Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '14

 
Kategori
İlişkiler
 

İnsaf hakları "Evren"sel beyannamesi

İnsaf hakları "Evren"sel beyannamesi
 

İLİŞKİ


Siz… Siz bir ilişkiye başlamak ne kadar zordur bilir misiniz dostlarım? Dahası, o ilişkiyi yürütebilmek.. Sorunsuz devam ettirebilmek.. Birbirinize karşı daima ilk günki kadar sevgi ve saygı çerçevesinde hareket edebilmek ve mutlu mesut yaşayıp gitmek…

“Akşam akşam adamı fitile getirme! Tabi biliyoruz!” dediğinizi duyar gibiyim.. Sonuna kadar haklısınız da… Ancak bir şeyi es geçiyorsunuz ki kuzucuklarım, bir ilişkiye başlamak demek, sefer sırasında susamış orduya bir sürahi ayran getirerek hepsinin tek tek hararetini gidermeye çalışmak demektir! Hayır! Hiç de bile abarttığımı düşünmüyorum! Tamamen davulun sesi uzaktan hoş geliyor… Ama geleceğiz buraya.

Dünya globalleştikçe, global çember daraldıkça, insanoğlu önündeki boşlukları doldurarak safları daha sık ve düzgün tutmaya başladı. Birbirleriyle aralarındaki mesafe gittikçe azaldı, iletişimleri had safhaya ulaştı. Hani eskilerin bir tabiri var ya "osursan duyulur” diye, işte aynen bu şekilde teeyy kilometrelerce ötemizde dönen fısıltı, bizim kulağımızı da delip geçer oldu… E zaten bunu istemiyor muyduk? Sağda solda, aman birbirimizden çok uzaklaştık, aman artık kapı bi komşumuzu tanımaz olduk, aman çocuklarımız mallaşacak, antisosyal, toplum kumullusu, öküz birer birey olacak diye çemkirip durmuyor muyduk? Ne güzel işte. Artık birbiriyle iç içe, birbirinin -afedersiniz ama- yatak odasından bile haberdar olan küçük ajancıklar olup çıktık. Aramıza örülen o yüksek ama bir o kadar da sığ(!) duvarlar yıkıldı. Sınıfları, birbirinden keskin çizgilerle ayıran o zehirli dikenli çitler birden ortadan kalktı. Aynı parkta oynayan birbirine düşman ailenin çocukları gibi, yaklaşan-kaçınan doğrultuda tedirgin balıklar misalince yaşama sürecimiz de başlamış oldu…

"La oğlum ilişki milişki diye yedin bizi, dikkati çektin, en yumuşak karnımızdan vurdun, ardından da dayıyosun propagandanı dayıyosun sosyal mesajlarını, ne ayaksın lan sen?"leri de duymadım değil hani.. Ama geliyorum oraya, az sabır! Ne diyorduk? Ha global dünya, sıkışan toplumlar, saydam bireyler…

Sonra efendim, biz birbirimize bu kadar yakın oldukça, her gün akşam çayını, birbirinin balkonunda içmeyi alışkanlık haline getirmiş iki samimi komşu gibi yavaş yavaş birbirimizden sıkılmaya başladık ve yeni arayışlara girdik. Ortaklık, asker arkadaşlığı, kirvelik, usta-çıraklık vs gibi, gül gibi sıfatlarla hemcinslerimizle; Sevgililik, çıkar ilişkisi, karı-kocalık vs gibi kavramsallarla da karşı cinslerimizle düzeyli ve sağlam temeller üzerine birliktelikler kurarken, ortaya birden Arizona çölüne düşmüş göktaşı gibi parlak, haşin ve sert bir kavram daha attık. Kankalık !

Tamam, ilk çıkış beyannamesi son derece mantıklıydı. “Cinsler birbirini sürekli gözetecek, özel hayatlarının tam ortasında oturacak, anasının babasının bilmediği, yedikleri tüm naneleri birbirlerinden saklamaksızın, yalansız, riyâsız, eksiksiz anlatacak, manita falan durumlarında kendisine ve ona ayrılan zaman dağılımı eşit yayılacak, eğer araya üçüncü bir kanka alınacaksa buna ortak bir şekilde (bir cafe, bar ya da herhangi birinin evinde, arkadan kilitlenmek suretiyle baş başa kalınmış havasız bir genç odasında) karar verilecek ve ikisinin de aynı anda kafasına uyuyorsa gruba duhûl ettirilecekti.”.. Beyanname cezalarıyla gelmişti tabiî ki de.. “Bütün bu durumların aksi tecelli ettiğinde, ‘trip’ adı verilen havalı tüfek, muhatabın kafasında kafasında patlatılacaktı.”

Neticede, beyannamede tek bir hata tespit edilebilmişti şimdiye kadar kii, o da başında geçen “cinsler” kelimesiydi. Çünkü şimdiye kadar erkek-erkek, veya bayan-bayan arası kankalıklar daha sağlam temeller üzerine bina edilerek, daha kanunlara, nizamlara uygun biçimde sürüp giderken, bir anda yapı üzerinde çatlamalar meydana gelmeye başladı. Sebeb-i tahribatı ise, beyanname yasalarına uygun bir biçimde “kankalar arası geçiş” taslağının yürürlüğe girmesiydi. Evet, artık erkek-bayan arası kankalık diye bir şey de vardı ve kısa zamanda çığ gibi büyüdü.. büyüdü.. büyüdü… Kankalığın öngördüğü “birbirine benzeme” ilkesi doğrultusunda bayan, yavaş yavaş, doldurulan iddaa kuponlarına tüyo vermeye, ganyanlarda oran biçmeye başlarken, ağzına sakız ettiği “lan, oğlum, hacı, aga” ve bilimum çeşitli küfürlerlemelerle de adamlaşma sürecine; erkek ise, sanki ruhlarını değiştirmişçesine, naifleşmeye, çeşitli kadın renkleri ve takılarıyla kendini donatmaya, avon kataloglarına ilgi duymaya ve doğasına hiç ama hiç yakışmayan “trip” tüfeğini beline asıp öyle gezerek kadınlaşma sürecine girdi…

Yetkililer tedirgindi. Gidişat hiç de iyinin, güzelin, hayırlının habercisi değildi. Son çare olarak beyannamenin başındaki “cinsler” kelimesini değiştirip, bir ayrım belirtmek için referanduma sunmaya karar verdiler, ancak nafile… Beyannamenin ön bildirisinde, ilk 3 cümlenin kat’i surette değiştirilemeyeceği kesin bir yasayla sabitlenmişti. Ve dahî birbirilerine benzeme durumu, bireylerden herhangi birisinin potansiyel kankasını, “sevgilisi” statüsündeki diğer bireye karşı –cinsi her ne olursa olsun- kıskanma, nefret etme, hoşlanmama gibi negatif durumlar içinde meşrulaştırmıştı …

***

- Ya Naim anlamıyo musun kankam diyorum yaa, kardeşimden öte bişey bu, nasıl böyle düşünebilirsin?
- Bırak Allah aşkına ya! Kankasıymış! Gören de aynı annenin karnından doğdular sanacak! kanka manka bilmem ben kardeşim, gelmiyecek diyosam gelmiyecek! Erkek değil mi sonuçta?!
- Naim bu kadar sığ, bu kadar dar görüşlü, bu kadar perspektifi zayıf bir insan olduğunu bilmiyordum, gerçekten hayal kırıklığına uğratıyorsun beni, gerçekten!
- Onu bunu bilmem ben Serra! Sevdiceğimi başka bir erkekle baş başa şehir gezmelerine çıkartacak kadar karaktersizleşmişsem, hee darım, hee sığım hatta sığırım tamam mı?!
- İnanamıyorum sana Naim.. Gerçekten saçmalıyorsun. İnanamıyorum! Benim, bilgisine, kültürüne, çağdaş fikirlerine, entelektüel çizgisine yanıp tutuşup da beraber olduğum adam sen misin, inanamıyorum!! Karşımda kocaman bir boz ayı görüyorum şu anda.. Sığsın da, sığırsın da. Hayvansın da!!

“Al işte!” dedim dışımdan ve –sakın yanlış anlamayın, tırstığımdan değil- içimden, “ulan daha kaçıncı kavgamızı başka bir insan yüzünden, kendisi yüzünden kavga edilenin hiç de haberi olmayacak bir şekilde edecez? Lan herif oturmuş evinde bi tarafını kaşıyarak televizyon izliyo belki de şimdi. Ve biz yine, ve biz yine, ve biz yine, O ve Onun gibiler yüzünden, şu gül gibi giden ilişkimizden bir yaprak daha koparıyoruz! Vay anasını!!” diye devam ettim… Son olarak “ne halin varsa gör bee!” dediğimde de kendimi dışarı zor atmıştım.

Sinirli bir şekilde, kendi kendime söylene söylene, sakin sokağımızdan çıkıp, gittikçe kalabalıklaşan caddeye doğru girdiğimde, gözüme çarpan her mutlu çifte imrenerek bakarken yakaladım kendimi. Ve hepsini “acaba bu elemanın sevgilisinin de kankası var mıdır lan?” diye süzüyordum. Sonra da kendi kendime yine kendimi onaylıyordum “yoktur lan bence! yoksa bu kadar mutlu olurlar mı, etrafa bu kadar şen gülücükler saçarlar mı, birbirlerine bu kadar kopmazcasına sarılırlar mı?”.. Galiba paranoyaya bağlamıştım yine. Ama delirmemek, şizofrenileşmemek, hele ki paranoyak manyak bir birey olmamak elde miydi sevgili dostlarım, siz bi deyin hele?

Seviyorsun, fedakarlık yapıyorsun, hiçbir eksiğini gidermiyorsun, karnı tok altı kuru sırtı pek kalsın diye yemiyorsun yediriyorsun, içmiyorsun içiriyorsun, biraz yüzü gülsün, azcık tebessüm buyursun diye bin türlü şaklabanlıklar yapıyorsun, taklalar atıyorsun ama gel gör ki, bu canınızdan esirgediğiniz papatya yaprağının “başka bir erkekle” yan yana oluşuna gösteremediğiniz tahammülünüz, sizin dar ağacınız oluyor adeta! “Hayvanmış!, esas hayvan olan, bunları hiç aklının ucuna bile getiremeyen, o fikirsiz embesil denyo kankan!” diye mırıldanırken, haddizatında bunları düşünüyordum aslında… Dayanamadım. Mesaj atmaya karar verdim.. “Bak son defa diyorum, gelmeden uzaklaştır, yemin ederim sinirlenmeye başladım! :// ” yazdım.. Cevap gecikmedi, “Elinden geleni ardına koyma!!”, “Bak ellerim titremeye başladı :S” yazdım, “Korkak insanın elleri titrer..” yazdı, “Çaresiz insanın elleri titrer..” yazdım, “Kendine güvenmeyen insanın elleri titrer..” yazdı.. “Aaaboo oo” dedim içimden, “Ulan Ezel’e de bağladık giderayak görüyon mu? En iyisi bu böyle olmayacak, ben de bunlarla takılayım da bari içim rahat etsin” dedim ve gönlünü almak üzere tekrar aşk yuvamıza döndüm..

“Tamam bitanem, yolda düşündüm de sen haklıymışsın, ben eşeğin tekiymişim, hem ne olacak canım? Tutup da benim olduğumu bile bile sana yazacak değil ya, iyi çocuktur hem tanırım Evren’i, boş yere kuruntu etmişim, tamam gelsin, beraber gezeriz” dedim. Biraz olsun sakinleşmişti. “Demek öyle Naim Bey, siz beni kırın kırın, sonra da gelin aman efendim haklıymışım da aman efendim eşekmiş de, ne eşşeği bee eşeğin daniskasısın! Bütün bunları kalbimi kırıp, kapıyı çarpıp giderken düşünecektin!!” 

Evet.. Dediğim gibi biraz da olsa sakinleşmişti. Bundan istifade ederek birkaç canımlı, cicimli yavşama atraksiyonlarıyla, durumu daha da kotarma eğiliminde bulundum. Pek işe yaradığı söylenemez. Sadece cümlelerindeki hayvan isimleri her seferinde biraz daha değişmeye, ve daha işlevsel, daha az hakaret içeren, sempatisi ve sevimliliği daha yüksek canlılar olmaya başlamıştı, o kadar.. Tabi benim kırıntılarımı süpüren yoktu. Kendi başımın çaresine bakardım daha sonra… Derken Serra’nın telefonunun mesaj müziğiyle ikimiz birden irkildik. Reflekssel olarak kafamızı eğip beraber okuduk. "Evren" yazıyordu gelen seçeneğinde;

“Serra’cım ya kusura bakma şehir dışından bi arkadaş grubu geldi de, bugün onlarla takılacaz. :S Kusura bakma emi, sizle de sonra artık.. Naimcime de selamlarımı ilet. Byy ;)”

NAİM KAYA

 
Toplam blog
: 16
: 419
Kayıt tarihi
: 11.12.10
 
 

13 Şubat'ı Sevgililer Günü'ne bağlayan gece Adana'da Dünya'ya burnumu soktum. 2008'den itibaren S..