- Kategori
- İlişkiler
İnadına Yasamak

Mektuplar 2
Merhaba
Bugün her zamanki tutsak günlerden biri gibi başladı… Kalktım, yorgundum, kahvaltımı yaptım ve tekrar yattım….Yasak olmasına rağmen (doktorum yasakladı) dün basketbol oynadım ve o yüzden dinlendim. Yani her zamanki gibi söz dinlemez yaramaz adamım (çocuk muyum mu demem lazımda?). Öğlen, gazete yemek ve kısmı koğuş temizliği yaptık… Dedim ya her zaman ki gibi bir gündü. Sıcaktı, terledim soğuk suyla duş aldım ve yatağıma uzandım, kitaplarımı açtım okuyordum… Bir ara gözüm yarım kalmış resmime gitti ”boş ver dedim içimden” bugün çalışma tam o sırada arkadaş bir zarf uzattı. Aldım gönderenin ismini okudum….
Adını okuyunca bu günün her zaman ki her günkü bir tutsak gün olmayacağını anladım. Bu gün senin günündü ve her şey çok farklılaşacaktı… Her şey alt üst oldu.
Ey ömrümün deprem nedeni kadını… Benim gizli hasretim…Kanayan onulmaz yaram…
Nereden çıktın sen…?
Nasıl yazacağım ne yazacağım sana…Hangi kelimeler hangi mektup anlatabilir duygularımı? Çok zor bir şey bu , on yedi yıl sonra, bunca zaman bir hayal kırıklığıyla yaşamaya çabalarken, alışıyorken şemdi ne yaparım, nasıl yaşarım…? Yaşayabilir miyim?
Yeni bir depreme neden olduğunun farkında değilsin değil mi?
İstersen birazcık izah etmeye çalışayım… Mahpusluk zamanla kendi tekdüzeliğini, fiziksel mekandan ruhsal duygusal duruma da yansıtıyor. Biliyorsun ki bu gün dünün aynısıdır. Bu hafta geçen haftanın tıpkısıdır… Hem duygusal hem fiziksel anlamda. Tabi bunu aşmak için çabalıyorsun, kitap okumak, sanatsal faaliyet vb..Ama bir kere giymişsin prangayı her şey en sonunda tekrardır. Ve mutlu mesut ,güven içinde sessizce çoğaltırsın zamanı… Bunun adı yıllardır.
Şimdi ben mahpusluğun olgunlaşma dönemini yaşıyorum… Sessiz uslu ve kederli gözlerle dolanıyorum etrafta…
Bu durumu değiştirensin sen…Çünkü bunca zaman yıllar boyunca beklediğim bir mektup, bir selamsın…
Sana özeleştiri veremedim…Özür dileyemedim… Ne kadar sevdiğimi söyleyemedim… Beni nasıl darmadağın ettiğini anlatamadım. Sana olan hayranlığımı ifade etmek istedim ama yapamadım… Bunca zaman tüm bunlar için fırsat bulamadım..
Ama seni suçlamadım da… Korktu dedim “işini ciddiyetini anladı”dedim ve hak verdim. Bataklığa düşmüş bir kedi yavrusu gibi bana yardım eden sevdiklerimi can havli ile çamura bulaştırdığımı gördü ve umudu kırıldı, güvenini yitirdi haklıdır dedim… Dedim düşündüm ama unutamadım. Seni unutmak ,benim üzerimdeki etkinden kurtulmak mümkün olmadı.Çünkü ben mahpustum ve anılarımdan başka bir şeyim yoktu.
Nasıl kötü bir zamandı o günler…Sözünü duyurmak, yapmak istediklerini yapamamak sevdiğine dokunamamak… Bir ateş parçası gibi dokunduğun her şeyi yakmak… Gerçi sana anlatmak istedim ama pek söz dinleyen insan türünden olmadığın için, dinlemeyi red ediyordun beni.
Ama bu hayattır…Yaşamak böyle bir şey, Sen “kısa umutlarla uzun acıların birlikte söylendiği türkü “ demişsin bense yüreğimin orta yerinde birikip birikip patlayan ateş topu hasret olduğunu söylüyorum.
Çalıntı zamanlarımın gizli aşkı diyordum.. Çalınmış zamanlarımın tutkusuydun. Geçti tabi gençlik günleri. Yaşlandım , Sana fotoğraf yollamıyorum o yüzden. Beni Karadeniz sahilindeki o yakışıklı halimle hatırla.
Aha yazıyorum… Ben sana çalınmış zamanlarda vuruldum. Hiç beklemediğim bir anda hiç ummadığım bir taraftan vuruldum. Hazırlıksız yakalandım. Çünkü siyasal hayatımda bir hesaplaşmanın içindeydim ve bir dönemin faturasını kesiyordum, bu işe yoğunlaşmıştım başka tarafa dikkat etmiyordum. Zaten hayatımın merkezinde de bu siyasal mücadele duruyordu..O hesaplaşma içinde bazı savunma tedbirlerini de ihmal ettim, bunu fark ettiğimde sen vurdun ben vuruldum…
Ve şaşkın bir ördek gibi sağa sola yalpalarken sen beni zorluyordun. Bir ara ablanla o kır kahvesinde konuştum ona anlatmaya çalıştım ama sana anlatamadım.
Tehlikedeydim ve sevdiklerim için tehlikeliydim biliyordum. Ama seninle geçen bi an bile her türlü tehlikeyi unutmama neden oluyordu..
Sana benden uzak dur diyordum ama ayağına kapanıp benim için neler ifade ettiğini ,nasıl bir duygusal depreme neden olduğunu anlatmak istiyordum…
Beni böyle bir duygu dünyasında iken yakaladılar… Yani dünyamla yaşam arasına on galaksi uzaklığı girmişti ve ben bunun farkında değildim. Tutkularımla felç olmuş bir aklım, aşkla kör olmuş bir mantığım olduğunu beni tehdit ederken onlar, anladım ama çok geç kalmıştım.
O zaman bana benim için ne hissediyorsun diye sorsaydın, yani normal zamanda yani diyebilseydim. Seni kan haline getirmek mümkün olsaydı damarlarıma enjekte ederdim. İçimde olman ve dolaşman için her hücremde…. Bunu hissettim bunu düşündüm ama söyleyemedim… Söylememem doğruydu çünkü zaman kötüydü. Bunu anlamış olman gerekir.
İnsan düşlerinin peşinde koşmaktan ne zaman vazgeçer? Gerçekleştiği zaman mı? Düşlemekten neden vazgeçeriz? Yaşamın gerçekliği öldürüyor mu düşleri? Yeniliyor muyuz