Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Haziran '07

 
Kategori
İzmir
 

İ, İz, İzm...

İ, İz, İzm...
 

İ ile başlayıp İzm’ le biten bir başlık neyi ifade ediyor olabilir? Tabi ki İzmir. Oğlum “Anne yine mi İzmir’i yazıyorsun?” diyecek diye, şifreli bir başlık attım. Lütfen çaktırmayın. Ben de çaktırmadan yazmaya çalışacağım.

Bazı Ata sözlerimiz ne güzel anlatıverir uzun uzun yazdıklarımızı. Örneğin; “Ayının kırk beyiti varmış kırkı da armut üstüne”. Allahtan oğlum bilmiyor bu sözü, yoksa sıfatımın ne olacağı bence malum ki size yemin olsun bugün değil İzmir’i anlatmak, yazı bile yazmayacaktım. Ne olduysa hep şu şarkıcı çocuk yüzünden oldu. Vallahi de billahi de!

Sabah dinlenmiş bir halde güne uyanırken, bugünün bana bir hediye olduğunun farkında değildim. Hediyeydi evet; oğlum arkadaşına gitmişti ve akşama gelecekti. Evde yalnız olacağımı dün geceden biliyordum ama, Fethiyeliler Gecesi’nde eğlenip, şarap içmekten olsa gerek fark edememişim. Anneler bilir, arada bir hiç iş yapmadan evde olmak, hayattan mola almaktır; gün hediyedir bize. Peki, kazandığım bu zamanda ne mi yaptım?

Kahvaltı sonrası oturdum TV’nin karşısına; TRT-1’ de pazar sabahları, 10.15 de yayınlanan “Kovboy filmi’ ni izledim. Elimde, blog yüzünden artık göz ardı ettiğim örgüm; dürüst şerifin kötüleri yenmesini seyrettim. Az birazcık ta aşk vardı; dürüst şerifin karşısına, katilleri yakalamaya gittiği kasabada çıkan eski aşkı. Film bitmek üzereyken, “Cüneyt Arcayürek- Tuncay Özkan” sohbeti başladı. Onu da izledim; sakince, kıpırdamadan ve reklam arasında az şekerli Türk Kahve’mi pişirmeyi unutmadan. Saat iki; biraz da blogcularla ilgilenmek gerekti ve birkaç saatim de böylece geçip gidiverdi. Yıllarca hep bu yüzden bilgisayarın başına oturmak istememiştim zaten; oturunca kalkamıyorsun ve her şey kalıyor.

Sonra? Akşamüzeri oldu… Bir yürüyüş iyi giderdi. Hızla hazırlandım, artık “yapılacak işler” planım vardı ve oğlum gelecekti. En son kasetçalarımı aldım. Ne dinlesem karar veremedim ki karşı komşumun kızının dinlemekten bıktığı eski kasetleri yetişti imdadıma; birer kere dinleyip birilerine vermeyi planlamıştım. Rast gele birini seçiyordum; şansıma kim çıkarsa ve deniz kıyısında yürürken nostalji yapıyordum. Torbaya elimi daldırıp aldım bir tane; Nilüfer’in eski bir kaseti çıktı; iyi diye düşündüm. Çıktım yola, bastım düğmeye; farklı bir müzik; belki Nilüfer’in bu kasetini bilmiyorum diye düşündüm. Ses başladı, "aaa ben bunu tanıyorum; Özcan Deniz!" İşte ne olduysa onun yüzünden oldu. Birden bir gülümseme gelip oturdu gri hücrelerimden dudaklarıma. İki yıl önce bir şarkısı vardı ; “Sen beni öldürcen mi, çıldırtcan mı canım!” diyen, Nazan Öncel besteli şarkı yüzünden ne eğlenmiştim ama! Bütün yaz sloganım olmuş çevremdeki herkesi de alıştırmıştım; durup durup “Canım!” diyorlardı. İlk kez telefonuma şarkı kaydetmiştim, beni arayanlar da, ben merhaba diyene kadar bu şarkıyı dinliyorlardı ve karşılıklı "eğleniyorduk". İşte Özcan Deniz’i duyunca bu keyfi anımsayıp, düştüm yola. Bu keyfin hatırına bütün kaseti dinledim üstelik ki içinde kulağıma çalınan şarkısı bir ya da iki taneydi. Ama ben söylediği şarkılardaki; sevgi, aşk, özlem, can, canan diyen sözleri, bu sözlerin anlattığı; “seni seviyorum” yorumunu dinledim. Önemli olanın niyet olduğunu yaşayarak öğrendim…

Öyle keyifliyim ki, deniz kenarını doldurmuş yine balıkçılar, denizle arama girmişler; hiç kızmadım. Herkes; ıslanmaya aldırmayıp denizin içindeki kayalıklara oturmuş iki genç çift, balık tutmaya değil beslemeye (oltaya öyle büyük ekmek takmıştı ki) gelmiş kadın, yere oturmuş, gözlerinin renginde yeşil erik satarken, ilerde sahiplerinin elinden kurtulmaya çalışan köpekleri izleyen çocuk, balık tutanlar, tutamayanlar, yaşlılar gençler herkes ama herkes pek mutluydu… Bir ara şarkıda “Fatma” dedi Özcan, “efendim” diyecektim ki tuttum kendimi. Yok, kendi kendime konuştuğumu zannedecekler diye korkumdan değil; benim adım Fatma değil ki! İşte öylesine kaptırmış kendimi gidiyorum, yeni başlayan parçasıyla parmaklarımı da şaklatmaya başlamaz mıyım! Çökertme’nin müziği. Çok severim, bu şarkıda şöyle efelenerek oynamayı. Hatta bir akşam oğlumla oturuyoruz, TV’da bir müzik programında Çökertme çalmaya başlamaz mı! Fırladım, karşı komşumun kapısındayım. Oğlum geride şaşkın, kapıyı açan komşum şaşkın, ben şarkı bitecek derdinde, hızla içeri daldım, açtım kanalı; karşı komşumun kocasıyla karşılıklı çökertme oynadık. Bu arada karşı komşum, her zamanki gibi “çılgın” deyip kırılıyor gülmekten. Ne eğlenmiştik ama!

Siz söyleyin bakalım; ben bu keyfi yazar mıyım yazmaz mıyım? Yazdıklarımı emek verip okuyanlar bilir ki; yazarım. Yazarım çünkü yaşadığım keyfi onlara da bulaştırmak isterim. Şimdi siz yazının tadını çıkarırken ben maalesef “yapılacak işler” bültenimdeki, bu gece mutlaka olması gereken işlerden birini yapmaya gideceğim.

İyi geceler olsun herkese; maviyle…

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..