Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Kasım '06

 
Kategori
Futbol
 

İflas eden Türk futbolu

Hafta içinde Avrupa kupası maçlarında bir sevinç bir hüzün yaşadık. Galatasaray Fransız rakibine Fransa’da 3-1 yenilirken, Fenerbahçe Kadıköy’de İtalya Ligi ikincisi Palermo’yu 3-0 ile geçti. Gönül isterdi ki Galatasaray da yoluna devam etsin, ancak onlar maalesef kendilerinden bekleneni gerçekleştiremediler ve milyonlarca Türk’ü hayal kırıklığına uğrattılar. Umarım Fenerbahçe ve Beşiktaş Avrupa Kupalarında bizi teselli edici sonuçlar almaya devam ederler ve üst turlara çıkıp bize yeni sevinçler yaşatırlar.

Son yıllarda gerek kulüp, gerekse milli takım düzeyinde büyük bir düşüş yaşamaktayız. Herkesin hemfikir olduğu üzere Turkcell Super Liginin kalitesi de düşmeye başladı. Lig dördüncüsü Beşiktaş ile on altıncı sıradaki Antalya arasındaki 8 puanlık fark asla aldatıcı olmamalıdır. Ligimizdeki bu kalite düşüşünün sebebi bence herkese ait. Yöneticiler takımlarını yönetmek yerine adeta dedikodu yapmak ve komplo teorileri üretmekle meşguller. Futbolcu kardeşlerimiz ise sezon sonu sözleşme imzalamaya gelince birden "profesyonel" oluveriyorlar ancak sahada bir amatörün bile yapmayacağı saçma ve hiçte hoş olmayan olaylara imza atıyorlar. Teknik Direktör deseniz, umudunu başka takımlara bağlamış, kendi kaderini kendi belirlemek yerine başkasından medet ummakta. Basın konusuna ise değinmeye gerek yok sanırım.

Galatasaray Kulübündeki düşüş bence daha da sürecek. Bordeaux maçıyla ilgili üç noktaya değinmek isterim.

1) Bu maçın Galatasaray için Avrupa arenasında "ya tamam ya devam" müsabakası olduğunu 8 yaşında bir çocuk bile idrak edebilirdi. Dolayısıyla Kulüp Başkanının futbolcunun yanında olup, onları motive edici bir konuşma yapmasını beklerdim. Ancak GS Başkanı böylesine hayati bir maçta Fransa’ da olmak yerine (üstelik Fransa’yı iş ilişkileri yüzünden gayet iyi biliyor sanırım) Ankara’da Kulüpler Birliği Başkanlığı için kulis yapmakla meşguldü. Şahsen ben böyle bir başkanı Galatasaray gibi bir kulübe yakıştıramıyorum. En azından böyle bir tavrı kulüp başkanından beklemezdim. Eğer süpriz bir şekilde maça gitseydi ve maçtan önce futbolculara "bu maç bizim için son derece önemli. Kaybedersek Avrupa kupalarından eleniriz. Ancak kaybetsenizde bilin ki bu yönetim sizin daima yanınızda olacak. Sahaya çıkıp tüm gücünüzle oynayacağınıza ve maçı kazanacağınıza inanıyorum" deseydi bence sonuç daha farklı olurdu. Oysa sayın Özhan Canaydın maça gitmek yerine Türkiye’de kalıp Kulüpler Birliği Başkanlığı için kulis yapmayı tercih etti. Bunun hem GS ye hem de sayın Canaydın’a ne getirip ne götüreceğini ileriki günlerde göreceğiz sanırım.

2) Eric Gerets maçtan bir gün önce "PSV’den söz aldık Bordeaux’u yenecekler" şeklinde bir açıklama yapmıştı. Ben bu açıklamayı hayretle karşıladım. Çünkü Galatasaray henüz Bordeaux ile karşılaşmamış ve maçın sonucu daha belli bile olmamıştı. Diyelim Galatasaray bu maçı kazandı veya berabere kalıp tur şansını sürdürdü. Peki Galatasaray’ın Liverpool’u yeneceğinni herhangi bir garantisi var mıydı acaba? Yani sayın Gerets, Rafael Benitez için "Onunla görüştüm İstanbul’da bize yenilecek" şeklinde bir açıklamada falan mı bulunacaktı? Doğrusunu isterseniz Gerets in bu maçtan önce PSV ile ilgili yaptığı açıklamayı sadece acizane bir tutum ve minareye kılıf uydurmak olarak nitelendiriyorum. Eğer Gerets kendi işine bakabilseydi şu anda Galatasaray’ın ikinci turdaki rakipleriyle ilgili kafa yoruyor ve Ocak ayında hangi futbolcuları transfer edeceğini düşünüyor olurlardı.

3) Gelelim Arda’nın attığı şu meşhur "Zidane Kafasına". Arda’ya bu hareketi hiç yakıştıramadım. Birçok kişininde benimle aynı fikirde olduğuna eminim. Bazılarınız "canım daha genç bir seferlik böyle olmuş işte affedelim gitsin" şeklinde düşündüğünüze eminim ancak ben aynı fikirde değilim. Çünkü atalarımızın söylediği gibi "ağaç yaş iken eğilir". Eğer Arda’ya disiplin ve maç içinde sükuneti şimdi öğretmeyeceksek 15-20 yıl sonra öğretmenin ne faydası olacak? Arda bir de "bana küfür etti onun için kafa attım" diye açıklama yapmış. Ne mutlu ki Türk futbolcusunun yabancı dil bilgisi gelişmiş anlaşılan! Böyle hareketlerin en ağır şekilde cezalandırılması ve bu hareketi sergileyen genç yeteneklerimizi Türk futboluna yeniden kazandırmamız gerekir. Aksi taktirde bu düşüş devam eder ve futbol küfürden, seviyesizlikten geçilmez bir hale gelir.

Ben Fenerbahçeli’yim. Ama itiraf etmeliyim Başkanvekilimiz Sayın Nihat Özdemir’in "Hakem bize tuzak kuracak" şeklindeki açıklamasını yadırgadım. Hakemlerin tek görevi maçları adil bir şekilde yönetmektir. Elbette hatalar, hemde ciddi boyutta hatalar yapabilirler çünkü onlarda sizin, benim gibi insanlar. Ancak maç hakemlerle değil, sahada oynayan futbol ve futbolcularla kazanılır bunu da unutmamak gerekir. Hakemleri etki altına almanın bize herhangi bir kazancı olmaz, aksine hem Fenerbahçe kulübüne hem de Türk futboluna ciddi zarar verir düşüncesindeyim. Umarım yönetimdeki diğer büyüklerimiz bundan sonra yapacakları açıklamaları diğer kulüpleri küçük görmeden, onların hakkını yemeden, onlara saygı göstererek yaparlar. Türk futbolunu sen, ben değil hepimiz bu çıkmazdan çıkarabiliriz.

Beşiktaş Kulübü Başkanı sayın Demirören’in sezon başında yaptığı "Hedefimiz Fenerbahçe’yi şampiyon yapmamak" açıklamasını da hayretle karşıladım. Bir zamanlar imrenerek baktığım bir kulübün başkanının hedefini böyle küçük tutması ve ufak hesaplar içinde olması futbolumuzdaki düşüşün temel sebeplerinden biri. Ben başkanın yerinde olsam "Hedefimiz Avrupa ve Türkiye’de başarılı olmaktır ve Avrupa’daki başarıyı Fenerbahçe, Galatasaray ve diğer takımlarımızla yakalayacağız" şeklinde bir açıklamada bulunur ve başkandan da böyle bir açıklama beklerdim. Yazık ki Beşiktaş taraftarı böyle bir başkanı hala destekleyip onaylıyor. Serdar Bilgili gibi efendi ve aklı başında bir başkanı bir daha kolay kolay bulacaklarını hiç zannetmiyorum. Umarım yanılırım.

Tribünleri en sona bıraktım. Çünkü futbolumuzdaki düşüşte onların payı oldukça fazla. Sabırlı olmayı bir türlü öğrenemedik. Başarıyı birden bekliyoruz. Sürece değil sonuca bakıyoruz ve en önemlisi (ve en hoşuma gitmeyeni) maçlarda koro halinde küfür ediyoruz. Küfür etmenin bir faydası olacağını bilsem bende çıkar küfür ederdim ancak en ufak bir faydası bile olmuyor. "Rakibin psikolojisini bozuyor ama" diye düşünenlere de sadece gülüyorum. Rakibin psikolojisini bozmak istiyorsanız eğer, kendi futbolcunuzun en küçük olumlu hareketini bile gür bir şekilde alkışlayın, takımınızı maçın başından hakemin bitiş düdüğüne kadar (yenik durumda bile olsanız) destekleyin. Bu kadarı yeter de artar bile sanırım. 2005 yılında İstanbul’da oynanan Milan-Liverpool maçındaki 3-3’lük mucizeyi hatırlarsınız sanırım. O mucizenin asıl mimarı futbolcular değil, futbolcuları 3-0 yenik durumda olmasına rağmen maç sonuna kadar destekleyen Liverpool taraftarlarıydı. Dolayısıyla o kupa da en büyük pay taraftara aitti. Bu bilinçle hareket edip küfür yerine takımı ateşleyici ve destekleyici tezahüratlar yapmak bence daha akıllıca ve mantıklıca olur.

Lafı fazla uzattım ancak içimden geçenleri de yazmam gerekiyordu. Kulüp yöneticilerimiz, futbolcularımız ve taraftarlar kendilerine çeki düzen verdikleri, ayaklarını yorganlarına göre uzattıkları an Türk futbolu yeniden eski yükselişine geçecektir görüşündeyim. Aksi taktirde bir kaç yıl içinde Avrupa kupalarına sadece 3 temsilci gönderir hale geleceğiz. Bu günleri görmek istemiyorsak ve 2000 yılındaki UEFA Kupası başarısıyla avunmaya devam etmeyeceksek eğer, yeni ve radikal önlemleri acilen alıp Türk futbolunu düştüğü bu bataktan kurtarmamız gerekir. Yoksa sonumuz oldukça vahim.

 
Toplam blog
: 2
: 607
Kayıt tarihi
: 24.11.06
 
 

1977 İzmir doğumluyum. İlkokulu Uzun Hasan İlköğretim, Ortaokul ve Lise eğitimimi İzmir Özel Fatih L..