- Kategori
- İnançlar
İmamı Azam Ebu Hanife kimdir? Hanefilik nedir? (12)

Ebu Hanife’nin fikirleri ve Hanefi İslam anlayışının dayanakları
-Büyük İmam, alkol konusunda farklı görüşe sahiptir. Ona göre şarap dışındaki içkiler, sarhoş olmamak kaydıyla tüketilebilir.
Ebu Hanife, Kur'an'da geçen “hamr” kelimesi günlük dilde şarap anlamına geldiği için, şarap az veya çok olsa da haramdır, diğer alkollü içkiler ise sarhoş edecek kadar içilirse haramdır diye kabul etmiştir.
Nebiz adı verilen türlü meyve ve tahıllardan yapılan alkollü içeceklerin Hz.Peygamber zamanında da içildiği bilinmektedir.
Nebiz içenler arasında Hz.Ali ve Hz.Ömer’in de bulunduğu, hatta Hz.Aişe’nin:”Hurmayı kaplara koyup pişiririz, nebiz yaparız ve onu içeriz.” dediği bildirilmiştir.
Bu konuda Ebu Hanife yalnız değildir. Onunla aynı fikirde olan çok sayıda kişi vardır. Örneğin, Osmanlı şeyhülislamı Çatalcalı Ali Efendi vişne likörü ile ilgili olarak sorulan soruya, sarhoş etmeyecek kadarı içilebilir diye fetva vermiştir.
Yasaklanan sarhoşluktur. Ancak özü bırakıp görünüşü esas alanlar alkol konusunu, kokusunu ve hatta antiseptik olarak kullanılmasını bile haram sayacak kadar abartmışlardır.
Kur’an’da sarhoş olan için de herhangi bir ceza öngörülmez. Ancak, ne dediği anlaşılıncaya kadar namaz kılmaması istenir.
Kur’an’da insanın bilincini etkileyen, olamayacak hayallere inandıran, Allah’ı unutturan, insani ilişkilere zarar veren alkol ve kumar yasaklanmıştır.
Çok miktarda alınan alkolün, cinsine göre, az da olsa, alınan uyuşturucunun etkisiyle insanlar kontrollerini kaybedebilirler. Hayat boyu pişmanlık veya ayılınca utanç duyacakları şeyler söyleyebilir ve yapabilirler.
Alkol ve uyuşturucu insanlara kısa süreli ve yalancı bir mutluluk hissi verir. Ama bağımlılık yaptıkları zaman yıkıcı etkileri kalıcıdır:
İnsanların kazançlarını alkole veya uyuşturucuya harcamalarına, para bulamadıkları zaman hırsızlık, gasp yapmalarına, hatta cinayet işlemelerine neden olabilirler.
Gerçeklerden kopmuş bir beyinle iş yapılamayacağı için bağımlılar işlerini, davranışları değiştirdiği için çevrelerini, dostlarını, arkadaşlarını ve hatta ailelerini kaybederler.
Bu maddeler, beyin ve sinir hücrelerini öldürür, böbrek, karaciğer, kalp yetmezliğine, sinir sitemini ve kasları etkileyerek güçsüzlüğe ve kısa sürede yaşlanmış gibi çökmeye, ani ölümlere, hayaller görmeye, yoğun depresyonlara ve intihara neden olurlar.
Bu tür alışkanlıklar, çoğunlukla başlangıçta merak, yasak olanı birlikte yapmak, bir çeşit sır ortağı olmak gibi birbirini etkileme, içki içebilmek bir marifetmiş gibi, arkadaşlara gösteri amacıyla veya kendini artık yetişkin gibi hissedebilmek için içmek ve denemek olarak başlar. Arkadaşların birbirini teşvik etmesiyle devam eder.
Her insanın başına gelebilecek sorunlu bir zamanda sorunları çözmek yerine unutmak için içki içilmesi veya uyuşturucu kullanılması sonun başlangıcıdır. Kişi ayıldığı zaman sorun çözülmek yerine başka sorunlar da eklenmiş olarak ortada durduğu için ve vücut gittikçe yükselen dozda alkol veya uyuşturucu istediği için, ihtiyaç duyulan miktar gittikçe artar; merakla ve herhangi bir uyuşturucuyu bir kere denemekle başlayan süreç intiharla, hastanede veya hapishanede sona erer.
Önünde yaşanacak kocaman bir hayat bulunan gençlerin, hem kendilerine hem başkalarına faydalı insanlar, saygın, mutlu, uzun ömürlü, sağlıklı bireyler olmak yerine, beyinlerini ve iç organlarını tahrip etmeleri, kendi yaşamlarını kendi elleriyle zindana çevirmeleri ve geleceklerini yok etmeleri, acınacak zavallılar haline gelmelerini önlemek için akıllarını kullanmaları şarttır!
Şeytan dövülemez, cezalandırılamaz, öldürülemez, ancak davetine uyulmaz ve kendisinden uzak durulursa elinden bir şey gelmez!
Kötüler ve kötülük insanlar var olduğu sürece var olmaya devam edecektir. Ama kötünün, şeytanın davetine uyup uymamak insanın kendi seçimidir.
Çok içki içebilmek ve uyuşturucu kullanmak bir özellik, yetenek veya erdem değildir. Ama vaat ne kadar cazip olursa olsun, yanlış olduğunu bildiği şeyi yapmamak, iradesine hakim olmak ve ilkeli bir insan olmak, kötünün, şeytanın oyuncağı ve maskarası olmamak erdemdir.
Kumar da emeksiz para kazanmak amacıyla insanların kendilerini ve birbirlerini kandırmalarının bir yoludur. Ayrıca battıkça kayıpları kurtarmak için, kazanınca daha çok kazanabilmek için devam edilen, insanların tüm varını yoğunu yitirmesine neden olacak seviyede bağımlılık yapacak, zamanı ve yaşamı bir hiç uğruna ziyan edecek kötü bir yoldur.
Kur’an’da şans oyunları açıkça sayılan haram listesinde de yer alır.
Şans oyunları da kumar gibidir, ancak günümüzde şans oyunlarından gelecek beklenti, kazanılacağı zannedilen paranın miktarı çok daha büyüktür. Loto, toto vs. insanların sanki gerçekten ellerine geçecek bir para varmış gibi umuda kapılmalarına, isteklerin artmasına, kendine kazancından daha yüksek bir standartta yaşamı uygun görmeye ve gereksiz borçlanmaya, beklenen para gelmeyince de, kendini olduğundan daha çaresiz ve yoksul hissetmeye neden olur.
Ayrıca, geleceği zannedilen para ile çözmek umuduyla var olan sorunları ertelemeye, zamanında harekete geçmek yerine bir sonraki çekilişi beklemeye ve böylece sorunların büyümesine neden olur.
Şans oyunlarından para kazananlarla, büyük ikramiye kazandıktan bir kaç yıl sonra yapılan röportajlarda, loto, piyango şanslılarının, emek harcamadan ellerine geçen parayı nasıl saçıp savurduklarını, bir kaç yıl içinde daha önceden ellerinde olanları da kaybedip eskisinden daha yoksul duruma geldiklerini anlatmaları ibret vericidir.
Emek karşılığı para bereketlidir, çar çur edilmez. Emeksiz kazanç kolayca savrulur ve elden çıkar! “Haydan gelen huya gider” özdeyişi bu tecrübelerin özetidir.
Geçtiğimiz yıllarda alkol ve israf konusunda ilginç bir örnek yaşanmıştı: Kızına Çırağan Sarayında düğün yapan bir şeyh, daha önce içki içilmiş olması ihtimaline karşı hiç kullanılmamış bardak siparişi vermişti. Ama düğüne harcanan para Afrika’daki binlerce aç insanı doyuracak, birkaç köye su getirecek bir büyük israftı!
Alkol ve kadın giyimi konusunda aşırı titizlenenler arasında örneğimizdeki gibi lükse batmışlar, bir eşarba birkaç bin dolar verenler, süse gösterişe batmışların olması tuhaf bir manzara oluşturmaktadır. Bunun nedeni büyük olasılıkla Arap petrol şeyhlerinin örnek alınması olmalıdır.
Aksi halde özellikle İslam ülkelerinde yöneticiler kendilerini seçilmiş, görevlendirilmiş vazifeliler değil, padişah-şeyh gibi görmez, halkın malını, parasını ve kamu olanaklarını o kadar kolay kişisel maddi çıkarları, sefası için kullanmaz, halk da buna izin vermezdi.
Karides haram, sol elle yemek, saçın tek teli görünse haram gibi olmayan haramlar uyduranların Kur’an’daki israf ve infak konulu yüzlerce ayeti görmezden gelmeleri gerçekten ibretlik bir durumdur!
“Ey ademoğulları!Tüm mescitlerde süslü, güzel giysilerinizi kuşanın. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez. Deki:”Allah’ın kulları için çıkardığı süsü, güzel, temiz ve tatlı rızkları kim haram etmiş”(Araf, 31-32)
“Ey iman edenler! Sarhoşken, ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüpken de- yolculuk halinde olmanız müstesna- boy abdesti alıncaya kadar namaza/duaya yaklaşmayın.”(Nisa, 43)
“Ey iman edenler! Uyuşturucu /şarap, kumar, tapılmak için dikilen taşlar, fal okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan; uyuşturucu ve kumara sokularak aranıza düşmanlık ve nefret yerleştirip sizi Allah’ı anmaktan, namazdan/duadan geri çevirmek ister. Artık son veriyorsunuz değil mi?”(Maide, 90-91)
“Sana uyuşturucuyu/şarabı ve kumarı sorarlar. De ki:’Bu ikisinde büyük bir günah vardır; İnsanlar için çıkarlar da vardır. Ama onların kötülüğü yararlarından çok daha büyüktür.’ (Bakara, 219)
“Şunlar size haram kılınmıştır: Boğazlanmayarak ölmüş hayvanın eti, kan, domuz eti, (…) bir de fal oklarıyla kısmet paylaşmanız (...)Bütün bunlar birer sapıştır.” (Maide, 110/5, 3)
“Ve sana neyi ‘infak’ edeceklerini de soruyorlar. De ki:’Helal kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin.” (Bakara, 219)
“ O, alevlenen bir ateştir. Yakar –kavurur deriyi/koparıp götürür kolu- bacağı. Çağırır sırtını dönüp uzaklaşanı, Toplayıp kasada yığanı/depolayanı.” (Meariç, 15-18)
- İmamı Azam’ a göre, “Azmışlarla savaş azmışlık ithamıyla yapılmalıdır, kâfirlik ithamıyla değil!” Din bahanesiyle toprak savaşlarına, zulümlere karşı çıkar.
Ebu Hanife, toprak savaşlarının din gerekçesine dayandırılmasına karşı çıkmıştır.
Bu büyük imam cihat ve dine hizmet görüntüsü altında yapılan savaşlara, başkalarına ait toprakların savaşla, zorla alınmasına şiddetle karşıydı, vasiyet olarak tek isteği şuydu:
“Beni gasp edilmemiş bir toprağa defnedin!”
Dünya barışının engeli insanoğlunun birbirinin hakkını gasp ederek yemekten vazgeçmemesidir.
Güçlü olanın güçsüz olanın elindekini almak için güç kullanması veya oyunlara başvurması insanlık tarihinin yazılı tarihinin 5000 yılının neredeyse sadece savaşların tarihi olmasına neden olmuştur.
Geçmişte “din götürüyorum” bahanesiyle yapılan talanların yerini şimdi “demokrasi götürmek”, “insan hakları ihlali” gibi bahaneler almıştır.
Ölen milyonlara, yok olan düzenlere rağmen tarihten ders alınmamış, hepsi aynı Allah’ın kulları olan diğer ülke insanlarının toprağını, kaynağını sömürmek için projeler üretmek son bulmamıştır.
Allah hiçbir topluluğu diğerinden fazla nimete layık, birini çatlayıncaya kadar yemek ve israf etmek, diğerini aç bırakmak üzere yaratmamıştır.
Savaş kaçınılmazsa, savunma savaşı yapılmalıdır. Ama “daha dindarım veya senin dinini beğenmiyorum” diye bir savaş açma bahanesi olamaz.
Kazanç hırsıyla yapılan ekonomik savaşlarla, Allah’ın yarattığına şükrederek sahip çıkmak yerine ilaç, hormon, gdo’lu ürünler, hava, su, toprak kirletilmiş, insanların azınlığı çok zenginleşirken, ezici çoğunluk yoksulluğa itilmiştir. Bu düzenin böyle sürmesi, sömürenlerin mutluluğunun kalıcı olması mümkün değildir.
Yakın gelecek açlık, kıtlık, kargaşa getirecektir:
Allah’ın yarattığının değiştirilmesi kıtlığa; faiz ve riba, üretmeden kağıttan para kazanmak işsizliğe ve ekonomilerin çökmesine; zengin yoksul farkının çok artması, hakları yenilenlerin bir araya gelip haklarını gasp edenlerden hesap sormasına ve savaşlara neden olacaktır.
-Ebu Hanife, din hizmetinin geçim kaynağı yapılmasına karşı çıkar. Kendisi ticaretten para kazanıp kazancıyla ihtiyacı olanlara da yardım eder.
Din hizmetinin geçim kaynağı yapılması, Kur’an’ın günlük yaşamdan dışlanması sonucunu getirmiştir.
Herkes dinini Kur’an’dan ve kendi dilinden okusa Arap alfabesi öğreten binlerce kurs, insanlara güya İslam’ı öğreten hocalar, şeyhler, efendiler işsiz ve itibarsız kalır. Onun için Emevi’nin Arapçılığı 1400 yıl sonra bile titizlikle korunmakta, insanlara kendi dillerinde Kur’an okumanın ve ibadet etmenin İslam’a aykırı olduğu söylenebilmektedir.
Okuryazarlığın, ilahiyat fakültelerinin, ilahiyat hocalarının yazdıkları kitapların, başka dilde yazılmış kitap çevirilerinin bu kadar bol olduğu dönemde insanların kulaktan dolma bilgiyle şeyhlik yapan, keramet uydurmalarıyla gerçekte komik olan bir takım şahısların eline eteğine yapışması sadece akılsızlık yüzünden değil, maddi çıkar beklentisiyle mi olmaktadır?
Ya da cemaat olunca insanlar yalnızlık duygusundan mı kurtulurlar? Allah’ın kulu olmak, en iyi dost olarak Allah’ı kabul etmek Müslümana yetmez mi?
Aynı cemaatin üyeleri işte ve geçimde birbirini desteklediği için mi tarikatlar ve cemaatler bu kadar yaygındır?
Sebebi belki hiç biri, belki hepsidir, bu çok da önemli değildir: Önemli olan bölünmenin ve bazı insanları yüceltmenin İslam’a aykırı olduğunu bilmektir. Allah kulu zaten kendi yetenek ve kapasitesi ile sorumlu tutuyor. O halde dini anladığı kadarıyla uygulamak yeterlidir. Ama birilerini Allaha aracı kılmak şirk olarak affedilmeyen tek günahtır. Küçük günahlardan kaçarken affedilmeyen şirk günahı tuzağına düştüğünün kaç kişi farkındadır?