Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Temmuz '10

 
Kategori
Öykü
 

Hystrionik

Hystrionik
 

Ve gözlerini kapadı son bir nefes verdi (nadiren eline aldığı ve tadını hiç sevmediği sigarada); ken


Vira 1

Sağ elinde Burbery kokan florı sımsıkı tutup, yağmura karışan gözyaşları ile biriken sulara basarak hızlıca ilerliyordu. Ne hızlanan yağmur ne arabaların sinirli korna sesleri ne de dilenci çocukların “abi selpak alsana” yakarışı hızını kesmeye yetti. Alıp başını gidecekti uzaklara, hem de çok uzaklara. İzmir’in erken gelmiş sonbaharı, duygularını anafor haline getiriyor, çözümsüz denklemler oluşturuyordu. Adımları vücuduna biriken yorgunluk yüzünden istemeden yavaşlamıştı. Hızlanmaya çalıştı. Başaramadı. Yavaş ama kararlı adımlarla Konak YKM’nin arkasındaki çok katlı otoparkın en üst katına kararlı adımlarla çıkmaya başladı. Ne yapacağından veya yapması gerektiğinden şüphe duyarak… Dolunaya bakarak pervazlara doğru yürüdü. Yağmur yağmaya devam ediyor ve ona yoldaş oluyordu. Duvara çıktı ve oturdu. Telefonunu çıkartıp kulaklığını taktı. Morali ne kadar bozuk olursa olsun dinlediğinde bir parça gülümsemesini sağlayan parçaları açtı. Önce Can’t Stop, Drinking Song ve daha sonraları Drunken Sailor. Hiç biri işe yaramadı. Gecenin durumuna uygun parçalara geçmeye karar verdi İzmir’in gece güzelliğini seyrederken. Bir şehir gecesi ve gündüzüyle ancak bu kadar güzel görünebilirdi. Gündüzü masumane, duru, saflık kokan genç bir kız; gecesi ise zarafetini, çekiciliğini ve albenisini gözler önüne seren bir afet. Bir kadının istenilen iki yüzü gibi. Hem bir melek, hem bir şeytan. Bırakıp gitmek istediğinde seni kolundan çeken, kalmak istediğinde ise araya mesafe koyan bir şehir. “Boyöz var, gevrek var” diye uykuna tecavüz eden simitçi çocukları, sana zorla “abe ablaya alasın bi gül ya” diye rahatını kaçıran çiçekçileri, insanların sismik balık hareketleri yapıp sürü gibi akıp gittiği Kemeraltısı veya İzmir’i bilsin bilmesin herkesin buluşma meydanı yeri olan Saat Kulesi çekmiştir seni bu şehirde. Bir türlü bırakasın gelmemiştir. Ne şehri ne de sevmeyi… Uzaktaki şileplere gözü ilişti birden derin hayallerinden uyanırken. Belki o da gitmek isterdi bu sefer. “Bir şehri terk edip bir daha geri dönmemek” güzel fikir diye fısıldadı kendince. Teoman Eylül Akşamı’nı son kez söylemişti. Onca yıl onlar da aynı yerdeydiler fakat yolları çok kesişmişti şarkıdan farklı olarak. Duvarda ayağa kalktı. Oyun sonrası seyircileri selamlar gibi selamını verdi. Ve her zaman yaptığı gibi sağ yumruğunu kalbine iki kere vurdu ve kollarını yana açtı “ Sevmek için ne kadar güzel bir gün!” dedi. Sevmeyi her zaman ölümle eşanlamlı bulduğu için. Ve gözlerini kapadı son bir nefes verdi (nadiren eline aldığı ve tadını hiç sevmediği sigarada); kendisini gecenin karanlığına, hayatın gölgesine bırakmadan önce... Son hatırladığı gözlerindeki yaş ve kalbindeki kırıklıktı...

Tüm sevgi acılarını, "ah'larını", yalanlarını yaşamıştı ve ömrü de bir yalan gibi karanlığa gömüldü verdiği son nefes ile hayata elveda dedi... Daha fazla insana zarar veremeyecekti artık… Belki de bir hediyeydi bu geride kalanlara… Bir pislik kendisi ile hesaplaşmıştı. Artık Onur Ömer yoktu…

 
Toplam blog
: 2
: 469
Kayıt tarihi
: 14.07.10
 
 

9 Eylül Sınıf Öğretmenliği bölümünü bitirdim ve hala Rize'de görev yapıyorum. Üniversite de Davul,Şa..