Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ocak '08

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

İnebolu Yeşilöz Köyü'nde bir öğleden sonra

İnebolu Yeşilöz Köyü'nde bir öğleden sonra
 

Fotoğraf: Aydın Tiryaki (26-1-2008)


Bugün 26 Ocak 2008... Gece yazmıştım: “Sabah olup uyandığımda, düşüp yollara, köye gideceğim. Yukarılara doğru çıkıp köye yaklaştığımda oraların karlı olacağını biliyorum.” Yolların yalnızlığından ve sessizliğinden korkmasam, yürüyerek gidecektim.

Bugün İnebolu’nun Yeşilöz Köyü’ne gittim. Arabadan indiğimde, yukarıya doğru baktığımda oradaki ilk ilkokulumu gördüm. Uzun zaman önce yazdığım yazıma ilk ilkokulumdaki öğretmenim Hüseyin Bilal’in kızından dün bir yorum gelmişti. İlk ilkokulumu ve öğretmenimi yazdığım yazımı babasına okumuş o da duygulanmış. İlkokul öğretmenimin hiç karşılaşmadığım kızı babasının duygularını iletmiş. Köyümüm ilkokuluna bakarken dün akşam okuduklarımı düşündüm.

Önceki gece yağan karın eridiği yollar çamur olmuştu, çamur tanıdıktır köylerde doğan ve yaşayanlar için. Yolların kenarında yeşilliklerim üzerinde ve gölgelerde eriyemeyen karların üzerinde yürüyüp ilk ayak izlerini bırakmak güzeldi.

Karşı tepelerde ağaçların arasındaki boşluklar bembeyazdı. Yollar, karlar arasında düz çizgiler olarak görünüyordu.

Yeni terkedilmiş evlerin etrafında yaşamın belirtileri henüz vardı. Çalı yığınlarının yeni dizildiği belli oluyordu.

Gökyüzüne uzanan eğri büğrü dalları ve yamaçtan dışarıya çıkmış korku filmlerini çağrıştıran kökleriyle kestane ağacı çocukluk yıllarımdaki gizemi hala koruyordu. Köklerden birinden sarkan buzun üzerinden damla damla sular akıyordu.

Eğrelti otlarının kimisi bir bahar günü gibi taptaze ve yemyeşilken kimisi kupkuruydu. Eğreltiler üzerine yağan karlara öylesine kucak açmış ki, eriyememişti.

Karşı tepenin yamacında görünen köy karlar altında kendini öylesine gizlemeye çalışıyor ki, o aşu boyalı ev olmasa bunu başaracaktı. Köyün üzerinden geçen eski yol terkedildiğinin farkındaydı. Oysa köyün diğer tarafındaki tünelden çıkan araçların farları gözüme çarpıyordu. Artık yaşam o taraftaydı.

Küçük bir dere gibi olmuş yolun içinde taşlara basarak ulaştığımda mermerin soğukluğunu taşıyan taşların üzerindeki tarihlere baktım, baktım, baktım. 20 Mart 2003, 26 Ocak 2000, 11 Mayıs 1989... O günleri düşündüm, o günlerden sonraki günleri. Meşe ağaçlarında dökülmüş yapraklara adlarımızı yazıp selamlar bıraktım ayrılırken. Geride iki ayrı dalda sürekli öten kınalı kuşların sesi kaldı.

Asıl terkedilmişlik yanyana üç evdeydi, üçüncüsü benim doğduğum ev. Aşağı Köy derlerdi, kısaca Aşağköy... Yaşam doluydu buralar, ben çocukken. Raşit Dede’nin evi en önce terkedilendi. Sarmaşıkların saramadığı yerleri birkaç yıla kalmaz. Şükrü Dede’nin evi de abisinin evinin yolunda. Sarmaşıklar daha yeni ama kararlı. Doğduğum eve henüz sarmaşıklar gelmemiş, Biliyorum gelecek, kimbilir ne zaman.

Aşağköyün yaşayan tek evinin köpeği Baraş pek sevmedi beni, tanısa severdi. Evin küçük torunu Rıdvan’a sordum, ısırmaz dedi. Seher Yenge pencereden çağırdı, üşümüşsündür diye. Tanıdık sesler duymak ne güzeldi onca terkedilmişlikten sonra.

Bu yazın kuru çeşmesinde sular taşarak akıyordu. Yazın korkularımız boşunaymış diye geçse de aklımdan, gelecek yazı düşünmeden yapamadım. Bu yaz ne olacak acaba?

Başka bir terkedilmiş ev çıktı karşıma. O evin yaşadığı zamanlarında evin önündeki köpekten nasıl korktuğumu anımsadım. Yukarılara baktığımda bu yaz yepyeni giysileriyle arz-ı endam eden korkuluğu eskimiş giysileriyle gördüm.

Zellankadefler geçen yılki yerlerindeydi, çiçek açmış bir tanesini bile bulamadım. Toplamışlardı, belki de henüz açmamışlardı. Tomurcuklar vardı kimilerinde.

Önceleri menekşe sandığım, artık çuha çiçeği olduğunu öğrendiğim çiçekler aynı yerindeydi. Yamaçlarda kuytu yerlerde kendilerine güvenli yerler bulmuşlardı.

Cemal Abi’nin evinin önünde ot yığını azalmış, artık kışın ortası geldiği belli oluyor. Kapının önündeki küfeyi kendi yaptığını biliyorum: Cemal Abi’nin elinden gelmeye iş yoktur ki. Pencereye asılmış mısırlar hep vardı orada.

Karlı, dar yollardan yürüdüm ve yeni bir çiçek daha gördüm. Çuha çiçeklerinin yanında, rengi biraz onlara benzeyen bir çiçek. Henüz adını bilmiyorum, öğreneceğim.

Bir kedi gördüm yolda, bir yere tüm dikkatini vermiş. Belki bir kuş vardı benim bir türlü göremediğim o noktada.

Geriye dönüp köyüme bir kez daha baktım. Yeşilöz Köyü, eski adıyla Ibras Köyü. Pembe boyalı okulu, beyaz minaresi, karla kaplı çatıları ile geride bırakıp köyümü, İnebolu’ya doğru yürümeye başladım. Öğleyin yola çıkarken yürümekten korktuğum yolda tek başıma yürüdüm. Cesaretime destek olsun diye elime bir sopa almak istedim, bulamadım, sonunda çalılıktan bir dal kırdım, biraz ellerimi dikenlere takıp kanatarak.

Yolların kenarında kuru ağaçlara yaşam veriyormuş gibi saran ve sararan sarmaşıklara, dallarda artık renkleri siyaha çalan kuşburnulara bakarak kıvrılan yollardan yürüyerek ilerledim. Karşıda deniz göründü. Yolun altında çok uzaklarda evler, okullar, yoldan geçen arabaların sesleri, yolun ıssızlığında cesaret veriyordu.

Yamaçlardaki kayalıklar bir zamanlar bu yolun ne kadar zor açıldığının izlerini taşıyordu. O yolların kırılmış kayalarında büyükbabamın, büyük amcalarımın emeklerinin olduğunu biliyordum.

Karşıda İnebolu’nun evleri bacalardan çıkan dumanların altında göründü. Köy yolu bitip İnebolu’nun parke döşeli yoluna gelince elimde sopayı attım ve daha güvenli yürümeye başladım. Yolun iki yanında eski güzel evler, yıkılmaya yüz tutmuş evler, yeni yapılmış yüksek apartmanların arasında yürüdüm.

Oğuz Atay’la ilgili haberlerde doğduğu ev olarak çıkan fotoğraftakine benzeyen evi görünce fotoğraflarını çektim.

İnebolu’nun dik uzun merdivenlerinin birinin altında durup yukarıya doğru baktım, bu yorgunluğu üzerine çıkmaya gücüm olmadığını gördüm.

Aydın Tiryaki
İnebolu, 26 Ocak 2008, Saat 13:30-16:05

 
Toplam blog
: 1735
: 2429
Kayıt tarihi
: 22.09.06
 
 

27 Mart 1959'da İnebolu Yeşilöz Köyünde doğdum. Yeşilöz Köyü İlkokulu, Yeniyol İlkokulu, İnebolu ..