Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Şubat '22

 
Kategori
Öykü
 

HUZUR EVİ

HUZUR EVİ
Kasımın 24 üydü. Telefonu tuşladı, birkaç kez çaldıktan sonra açıldı. Ancak biraz zor anlaştılar çünkü yaşlanmıştı öğretmeni, kulakları duymuyor çok zor işitiyordu. Aynı zamanda üç yaşından beri komşusu olan İlkokul öğretmeninin öğretmenler gününü kutlamak için, sesini duyurabilmek için çok çaba göstermişti Süleyman. Neyse ki sonunda güç de olsa hem kendini tanıtabilmiş, hem de gününü kutlayabilmişti öğretmeninin.
Süleyman belki de en vefalı öğrencilerinden biriydi hocasının ama geçen birkaç yılda çok badireli günler atlattığı için ne bayramlarda ne de diğer özel günlerde kimseye telefon açıp kutlamamıştı. Son iki yıl onun için çok zor geçmiş, arka arkaya bir sürü üzüntülü günler yaşamıştı.
Bu öğretmenler gününde kendi sesini çok zor duyurabilse de öğretmeni telefonda,
“Süleyman oğlum, biliyor musun ben öğretmenlik hayatımda kısa bir süre de olsa Manisa Salihli’nin Delibaşlı köyünde öğretmenlik yaptım. Orada Hurşit Yalçınkaya isminde bir öğrencim de var. Onu bulabilir misin rica etsem” deyince Süleyman,
“Tabiki hocam, bulabilirim. Siz hiç merak etmeyin” dedi.
Telefonu kapattıktan sonra Süleyman, “ Allah allah, bu kadar zaman geçtikten sonra adını soyadını dahi unutmamış öğrencisinin. Acaba neden arıyor? Yoksa ilkokulda benim gibi onu da çok mu dövdü, vijdan azabı çekip helallik mi almak istiyor? Gibi sorular geçti aklından ama öğretmeninden çekinip soramamıştı neden öğrencisine ulaşmak istediğini.
Kendi işlerine döndü Süleyman. Evde tadilat yapıyordu, boya badana işleri, zemin döşeme işleri ve sair bi sürü işler vardı önünde. Yavaş yavaş yapıyordu. Acelesi yoktu. Emekli olduğu için bir gün iş yapıyorsa iki gün dinleniyordu. Bu şekilde günler geçip işlerini haifletmesi Mayıs ayını buldu. Ancak öğretmenine verdiği söz onu rahatsız ediyordu. Manisa’nın Salihli kazasına gidip Hurşit’i arayıp bulmak ve öğretmeniyle görüştürmek istiyordu. Öğretmeni çok yaşlandığı için, ölüm kime ne zaman gelir bilinmez ama sözünü yerine getiremeden hak baki olur da öte dünyaya göçerse, bu durumun kendisini çok üzeceğini, vijdan azabı çekmesine neden olacağını düşünüyordu. Bu yüzden ertesi gün trenle Salihli’ye gitmeye ve Hurşit’i arayıp bulmaya karar verdi.
Sabah uyandığında saat 06.15’i gösteriyordu. Uşak treni İzmir Basmane Garından 07.30 da kalkacaktı. Yüzünü yıkayıp giyindi ve Metro ile Basmane Garına gitti. Salihliye bilet aldı. Tren tam saatinde kalktı. Salihli’ye varması saat 10.30’u buldu.
Trenden iner inmez istasyonun yanındaki banklardan birinde biraz oturup kendine gelmek istedi Süleyman. Hava gayet güzeldi, banka oturduğunda derin derin soludu. Sağ yanındaki dört yanı musluklu bir anıta benzer çeşmeden su içmek istediyse de oturduğu banktan kalkma mecalini kendinde göremedi. Beş on dakika sonra çeşmeye, bisikletli biri geldi ve yanındaki bidonları su doldurmaya koyuldu. Adamı oturduğu yerden izleyen Süleyman,
“Selamunaleyküm” dedi. Adam,
“Aleykümselam” diye karşılık verdi. Süleyman,
“Hurşit Yalçınkaya adında birini arıyorum” dedi. Adam şöyle bir doğruldu Süleyman’a baktı ve
“Ne yapacaksın Hurşıt Yalçınkaya’yı?” diye sordu. Süleyman,
“Benim İlkokul öğretmenim onun da hocasıymış vakti zamanında, burada Delibaşlı köyünde öğretmenlik yapmış. Benden rica etti hocam, onu bulup ilkokul öğretmenimizle görüştüreceğim. Onun için geldim buraya. Birazdan kalkıp arayacağım Hurşit’i” dedi. Su dolduran adam,
“Hurşit benim akrabam” dedi. “Yalnız bir buçuk yıl önce öldü Hurşit. Yıllarca İzmir Karşıyaka Alaybey’de yaşadı ama maalesef bir buçuk yıl önce hastalanıp vefat etti” dedi. Süleyman,
“Yapma be, demek ki öğretmenim benden rica ettiği sırada Hurşit çoktan öteki dünyaya göçmüş. Allah rahmet eylesin.. Öğretmenime telefon açsam sen görüşür müsün?” deyince Hurşit’in akrabası,
“Tabi görüşürüm, neden olmasın” dedi.
Süleyman öğretmeninin cep telefonunu çevirdi. Hocası açtı ama telefonu cihaz takılı kulağına dayadığı için cızırtıdan anlaşamadılar. Bunun üzerine öğretmeni yanında bulunan bir kadına verdi telefonu. Kadın süleyman’a kendini tanıtıp, ne söyleyecekse kendisine söylemesini, daha sonra kendisi öğretmene söyleyeceğini ifade edince Süleyman durumu anlatıp telefonu Hurşit’in akrabasına verdi ve bu şekilde anlaştılar. Hurşit’in akrabası, telefonu kapatınca, kadının laf arasında “burası huzurevi” dediğini söyledi.. Süleyman, herhalde öğretmenim huzurevinde olan bir arkadaşını ziyarete gitti diye düşünüp bu sefer öğretmeninin evinden eşini, öğretmeninin huzurevi ziyaretinden eve döndüğünde anlatması için telefonla aramaya karar verdi.
Telefon birkaç kez çaldığında açan öğretmeninin eşi değil, oğlu Tarık’dı.
Süleyman, aynı zamanda çocukluk arkadaşı olan Tarık’a durumu anlatıp, aslında annesi Bircan teyze ile görüşmek istediğini, öğretmeniyle kulaklarının az işitmesinden dolayı yeterince anlaşamadığını bunu üzerine yanındaki bir kadın vasıtasıyla güçlükle anlaşabildiklerini, kadının bulundukları yerin huzurevi olduğunu söylemesi üzerine, herhalde öğretmeninin huzurevinde bulunan bir arkadaşını ziyarete gittiğini düşündüğünü söyleyince Tarık,
“Annemle babam huzur evine yerleştiler, ben evde yalnız kalıyorum. Annem artık yaşlandığını, ev işlerini başaramadığını söyleyip huzur evine gittiler. Hem orası çok güzel, dört yıldızlı otel gibi, çok rahatlar orada” dedi.
Süleyman duyduklarından çok etkilendi. Daha önce öğretmeninin eşi Bircan teyze Tarık’ın eşinden ayrılıp eve döndüğünü, birlikte yaşadıklarını anlatmıştı. Süleyman çok etkilendi çünkü öğretmeni ve eşi aynı zamanda üç yaşından lise son sınıfa kadar büyüdüğü aynı sokaktan komşularıydı. Düşünmek bile istemiyordu öğretmeniyle eşini huzurevinde… Bir an sessizlik oldu telefonda ne söyleyeceğini bilemedi Süleyman. Tarık’a ağzına ne gelirse söylemek istedi. Tarık'ın ağzını, burnunu kırmak istedi...
Süleyman yıllarca beş yıldızlı otellerde üst düzey yöneticilik yapmıştı. Çoğu kez şehir dışında başka otellere gidip 2-3 gün kaldığında, beş yıldızlı olsa bile insanın evini nasıl özlediğini çok iyi biliyordu. İnsan sarayda bile olsa nihayetinde evini çok özlerdi..
Bir şey söylemeden telefonu kapattı Süleyman. İki gün boyunca çok üzüldü ve kendi kendine çok kurdu. Sonunda ilkokuldan sınıf arkadaşı ve aynı zamanda komşusu Hale’yi aradı, konuyu açıp çok üzüldüğünü, neden Tarık’ın ve kız kardeşinin günde 3-4 saat ev işleri için bir kadın tutmadığını ve Tarık’ın birlikte yaşadığı anne ve babasına neden “siz nereye gidiyorsunuz? Hiçbir yere gidemezsiniz. Bunu duyacak komşularımız ne düşünürler benim hakkımda? Asla bir yere bırakmam sizi, herşeyinizle ben ilgileneceğim. Siz benim annem ve babamsınız, beni büyütüp bu günlere getirdiniz, ben sizi nasıl huzurevine bırakırım” demeyip de huzurevinde kalmalarına nasıl izin verdiğini ve bu yüzden Tarık’a çok kızdığını söyledi.
Adnan Şişman
10 Temmuz 2018, Salı, 17:20, İzmir, Güzelyalı
 
Toplam blog
: 177
: 9
Kayıt tarihi
: 21.08.15
 
 

1961 yılının sıcacık Temmuz ayının 12. Günü sabah serinliğinde, Üsküdar Zeynep Kamil doğum hastan..