Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

09 Mart '19

 
Kategori
Kültürler
 

İki Damla Göz Yaşı

            
                Kadınlar

                kim demiş “kadın güçsüzdür” diye
                kim demiş “saçı uzun aklı kısa!”
                bu sözler doğru olsa
                gerçek olsaydı eğer
                kaçıp gitmişken çok uzaklara
                tereyağdan kıl çeker gibi sanki
                karşı konulmaz bir güçle
                nasıl çekerlerdi beni kolayca
                                             yanlarına!

                                                  (H.E.)

 

                Umut Peşinde adlı anı – romanın kahramanı Kemaliyeli Hüseyin, Almanya’da işçi olarak beş yıl çalıştıktan sonra, yurda dönmeye karar verir.

                Bu kararı vermek kolay olmaz ama. Günlerce düşünür taşınır. Hemşeri kahvesine gidip sevdiği ve inandığı arkadaşlarıyla konuşup onların da düşüncesini alır.

                Yavaş yavaş netleşir plan.

                Önce Belçika’ya gidip Chevrolet (Şevrole) marka bir araba alıp vapurla İstanbul’a gönderecek.  Sonra memlekette para edecek ufak tefek eşyalar da alıp yola çıkacak. Bunları gümrükten alıp satacak; elde ettiği paralara birikimini de katıp gelir getiren bir ev alacak. Böylece hem kira vermeden oturacak; hem de alacağı kiralarla hedefine doğru yürüyecek.

                Nedir hedefi?

                Hüseyin’in hedefi üniversitede okumak... Üniversitede okuyabilmek için lise mezunu olup sınav kazanması gerekir ki, O’nun bırakın lise diplomasını, ortaokul diploması bile yoktur. Bir köy ilkokulu diploması vardır yalnızca.

                Sorun değil. Kararını vermişti O. Önce ortaokulu bitirecekti; dışardan sınavla, sonra liseyi…

                Evet, karar verir ve yapacaktır bunu! Yapacak da, uzun zamandır birlikte olduğu kız arkadaşı Doris’e nasıl söyleyecek?

                Gerçi, aralarında evlenme konusu hiç konuşulmamıştır ama bir süre önce, Doris, Türkiye hakkında geniş bilgi edindiğini, İstanbul’da bir ömür birlikte yaşayabileceğini anlatmıştır.

                O da seviyordu Doris’i, seviyordu da…

                Belirlediği hedefe ulaşmak için, mecburdu yurda dönmeye. İşte bunun için, mecburdu Doris’ten ayrılmaya.

                Doris, Almanya’da doğmuş, üniversiteyi bitirip köprü mühendisi olmuş, bol kazanıp bol harcayan serbest yaşamaya alışmış bir kız… İstanbul’da yaşanacak sıkıntılı bir hayata tahammül edemez; diye düşünür Hüseyin.

                Evlenip de birlikte dönseler İstanbul’a, ailesiyle bir arada oturamazlardı. Ayrı ev tutsalar, Hüseyin’in gücü yetmezdi. Aralarındaki kültür farkı, tahsil farkı da vardı ki, bugün değilse bile yarın sorun yaratmaz mıydı?

                Bu konuyu enine boyuna düşünüp dursa da bir sonuca ulaşamaz. Çözümü ayrılmakta bulur sonunda. İstemeye istemeye… Zor razı eder gönlünü.

                İyi de bu kararı Doris’e nasıl söyleyecekti? Üzmeden nasıl anlatacaktı O’na?

                Hafta sonu Doris’le buluşacaklardı yine. Birlikte bir yemek yedikten sonra eve gelip sakince anlatmayı düşünür.

                Buluşup bir lokantaya giderek yemek yerler. Sıkıntılıdır Hüseyin. Lokantadan çıkarken, “Hiç neşem yok. Haydi, eve gidelim.” der. Kabul eder Doris.

                Eve gelirler ama Hüseyin, eski Hüseyin değildir.

                “- Senin bir sıkıntın var bugün Hüseyin. Önemli bir şey mi? Nedenini sorabilir miyim?” der Doris.

                Hüseyin, Doris’i kucaklayıp sarılarak hüngür hüngür ağlamaya başlar. Doris iyice meraklanır.    -Neyin var Hüseyin? Niçin ağlıyorsun?

                -Bilemiyorum Doris, bilemiyorum; sana nasıl söyleyeceğimi.

                -Nedir söyleyemediğin? Ne var ki?

                -Artık zamanı geldi. Benim Türkiye’ye dönme zamanım geldi. Dönmeye karar verdim.

                -Bunda üzülecek ne var? Gider, gezer; yine gelirsin.

                -Hayır, izinli değil. Temelli gitmem gerekiyor.

                -Ölüme gitmiyorsun ya, memleketine gidiyorsun. Buna sevinmen gerekmez mi?

                -Ama yalnız gitmek zorundayım. Sana üzülüyorum. Senden ayrılmaya tahammül edemiyorum. Ama buna mecburum.

Hayda!.. Doris’in yerinde siz olun da beyninden vurulmuşa dönmeyin bakayım!

Bir süre sessiz kalan Doris, şu soruyla bozar sessizliği:

 -Sen memlekette evli miydin Hüseyin?

-Hayır, Doris; evli değilim.

-Bekâr olduğuna göre, bu kadar üzülmene ne gerek var? Mademki birbirimizi seviyoruz, hiç ayrılmayız. Gerekirse ben de seninle gelirim İstanbul’a.

                -Doris, aynı şeyleri ben de düşündüm ama bir çıkış yolu bulamadım. Benim Türkiye’deki ve bundan sonraki durumum sana mutlu bir yaşam veremez.

                -Niçin vermesin? İnsan çalıştıktan sonra her yerde yaşamını sürdürebilir.

Deyince Doris, kesin dönüş kararı vermesinin nedenini bir kez daha anlatır Hüseyin. Bir işe girip çalışmayacağını, kira geliriyle kıt kanaat geçinmeye çalışıp okuyarak bilgi ve eğitim eksikliğini gidereceğini, birlikte dönerlerse ikisinin de perişan olacağını dile getirir.

Doris, “Biliyorsun, ben köprü mühendisiyim. Orada da çalışırım.” der ama Hüseyin bunun cevabını da çoktan vermiştir kafasında:

-Oradaki yüksekokul mezunlarının birçoğu bile iş bulup çalışmadığı için buralara geliyor. Ayrıca Türkçe bilmemen de önemli bir engel…

                Doluya koy almıyor; boşa koy dolmuyor; denir ya işte öyle bir durumdadır Doris:

                -Bak Hüseyin, okumak güzel, hem de çok güzel bir şey. Ona hiçbir itirazım yok. Ancak evlenmemize, aradaki diploma farkını engel görüyorsan, işte bunu kabul etmem. Diploma bir araçtır. Önemli olan diploma değil, insan olmaktır. Zaten eğitim ve okulların amacı, kişiyi insan olarak yetiştirmektir. Ben sana okuma demiyorum ama bana göre sen birçok üniversite mezunundan daha olgun ve daha bilinçlisin.

                -Benim için düşündüğün güzel şeylere teşekkür ederim. Ben, kendimde bulduğum eksikliği, ancak okuyarak tamamlayabileceğime inandığım için bu kararı verdim. Bu özlem öyle güçlü bir şey ki, beni de sürüklüyor peşinde. Sonu ne olur, bilemiyorum.

                -İyi olacak mutlaka. Senin adına seviniyorum.

                -Doris, çok iyisin. Anlayışlı ve olgunsun. Beni affedebilecek misin?

                -Seni anlıyorum. Ortada bir ihanet yok. Bir amaç uğruna özveride bulunarak bir karar vermişsin. Kararına ve amacına saygı duyuyorum. Biz burada iki uygar insan olarak arkadaşlık yaptık. Şimdi elde olmayan nedenlerden dolayı ayrılmak zorunda kalıyoruz. Bunu da sabır ve saygıyla karşılıyorum.

                -Doris, seni hiç unutmayacağım. Unutamam da. Ne olursa olsun, gidene kadar beni yalnız bırakma.

                -Gayet tabii… Arkadaşlığımız bozulmuş değil ki. Eğer istersen, bundan sonra da yazışarak dostluğumuzu sürdürebiliriz. Hatta okulunu bitirdikten sonra yine birleşebiliriz.

                -Doris, fikrin çok güzel ama senin bu kadar beklemene gönlüm razı olamaz. Üç yıl ortaokul, üç yıl lise, dört yıl üniversite… Çok uzun bir süre…

Evet, Doris ne desin başka?

Hüseyin ne desin?

Sözün bittiği yerdir burası. Bir süre sessiz kaldıktan sonra, vedalaşıp ayrılırlar.

İki hafta sonra, İstanbul’a hareket edeceği pazar günü arkadaşı Yunus, Hilmi, Vedat ve Doris  gelir uğurlamaya.

İşçi arkadaşlarıyla kolayca vedalaşır da Hüseyin, sıra Doris’e gelince, cayır cayır yanar yüreği.

Buraya kadar özetlemeye çalıştığım bu öyküyü, yazarın sözleriyle noktalayalım:

                “Bir lokma ekmek için Almanya’ya gelmişti. Ülkeler arasındaki toplumsal eksiklik ve kültürel farkları görmüş; düşünce yapısı ve yaşam şekli değişmişti. Kaybedilmiş mesafeyi kapatmak için dev adımlarla koşmak, koşabilmek gerekiyordu. İşte bunun için de canı kadar sevdiği, yüreği yanarak terk ettiği Doris’i kalbinin derinliklerine gömerek ayrılıyordu. Bu büyük bir özveri olup mevcut yaşama isyan, bu duruma sebep olan bozuk düzene sitemli bir haykırıştı.

                “Birkaç sene önce Sirkeci Garından can alıcı bir düdükle, içleri parçalarcasına bağırarak batıya doğru delicesine koşan tren, bu defa da arkada iki damla gözyaşı bırakarak büyük bir uğultuyla doğuya doğru, güneşe koşuyordu.” (*)

 

Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

---------------------------------------------------------------

  •             (*)Umut Peşinde, H. Esat Yavuztürk, Yön Yayın Dağıtım, İstanbul 1995

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara