Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '08

 
Kategori
Anılar
 

İki durak ötesi ...

İki durak ötesi ...
 

İki durak ötede inelim bazen...


Pazartesinin böyle başlayıp da böyle biteceği aklımın ucundan bile geçmemişti inanın..

Tamam, duydum nasıl başlayıp nasıl bitti dediniz…

Anlatayım o zaman.

Günün yoğun olacağı elbette cumadan planlıydı … Sabahın 8.30’unda başlayacak bir hizmet içi eğitim kursu ta ki öğlen 13.00’a kadar.

Ardından dön günlük işlere devam et. Aynen öyle yaptım bende. Bilgisayar başında geçen yaklaşık bir soluksuz iki saat. Malum miniklerin kayıtları, gönderilecek belge hazırlıkları. Mektubu şanından eden maillerin kontrolü derken ne yapsın bu kahverengi gözlerim yoruluvermişler haklı olarak. Neyse ki müdür amcam saat 16.45’e doğru haydi yollanın yolunuza dedi de, kalkabildim yapıştığım koltuktan… Allah yapıştırmasın, koltuğundan ayrılamayanlardan da etmesin elbette. O da başka bir mesele…

Her neyse, sıcak bir taraftan, yorgunluk da öbür tarafından düştüm yollara.

Oh nihayet otobüs de geliverdi… En arka köşe de boş… Bir güzel yerleştim…yaklaşık bir 40 dakika sürer benim yolculuğum… Açtım dergimi okumaya başladım…

Gerisini hayal meyal hatırlıyorum… Kapanıvermiş gözlerim, arada bir tek gözümü açıp durak kontrolü yapıyorum. Ama öyle derin dalmışım ki, gözümü son açtığımda kendi durağımdan iki durak ileride olduğumu anlayıverdim… Kimselere belli etmeden bastım zile ve indim iki durak ötede…

Önümde yemyeşil bir park… Yeşilin her tonu, ağacın her çeşidi… Koca koca çınarlar… Tam arkamı dönüp kendi durağıma doğru yürüyecekken, dur ya dedim kendi kendime, dur nereye gidiyorsun… Şu güzellik bırakılır mı hiç… Kendi sözümü kendim dinleyip, kendimi parkın o güzelim çay bahçesinde buluverdim… Bir de çay söyledim kendime…

Koyu gölge ağaçlar, mis gibi bir çay kokusu… Hazır uykudan da yeni uyanmışım öyle güzel geldi ki ruhuma… Hemen yanımdaki çocuk bahçesinde içimdeki çocuğu oynattım biraz… Aman ne mutlu oldu şımarık şey… Salıncak ta salandı, kaydıraktan kaydı, uzun demirlerin üzerinden atladı, zıpladı… Annemin sesini geldi kulağıma…Ne zaman parka gitsek “ dağ keçisi, az zıpla” diye bağırırdı arkamdan.

Bizim keçi oynaya dursun bir kenarda, masadaki boş sandalyelere unutulmaz dostları oturtuverdim o sırada… Hafif hafif esen rüzgarla masaya düşen kuru yapraklar, paylaştığımız anıları hatırlattı… Gülümseyiverdim sanki görüyorlarmış gibi… Yan masalarda oturanlar başka türlü anlamasınlar diye mecburen sessiz kahkahalar attım. Ha birde ortada dolaşan çay bahçesinin müdavim elemanları vardı… Çilli horoz, tavuklar ve güvercin akrabaları… Ne yorgunluk kaldı, ne uyku…Biten güne günaydın deyiverdim anlayacağınız.

Hani hep deriz ya robot gibiyiz, git git gel… Aynı yollar, aynı şeyler, aynı durak diye…

Meğer ara da bir insan iki durak öteye gitmeliymiş…

Gidelim öyleyse… İki durak ötede iniverelim bazen… İki durak ötede bizi bekleyen güzelliğe gidelim, iki durak ötede oynatıverelim içimizdeki sıpayı, iki durak ötede bir fincan çay içelim dostlukla… Ha kendi olmuş, ha boş sandalyeye oturttuğun hayali…Y üreğimize oturmayı haketmişler ya...

Değil mi ki uzaklarda bile olsalar, yüreğimizi sıcacık yapıp, gülümsetebiliyorlar ya bizi… İki durak ötedeki pamuk şekercinin pembe rengine takılıversin düşlerimiz, simitçinin susam taneleri kadar coşuversin yaşam sevincimiz, insana ve doğaya olan sevgimiz…

Bazen İki durak ötede inelim o zaman… İyi geliyor insana …
Tecrübeyle sabittir…

Dostça kalın…

Lillo...

 
Toplam blog
: 97
: 531
Kayıt tarihi
: 10.04.08
 
 

Öğreneceği çok şey olan bir öğretmenim.... ..