Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ocak '18

 
Kategori
Tarih
 

İki Can Düşmanı - Doğuyla Batının Tarih Boyunca Süren Barışıklık Alanı - Ticaret ve Kapitülasyonlar.

İki Can Düşmanı - Doğuyla Batının Tarih Boyunca Süren Barışıklık Alanı - Ticaret ve Kapitülasyonlar.
 

En imtiyazlı millet statüsü

Avrupa devletleri arasındaki şiddetli mücadele nedeniyle "en imtiyazlı millet" maddesi  kapitülasyonlarda yer almaya başladı. Bu statü 1601 yılında ilk kez İngiltere'ye verildi.

İngilizlerin gümrük vergileri yüzde 3'e düşürüldü. 

1690 yılında Fransızların Mısır'daki gümrük resmi de yüzde 3'e düşürüldü ve Katoliklere Kudüs'teki bazı kutsal yerlere dönme hakkı verildi. Fransızların Kudüs'e giden Hıristiyan hacıları ve orada yerleşik keşişleri himaye hakkı tanındı. Bu tanıma Fransa'nın zaman içinde Osmanlı Devleti'ndeki Katolikleri koruma iddialarının temelini oluşturdu.

Avrupa'da ekonomisi birazcık güçlenen her devlet kapitülasyon talebiyle Osmanlı'nın karşısına geliyordu. Osmanlı İngiltere, Fransa ve Hollanda'nın ayrıcalıklı konumlarını zayıflatmak ve yeni dostluklar kurmak için bu taleplere olumlu yaklaşıyordu. 1683'ten başlayarak Osmanlı'nı güçsüzlüğü ortaya çıkmıştı ancak verilen her imtiyaz yeni talepleri gündeme getiriyor ve iş çığırından çıkıyordu.

*Avusturya ve Rusya'ya gönülsüz verilen kapitülasyonlar.

Devletin iki can düşmanı Habsburglar ve Rusya'ya baskı altında istemeye istemeye kapitülasyonlar verildi. 

Osmanlılar 1699 Karlofça Antlaşmasıyla diğer Avrupa devletlerine verilen kapitülasyonları Habsburg imparatoruna bağlı diğer devletlere de vermek zorunda kaldı. 

1718 Pasarofça Antlaşmasıyla bu imtiyazlar pekiştirildi. Avusturya tüccarları Karadeniz'e çıkmamak şartıyla Tuna boyunca yüzde 5 gümrük resmiyle serbestçe ticaret yapmaya başladılar.

En önemli nokta bu kapitülasyonlarda yemin ifadesinin olmamasıydı. Kapitülasyonlar şekil değiştirmeye başlamıştı. 

Rusya'nın gözü de kapitülasyonlardaydı.

1739 tarihli Belgrad Antlaşması taşımanın Karadeniz'de sadece bizim gemilerimizle yapılması şartıyla Ruslara ticaret izni veriyordu.

1774 Küçük Kaynarca Antlaşması başka bir dönüm noktası oluşturdu. 

Rusya'ya Karadeniz, Boğazlar ve Tuna dahil olmak üzere sularımızda sefer yapma hakkı verildi. İngiliz ve Fransız'ların bütün imtiyazları Rusya'ya da verildi. Rusya Osmanlı tebaası Hıristiyanları koruma hakkını da aldı.

Rusya'ya verilen bu imtiyazlar mütekabiliyet esasına göre ve tarafları bağlayan bir antlaşma olarak verilmişti. Şekil ve hukuki karakter açısından Osmanlının tek taraflı olarak verdiği "ahdnamelerden" tamamen farklıydı.

Gerçek böyle olmakla birlikte, Osmanlı, kapitülasyonlara dost ülkelere verilen imtiyazlar olarak bakmaya devam ediyordu. Bu bakış açısıyla Hükümet, İstanbul'un ihtiyacı olan tahılı Rusya'ya götüren gemileri durdurmak isteyince anlaşmazlık çıktı. Rusya bunu Antlaşmaya aykırı bularak itiraz etti. 

Küçük Kaynarca Antlaşmasının farklı yorumundan kaynaklanan bu karmaşanın açıklığa kavuşturulması için "Aynalıkavak" görüşmeleri yapıldı.

Anlaşmayı Rusya'nın yorumladığı şekilde kabul eden bir anlaşma imzalandı. (1777) Antlaşmayla belirlenen bir düzenlemenin tek taraflı olarak değiştirilemeyeceği teyit edildi. Rusya 81 maddelik kendisi açısından dört başı mamur kapsamlı bir kapitülasyonu Osmanlı Devleti'ne kabul ettirdi.

*Karadeniz'in herkese açılması.

Karadeniz'in Rus gemilerine açılması yeni taleplere vesile oldu. İngiltere ve Fransa on altıncı yüzyıldan beri Karadeniz'e girmek için girişimlerde bulunuyorlardı. Rusya'nın bu hakkı elde etmesini fırsat bildiler. Kendi kapitülasyonlarındaki "en ziyade müsaadeye mazhar millet" maddesi gereğince Karadeniz'e girme hakkı istediler ve sonunda aldılar.

İngiltere 1799'da, Fransa 1802 yılında bu hakkı elde etti. Aynı haklar daha sonra Sardunya, Danimarka, İspanya, Sicilya gibi ülkelere verildi.

Bu taviz, ben ülke olarak ülkem içinde yabancıların taşımacılık yapma hakkını ve dolayısıyla ekonomimin çökmesini kabul ediyorum demekti.

Bilmem hatırlar mısınız? Biz 1926 yılı 1 Temmuz'undan beri "Kabotaj Bayramı" diye bir kutlama yapıyoruz. Anılan tarihte çıkarılan bir kanunla limanlarımız arasında yolcu ve yük taşıma hakkını kendi elimize aldık. Neredeydik, nereye geldik yüz yirmi altı yıl sonra. Lozan'da kapitülasyonlar kaldırılmıştı da.

*Osmanlı Devletinin Kapitülasyonlara bakış açısı.

Osmanlı Devleti on sekizinci yüzyılın sonuna kadar geleneksel tavrını sürdürdü. Muhtemel tehlikeyi görmeden cömertçe tavizler vermeye devam etti. İnanılıyordu ki Devletin gücü kötüye kullanımları önleyebilirdi. Tartışılabilir.

Gerçek durum herhalde şöyleydi. Ülkeler, zayıflayan Osmanlı Devleti'nin verdiği imtiyazları acımasızca sömürüyorlardı. Neden iyi niyet beklenir ki hiç anlamam, kurtlar sofrasının aç müdavimlerinden. Hadi diyelim ki, o zaman Devlet gücüne güveniyordu, yönetenler iyi niyetliydi. Beni asıl şaşırtan o günlerdeki yabancılara yönelik "iyi niyet" beklentisinin örneklerini bugün de sergileyenlerdir. Akıl tutulması mı desem, akıl eksikliği mi desem, tarih bilmemek mi desem, bilmiyorum. 

Oysa uluslararası ilişkilerin temel kuralı insanlıkla yaşıt. "Kudret ve kabiliyetten mahrum olanlara iltifat edilmez" demiş bu ülkenin kurucusu.

On sekizinci yüzyılın sonunda, kapitülasyonlar, Osmanlı Devleti'ni ekonomik yönden dışa bağımlı hale getirdi. Ekonomik bağımlılık, doğal olarak, siyasi bağımlılğa dönüştü. 

1788 yılında Fransız elçi Gouffier Osmanlı Devleti'nin Fransa'nın kolonisi olduğunu söylemiştir.

*Devlet uyanıyor.

Ülkeler, türlü dolambaçlı yollarla, artık Osmanlı tebaası olan hıristiyanları (zimmi) da  kapitülasyonların ekonomik ve hukuki avantajlarından faydalandırmaya başladılar. 1808 yılında Ruslar 120.000 Rum'u bir şekilde korumaları altına almışlardı.

Kapitülasyonlar imtiyazlı bir sınıf yaratmıştı. Ülke artık yarı sömürgeydi.

III.Selim döneminde (1789-1807) Devlet kapitülasyonlara karşı çıkmaya ve Osmanlı tebaasının kalan kısmını imtiyazsız sınıf olmaktan çıkaracak düzenlemeler üzerinde çalışmalar yapmaya başladı.

En etkili mücadeleyi ayanlar yaptı. Bunların belli başlıları Filistin'de Cezzar Ahmed Paşa, Mısır'da Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Rumeli'de Tepedelenli Ali Paşa gibi ayan valilerdi.

Ayanlar kendi bölgelerinde; tekel uygulayarak, bazı malların ihracını yasaklayarak, ihraç mallarının fiyatlarını sabitleştirerek, yabancıların deniz ulaştırma haklarını iptal ederek, kapitülasyonlara karşı etkili bir mücadele başlattılar.

Buna karşılık 1830'larda Batılı güçlerin yeni hedefleri vardı. Sanayi Devrimi gerçekleşmiş, üretim ucuzlamış ve artmıştı. Yeni pazarlar gerekiyordu. İngiltere Levant pazarının genişlemesini ve daha güvenli ve istikrarlı olmasını istiyordu. Ayanların uygulamalarını kabul etmesi mümkün değildi.

Osmanlı Devlet'i zordaydı. Mısır Valisi'ne güç yetirememiş, yılana sarılarak Ruslardan yardım istemişti. 1833'te Hünkar İskelesinde onlarla anlaşma imzalamak zorunda kalmıştı.

Neyse ki İngiltere vardı. İmdada yetişti!!!!!!!

Bir taşla o kadar çok kuş vurdu ki heybesi doldu taştı.

Ekonomisini soyup soğana çevirdiği bir ülkeye kendisini hala dost olarak algılatabilmek İngiliz siyasetinin başarısıydı.

*Yıkım.

Ayanların uygulamaları etkisizleştirilmeliydi. İç gümrük resmi ve ticarete konan diğer vergiler kapitülasyonların alan ve anlamı dışındaydı. Böyle olduğu için ayan valiler kendi uygulamalarını yapabiliyorlardı. Bu alanlar kapsama alınmalıydı.

1838 Baltalimanı Anlaşmasıyla hem Ayanların gücü kırıldı, hem de ülkenin ekonomik bağımsızlık tarih oldu.

İngiltere'yle mevcut kapitülasyon anlaşmaları süresiz imtiyaza dönüştürüldü. İç gümrük resimleri kaldırıldı. İthalata yalnız yüzde 3, ihracata yüzde 9 vergi getirildi. Osmanlı Devleti artık gümrük siyasetinde bağımsız değildi.

Osmanlı Pazarı eşit olmayan şartlarda yabancı rekabete açıldı. Başta dokuma olmak üzere tüm sanayi kısa sürede çöktü. Sanayi ilkeldi ve eşit şartlarda rekabete bile dayanacak gücü yoktu.

Bu bağlamda "keçinin" hikayesinin özel bir yeri ve anlamı vardır. İsterseniz okuyabilirsiniz.

Sonuçta Osmanlı Cumhuriyete sıfır sanayisi olan bir ülke bıraktı.

Bankalar, denizyolları, madenler, gaz, elektrik, liman tesisleri, posta ve telefon gibi önemli bütün kamu hizmetleri imtiyazlı Avrupa şirketlerinin eline geçmişti.

*Sonuçsuz mücadele.

Olumsuzlukları gören Osmanlı Devleti kapitülasyonlara karşı çıkmaya başladı.

1890 yılında ticari anlaşmaların yenilenmesi görüşmelerinde Almanya kapitülasyonların kaldırılmasını kabul etti. Ancak bu kabul diğer devletlerin de onaylaması halinde gerçekleşecekti. Diğerleri şiddetle karşı koydu.

1908'den başlayarak, kurulan her hükümet kapitülasyonların kaldırılmasını öncelikli eylem olarak programına aldı.

1913 yılında İngiltere'ye muhtıra verilerek; gümrük vergisinin yüzde 15'e yükseltilmesi, yabancı postanelerin kaldırılması, yabancılara gelir vergisi getirilmesi ve kapitülasyonların zaman içinde tamamen kaldırılmasını inceleyecek bir komisyon kurulması önerildi.

İngiltere yanaşmadı. Değişiklikler için bütün devletlerin rızasının gerekli olduğunu öne sürdü. İngiltere'ye göre konu uluslarası anlaşmaların ve dolayısıyla hukukun konusuydu.

Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşından önce tarafını seçerken kapitülasyonların kaldırılmasını şart koştu. İngiltere ve Fransa'dan olumulu cevap alamadı.

Osmanlı Devleti, 8 Eylül 1914 tarihinde mali, idari, iktisadi ve hukuki tüm kapitülasyonları yayınladığı bir fermanla iptal etti.

Devletler protesto etti.

Sevr Antlaşmasında kapitülasyonların daha da genişleyerek devamı öngörülüyordu.

Lozan'da konu kapandı.

*Son söz.

Bizim nesle tarih öğretilirken kazandıklarımız öncelikli olmak üzere sadec savaşlarımız öğretilirdi.

Şimdi ne anlatılıyor bilmiyorum.

Oysa savaşlar sebep değil sonuçmuş. Herkesin mücadelesinin amacı insanına daha iyi bir yaşam sağlamakmış. Savaşlar bunun aracıymış.

Muharebe meydanlarında savaşanlar ordular değil, milletlerin;ekonomik, sosyal ve kültürel güçleriymiş. Anılan güçlerce desteklenmeyen bir askeri gücün kalıcı başarılar kazanması hayalmiş. Ordular bu güçlerin yarattığı bir araçmış. 

Kapitülasyonların tarihi incelendiğinde, ekonmomik mücadelenin devletler arasındaki mücadelenin temel taşı olduğunu görürüz.

Benim gibi kendi halinde okur-yazarlara bile bu kavramları algılatan çağdaş tarihçilerimize selam olsun.

Bu bağlamda, her iki blok yazımdaki "factual" olayları kitabından aldığım Sn. Halil İnalcık'ı rahmetle anmak isterim.

"Devlet-i Aliyye" kitabının dördüncü cildi de yayınlandı. Bütün ciltleri okumak ve okutmak hepimizin boynunun borcudur, diye düşünürüm.

 

 
Toplam blog
: 82
: 1739
Kayıt tarihi
: 04.05.13
 
 

Emekli pilotum. 1950 yılında Polatlı Çekirdeksiz köyünde doğdum. İlkokulu köyde ve Polatlı'da, li..