Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '18

 
Kategori
Aile
 

Huzurevi'nin Parkında Huzursuz Bir Koca

Huzurevi'nin Parkında Huzursuz Bir Koca
 

Onu Huzurevi’nin çay bahçesinde büyükçe bir masada tek başına otururken gördüm. Dikkatimi çekmesinin nedeni sadece yalnızlığı değil, aynı zamanda uzun süre başını kaldırmadan yere odaklanmasıydı. Adeta yere çivilenmiş gibiydi. Merak ve biraz da endişe içinde uzun süre gözlerimi onun üzerinden alamadım. Huzurevi gibi yaşlıların bulunduğu bir yerde, başı önü eğilmiş, uzun süre hareketsiz duran birisini görünce akla ne gelirse benim de aklıma o anda o geldi: Acaba bayıldı mı, öldü mü, uykuya mı daldı? Bir şey yapmam gerekir mi?

Yerimden kalkıp bir iki adım attığımda ise gördüğüme inanamadım. Yetmiş-seken yaşlarında, yaşına göre oldukça iri yarı cüssesi içinde siyah takım elbisesi, şık kravatı, kravat mendili, sinek kaydı tıraşı ile tam bir beyefendi(!)ile karşılaştım. Sanki Huzurevi’nde zamanın geçmesini bekleyen yaşlı biri değil de, bir etkinliğe gitmeye hazırlanan bir bürokrat vardı karşımda.  Bu bürokrat imajını bozan tek şey, biraz kalın ve aşağı doğru iyice uzattığı bıyıklarıydı.

Meğer “Yaşlı adam”, ne bayılmış ne de uykuya dalmıştı; elindeki akıllı telefonla sosyal medyada sörf yapıyordu Huzurevi’nin parkında.

Huzurevi, İstanbul’un Anadolu  yakasında, çevresi çınar ağaçları kaplı ve zemini çiçeklerle süslenmiş adına da uygun huzur veren bir yer.  Çay servisi yapılan bu park ise, çok dikkat dağıtmayan nostaljik mimarisiyle Huzurevi ve çevresinin ruhu dinlendiren  havasına daha da ayrı sakinlik katıyordu. Yüz metre ötedeki ana caddenin yoğunluğuna, gürültüsüne inat, bu parkta herkes öylesine sessiz, öylesine sakindi ki, adımlarımı atarken huzuru bozacağımdan çekindiğim için parmaklarımın ucuyla biraz daha ilerledim ve yaşlı adamın karşısında durdum.

Merak içindeydim. 70 -80 yaşlarında Huzurevi’nde kalan bir insan, uzun süre sosyal medyada ne yapar, neye bakar, kiminle sohbet ederdi? Bu ve benzer sorular, az ilerideki otobandan  geçen arabaların yoğunluğunda ve hızında, zihnimden akıp gidiyordu. Nedenini öğrenmeliydim. Alçak ve nezaketli bir ses tonuyla “amca bey merhabalar, yanınıza oturabilir miyim? diye sordum. Yaşlı adam, bir dakikadan fazla bir zaman başını odaklandığı cep telefonundan kaldırıp bana cevap vermedi,-muhtemelen sohbetini kesmek istemiyordu- sonra kafasını yavaşça kaldırarak, yüzüme baktı; biraz da telaş ve utangaç bir ses tonuyla “tabi tabi, ben de zaten kapatıyordum,” dedi. Sonra yüzünde hafif bir tebessüm belirirdi. Bana “hoş geldin” der gibi başını hafifçe aşağı doğru indirdi. Belli ki, real bir sohbet arkadaşı bulduğu için içten içe sevinmişti.

-Önder bey kaç yıldır buradasınız? diye sordum.

Derin bir nefes aldı ve içten bir sesle,
-Nerdeyse on yıl olacak”, dedi.

Ben, bu hüzünlü ve kaygılı sesten, eşinin de muhtemelen on yıl önce ölmüş olabileceğini varsayarak,
-Bey amca eşinizi kaybettikten hemen sonra mı buraya geldiniz? diye sordum.

Yüzünde acı bir tebessüm belirdi ve biraz “pişkin” bir ses tonuyla
-Yo eşim ölmedi, burada birlikte yaşıyoruz.

O an ne diyeceğimi bilemdim, doğrusu karmakarış bir ruh hali içindeydim. Biraz mahcup biraz da sevinir gibi bir halim vardı.
-Oh ne güzel. Huzurevinde eşinizin yanınızda olması çok iyi olmuş, sizin için. En azından yalnız değilsiniz, birbirinize eski günleri anlatıp duruyorsunuz muhtemelen”

Yaşlı adam oturduğu yerden sandalyesine  doğru iyice yaslandı. Başını da yukarı kaldırdı. Ben, ‘eşinin varlığından bana gururla söz edecek’ diye beklerken, o sözleriyle beni bir kez daha şaşırttı.

Dudaklarını büküp, hafif de başını sallayarak,
- Yo, biz birbirimizle hiç konuşmayız, dedi.

Merakımı giderecek sis perdesi biraz aralanmıştı, ama şaşkınlığım geçmemişti.
- Nasıl… Yani? diye  adeta kekeleyerek sordum. Aldığım cevap kafamı iyice karıştırdı.
- Odada kâğıt kalem var, bir şeye ihtiyacımız olduğunda kâğıda yazar, öyle anlaşırız.

Bu cevap karşısında bir an ne diyeceğimi bilemedim. Şaşkınlığım bu kez iyice artmıştı. O, kendisini savunmak için eşinin aleyhinde, bir şeyler anlatırken, ben de bir karı kocanın on yıl aynı odada hiç konuşmadan nasıl yaşayabileceklerini hayal etmeye başladım. “Aman Allah’ım nasıl bir azap! Hem eşin olacak, resmi bir kurumun bir odasında birlikte kalacaksınız, hem de hiç konuşmayacaksınız.”

Bir ara dayanamadım:
-Önder bey, aslında şaşırmadım değil. Siz Türkiye’yi idare edecek kabiliyette bir insansınız. Gerçekten çok yetenekli birine benziyorsunuz. Nasıl oluyor da eşinizi idare edemediniz?

Önder bey, kendisine çalıştığı konudan soru sorulan bir öğrencinin rahatlığı ile cevap verdi bana
-Hocam, devleti idare etmek, benim hanımı idare etmekten gerçekten daha kolay.
-Nasıl, daha kolay?
-Hocam, devleti yöneteceğin zaman kafandakini emredersin, talimat veririsin, yerine getirirler. Olur biter. Hanımlar öyle mi? Kendi bildiklerinden nokta kadar şaşmıyorlar.
-Anladığım kadarıyla, siz eşinizin, her dediğinizi, her emrinizi, sorgusuz sualsiz yerine getirmesini bekliyorsunuz. Doğru mu anladım?
Diye sordum.

Muhatabım, ne demek istediğimi anlayacak kadar zekiydi.
-Yo hocam, öyle değil. Tabii ki o da insandır, görüşü ve düşüncesi olacaktır. Ama benim hanım laftan anlamıyor…

-Bakın, dedim sakin bir ses tonuyla,  iletişiminiz de çok güzel. Üniversiteli kızları kendinize bağlıyorsunuz, Sosyal medyada saatlerce sohbet ediyorsunuz”.

Önder bey, ani bir çıkışla sözümü burada kesti:
-Hocam onlar benim hanım gibi değil. Onlar çok anlayışlı insanlar. Benim eşim de öyle anlayışlı olsa, onunla da saatlerce sohbet ederdim,” dedi.

-Önder bey, acaba siz de sosyal medyada sohbet ettiğiniz kişilerle veya üniversiteli kızlarla iletişim kurduğunuz gibi, eşinizle iletişim kursanız, acaba o da sosyal medya arkadaşlarınız gibi anlayışlı olamaz mı?  Ne dersiniz? diye sordum. Y

aşlı adam, işi şakaya vurarak işin içinden sıyrılmaya çalışıyordu:
-“Hocam sizi, beni hanımla barıştırmak için mi gönderdiler yoksa? Öyleyse işiniz çok zor”

Ben de biraz umursamaz bir tonla “ Yok”, dedim. “ Böyle bir şeyi kim istesin ki? Bu, sizin sorununuz ve derdiniz. Barışsanız sizin için çok iyi olur. Siz isterseniz bunu başarabilirsiniz” dedim.

Önder bey, saatine baktı ve hemen kalktı. Belli ki, sosyal medyada sohbet ettiği arkadaşıyla buluşmaya gidiyordu.

Ama sohbetin başındaki neşesi kaybolmuş, yüzü düşünceli bir hal almıştı. Bu düşünceli hali,  başkalarına gösterdiği saygıyı, anlayışı, nezaketi neden eşine göstermediğini sorgulamaya başladığını gösteriyordu.   Sosyal medyada konuştuğu kişilere karşı takındığı anlayışlı tutumu, hayat arkadaşına karşı da takınmış olsaydı, belki de Huzurevi’nin parkında tek başına oturmayacak, sohbet için saatlerce sanal bir dünyada dolaşmayacak, yanı başındaki eşiyle muhabbet edecekti. Aynı şekilde hanımı da onunla konuşurken daha itinalı bir dil kullan ve biraz onure etseydi şimdi tek başına bir odada kağıt-kalem üzerinden iletişime mecbur olmayacaktı.

Unutmayalım, sorunlarımızın kökeninde ne olursa olsun, iletişimsizlik, hatalı iletişim ve birlikte sorun çözme eksikliği giderilirse çözüm başlar…

 

 
Toplam blog
: 81
: 623
Kayıt tarihi
: 18.10.17
 
 

1963 yılında dünyaya geldim. 1985 yılında Atatürk Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde..