta bırakıyor bu namazında ve niyazında olan kadın; “Namus” uğruna yapıyor! Hay, namusunuza!...

Bir kadın nasıl böyle bir şey yapar? Aklı almıyor insanın ama gerçek, maalesef…

******

Elli yaşıma kadar “İnsan” a saygı duydum; hiçbir insan evladının kötülükle doğmadığına inandım; genlere inandım ama sevgi ve eğitimle hallolacağını savundum; üzgünüm ama artık herkesi “İnsan” olarak görememekteyim!

İnancımı kıran herkesin sorumluluğu vardır; Akıl herkese üç aşağı-beş yukarı bahşedilmiştir; yürek derseniz “Kalp” herkeste var!

Vicdan da bahşedilmiştir mutlaka herkese, “Merhamet” duygusu da keza…

“Hayvan” dediğin, yeminle, mamasını koyarken, çok aç olsa bile, geri çekiliyor; bir minnet, bir teşekkür, bir saygı göstergesi olarak…

“İnsan” dediğin daha aç, daha nankör, daha acımasız olmuşsa…

İnsana “İnsan” demem merhameti, sevgisi, hoşgörüsü, efendime söyleyeyim, mantığı ve sağduyusu olmadıkça!

Bu saatten sonra ayırım yapmaya başladımsa; beni değil de yaptıranları sorgulayın!

Altı-üstü kavgasız bir aile ortamında yetişmiş bir “Cumhuriyet” çocuğuyum; ne din ile korkutuldum ne de Çingeneler ile; “Susmazsan Çingeneler alır seni giderler” denmedi, mesela, Polisler ile de korkutulmadık; Emniyet birimleri elli yaşımızda bizleri korkuttu, o başka!

Aslında “O başka” diye bir şey yok da, bakmayın “Neyse…” durumları…

******

Neyse…

Türkiye çok mutlu, mesut; öyle bir gelirleri var ki; Avrupalıların dudakları uçuklar! IMF Borcu ödenmiş, kişi başı milli gelir bilmem ne kadarmış… Kuş bakışı baksa insan ölür-biter; vay Türkiyem vay!

Civciv bakışı ise şöyle diyor: Asgari ücret ile hangi ev geçinebilir? Neden ithalat ihracatın üstünde? Bu ülkede tarım işleyecek köylü mü yok ki samanı bile ithal ediyoruz?

Halk her geçen gün vergiler ile kamburlaşırken vergiler nerelere gidiyor diye sorulamıyor ve Atatürk’ün kurduğu bankalar, hava yolları, vesaire, neden durmadan yabancılara satılıyor?

Neden “Bor” madeni ille de yabancılara devredilmek isteniliyor?

******

Satılmadık toprak, satılmadık kuruluş kalmadı; insanı severdim insan olduğundan, lakin sevemez oldum; her insan sevilmiyor zira!

Ocağıma incir ağacı dikeni de severdim, gariban olsaydı; anlardım bir şekilde, ihtiyacı vardı da ondan dolayı oldu diye…

Şekerim, yutup-bitirdiler; yetmedi! Yetmiyor… Yuh artık diyor insan “Yuh”!

Bir emekli maaşıma dahi göz diken, yok tv, yok Türk Telekom; yok bilmemne, yok içki, yok sigara falan derken peynirime, yoğurduma göz dikenler; doymadınız şekerim bir türlü! Doymadığınız gibi doyduramadınız da…

Eee, üç tarafı denizlerle çevrili, meralarında yeşillikler biten bir ülkeye ithal hayvan, ithal saman getirttiniz ya; kim tutar artık sizi?

Tarım yapamayanlara üç torba kömür, beş torba makarna verip; beş dua ile kutsadıktan sonra; gariplerim ne anlar ihracat-ithalattan, el-etek öperek uğurlarlar!

Oysa en değerli geçim kaynakları olanlar ellerinden alınmakla birlikte ihracatı yapılan ürünler de “İthalatı yapılanlara” boş yere dönüştürülmemiştir!

İhracat-ithalatı bilmeyenler “Dış ticaret hacmi” denilip de verilen rakamlara ağızları açık bir şekilde bakar ve inanırlar!

İhracat; o ülke içinde tüketimi fazla olan bir malın diğer ülkelere satılmasıdır. Öncelik ülke içinde doygunluktur, fazlası ihraç edilir ki amaç para kazanmaktır!

İthalat yapanların da amacı para kazanmaktır; bir ülke ancak kendi sınırları içinde üretilmeyip de ciddi anlamda talep olan bir malı ithal eder. Mesela kimyevi maddelerdir, efendime söyleyeyim, Türkiye Cumhuriyeti içerisinde bulunması mümkün olmayan maddelerdir, teknolojidir, falan…

Saman ülkemizde bulunmayan bir şey midir? Canlı hayvan? Buğday, anasını satayım, ithal edilir mi?

İthalat yapan ülkeleri bizim ihracat yaptığımız gibi düşünün; her bir ihracatçı kazanç sağlar, her bir ithalatçı, yani ihracatçının malını alan, paraları sayar!

Ülke içinde hiç olmayan ve gereksinimi şart olan şeyler ithal edilir, bedeli neyse de ödenir de; ülke içinde üretilenlerin üretimi bir şekilde durdurulup, bir şekilde bedeli ödenmediği ve ekicinin şevkinin kırıldığı sabit olup da aynı mamulün ithal edilmesi, ısrar ile üzerinde durulması gereken bir durumdur!

******

Doğanın “Cennet” gibi bahşettiği bir ülkede insanlar aç, tarım alanları istimlak edilmiş bir durumdaysa ve en verimli mahsullerimiz ithal edilme durumundaysa…

Ve, maalesef, hiçbir üretici ses ve seda çıkartmıyorsa… Ya da seslerini duyuramıyorlarsa…

“İnsanlar layık oldukları şekilde yönetilirler” diyor insan; affedersiniz, kıçımı da yırtsam, Münoş’un annesine “Namus” olayını anlatamayacağımın kabulü gibi…

Hümanistliğim epey bir zarar gördü; gereksiz enerji harcamaktansa hak edenlere daha fazla yoğunlaşmam gerektiğini düşünür oldum!

 

http//twitter.com/Gulgunkaraoglu

gulgun_2006@hotmail.com

 

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..