- Kategori
- Ben Bildiriyorum
İkizler
İkizler
Esir Türk Kızları – Osmanlı Perisi
Birine akıl almaz, dimağ anlamaz derken! Aynından bir tane daha... Tıpa - tıpı sedirin diğerinde yatmakta. Nerede ise aynı şekilde, bir farkı var sadece, bu hesna’nın bir kolu başının yan tarafından yukarı kıvrılmış gibi durmakta…
Gecenin en karanlık, en siyah, en kara en uğursuz haliydi. Birkaç baykuş sesi uzaklardan, uzakları yakın edercesine çirkin, boğuk, kısık sesleri ile kötülüğün habercisi olarak ötüyorlardı. Onların tersi birkaç tarla kuşu da bir feryat halinde haykırışlarını bir ötüşle dile getiriyorlardı. Hava izbe karanlığın içinde garip, boğucu, sıkıcı bir sıcaklıkla rüzgârsız, esintisiz sis bulutlarını biraz daha aşağı itmek istercesine ortalıkta dolaşıyordu. Kış değildi, kıyamet hiç değildi. Hava soğuk da değildi. Sıcağında bu olumsuzluklarla alakası yoktu. Yaz değildi. Bahardı. Baharın hazan haliydi sadece. Sonbahar. Birçok başlangıcın sonu gibi… Birçok güzelliğin bitimi gibi… Birçok olacağın yok oluşu gibi.
O gece ay hangi haldeydi? Hilal olmadığı kesindi. Bulutların bir arkasına gizlenmek istiyordu, birde kendini gösterme çabası da yaşıyordu. Bu çok mu oluyordu hayır olmuyordu. Sanki ay bu gecenin karanlık olmasından yanaydı. Sanki ay bulutların arkasına saklanmak isteğindeydi. Ya da ay bu gece çok meşguldü etrafla işi yoktu. Canı sıkkın, ruhu azgın, karamsar isteksiz ve bıkkındı. Bu çok ta yadırganacak bir şey değildi. Kâinat, dünya evren her ne deniliyorsa olduğundan beri ay orada değil miydi? Oradaydı. Yorgun, kızgın hatta bıkkın olması da çok anormal bir şey değildi. O da bir canlıydı. Enerjisi vardı. İsyanı olması da enerjisi kadar doğaldı. Bu isyan ne yazık ki bu geceye tesadüf etmişti. Ne kadar yazık!
Küçük, detaysız sıradan basit bir köy evi… Bir yerlere yakın diye orada olunuyordu. Boğuk, tarifi sıkıcı hava kapalı pencerelerden içeri girmeyi başarmıştı. Yukarıdaki odaların birinden huzurlu, sakin alınan çifte nefesin sesi vardı. Derin uykuya dalınmış hali ile alınıp verilen nefeslerden dakik, ritmik sesler geliyordu… Bulunduğu yere uymayan, eski evle hiç bağdaşmayan şekilde döşenmişti orta büyüklükteki dantel perdelerin süslediği oda. Sedirlerde yataklar yapılıydı. Bu doğru. Sedir yastıkları yatağın yerini genişletmek için yan tarafa üst üste düzenlenmişti. Yastıkların üstünde beyaz karı kıskandıracak temizlikte örtü renk harmanı kanaviçeden işlenmiş, çiçeklerle bezeliydi. Kenarını has bir dantel süslüyordu ki bakmaya kıyılamıyordu. Yerdeki halılarda pek bulunduğu yerin, köyün yakınında ki kasaba veya uzaklarındaki şehrin şekline ve modeline uyum sağlamıyordu. Bu bir yerlerden gelinmiş, taşınmış, ya da yanında getirilmiş gibi duran döşeme malzemelerinde daha bir ziyade şark havası esmekteydi. Yataklardaki örtü belli ki apak pamukluydu, yine kanaviçe, dantel ve beyazlarla birleşik yastıkların yan taraflarını renkli saten başlıklar süslüyordu. İki yatak, iki yastık. İki yorganda pek hoştu. Kaplı, mitili yorganın üstü de satendi. Yastıkları ile yorganları aynı renkler hapsetmişti.
&
İlk göze çarpan, nereden geldiğini bir türlü anlaşılmayan ışığın bir hesna, yani güzel kadın. Buna güzel kız demek daha bir yakışır halde. Güzel kelimesini buradan nasıl kullanılacağını uzun düşünmek, ona göre yorumlamak gerekiyor ki bu ciddi bir zorluk. Güzel; Duru, temiz, berrak, alımlı, çekici, cazibeli, pembe, beyaz, siyah karışımı her şeyden bir dirhem bazılarından çokça. Nasıl anlatılmalı. Yaradan pek özenmiş. Pek ayrı tutmuş. Saçları yastıktan aşağılara kadar dağıldığına göre bir hayli uzun. Siyahın koyu, kara hali. Dalgalı, çok dalgalı ama kıvırcık daha halinden eser yok. Gözleri kapalı, kirpikler uzun, güneşli bir yerde gölge yapacak derecede. Burun ile dudaklar için söylenecek söz tabiri caize hokka. Bu nasıl bir ten… Kurban olduğum Mevla’m. Bu nasıl bir eda, bir işve, bir güzellik, bir uyku hali… Nasıl anlatılır? İşin içinden nasıl çıkılır bilmek zor…
&
Bir süre bakmak gerek, gerçek mi? Hayal mi önce onda karar kılınmalı. Bir yapma bebek mi yatağa uzatılmış bu boyda düşünmek hatalı. Belki hafif aydınlığın karanlıkla aldığı ortak karardan yaptıkları ışık oyunundan bu kadar güzellik görülmede... Belki lamba yanar, belki güneş çıkar, belki de büyü bozulur. Bozulsa da ne kadarı bozulur. İşte ayan beyan ortada...
Tam işte o anda bir hareket sedirin diğer ucundaki yatakta. İyi de bu olmaz ki. Bu mümkün değil. Allah – Allah. Yok – yok olmaz. Olamaz ki… Nedir olmayan?
Bu akılla zarar bir oyun mu? Bir sınanmışlık, imtihan içinde olmak mı? Yarabbi nasıl bir derstir bu başımıza gelen. Tövbe estağfurullah. Birine akıl almaz, dimağ anlamaz derken! Aynından bir tane daha... Tıpa - tıpı sedirin diğerinde yatmakta. Nerede ise aynı şekilde, bir farkı var sadece, bu hesna’nın bir kolu başının yan tarafından yukarı kıvrılmış gibi durmakta… Şimdi akılla salim geldi. Bu iki aynı nefes, aynı anda nefeslendiğinden ritmik sesler musiki değerinde gelmişti. Zaman nasıl geçerse geçmeli, vakit tan vaktini davet ettiğinde bile olsa buradan ayrılmak zor. Kim bir daha nasiplenir böyle hurilerden. Cennetten bir yerde, iki huri... Yok, kolay olmaz kim ne derse desin gidilmez buradan… Bir süre daha birileri en azından uyanana kadar bakmalı, seyre devam etmeli…
Nazan Şara Şatana’nın ESİR TÜRK KIZLARI kitabından…