Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ocak '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

İnsan! Yakıyorsun canımı...

İnsan! Yakıyorsun canımı...
 

Savaşlarınla, gurur duyma..


Zaman...
Zaman nasıl da sınıyordu beni.
Düşsüzlük yoruyordu zamanı belki,
Çok vakti varmış gibi ağır, yorgun. Bitmeyecek gibi...
Akıyordu...

Yanlış bir hayatın, yanlış bir zamanında yaşıyordum, belli.
Sanki, sanki dünyada yaşayan tek insandım. Yalnızdım.
Zaman mı beni yormuştu, ben mi zamanı, bilmiyordum.
Gidenlerin ardından kalmak, zor geliyordu.
Tek bildiğim, bir kurban gerekiyorsa, bir ölüm, yaşamı kurtaracaksa, gitmesi gereken tek insan, bendim.

Küçük şeyler bile, bir deprem gibi acıtıyordu, canımı.
Geçmiş... Geçmiş, bir bıçak gibi saplanıyordu, kalbime.

Acı çekiyorum. Vahşet, yaşanan tüm bu vahşet, beni de içine çekiyor.

Hergün yüzlerce kadının, tecavüze uğraması, beni şiddete itiyor. Bu muydu utandığım acaba?
Tecavüzcüye uygulayabileceğim her türlü işkence, benim gibi, şiddetin her türüne karşı bir insan için, utanç mı olmalıydı. Belki de...
Kadına zulüm bu kadar mıydı?
Varını yoğunu verdiğin erkeğin, yemeğini bile hazırlayıp yiyemeyecek acizlikte, küçük bir beynin, birde utanmadan, kompleksli ruhunu doyurmak için, neden ihtiyaç duyduğu belli olmayan, gücünü ispat için, bir kadına vurması. Ruhumu acıtıyordu.
Yaşadığım zulüm bitmek bilmiyordu...

Herşey yanlıştı. En, doğruyum diyen insan, en aydınım diyen, bir an geliyor, birdenbire zamanın gerisine döndürüyordu beni. Çocukluğuma...
Çocukken gördüğüm, düşlerimdeki canavarları hatırlatıyordu bana.

Yeşili göremiyordum artık deniz mavi değildi, kuşlar uçmuyordu.

İnsan... İnsan yakıyordu canımı.

Biraz büyüdüm. Acılarla ama olsun. Güçlenerek büyüdüğümü sandım. Yanıldım.
Her duyduğum, başımı önüme eğdirdi. Küçülttü sanki gözlerimi.
Biraz daha büyüyünce şaşırdım.
Irk ayrımı yapılıyor, dedi. Kim dediyse...
Neden? dedim. Anlamadım. Anlattılar. Doğuda bana göre insanın, onlara göre Kürtlerin yaşadığı acıları, bana göre insanın, onlara göre Alevilerin gördüğü zulümleri... İnanmadım. İnsan, neden yapsın bunu, dedim. Yalan dedim.
Filmlere de inanmıyordum zaten.
Sonra yaşadım, gördüm. İnandım, yıkıldım. Bir kez daha eğdim başımı, önüme.

Sivas olaylarını ilk seyrettiğimde, dehşete düştüm. Yananları göremediğim için, gördüğüm ilk şey olan, otelin etrafını çevrelemiş kalabalık, eller havada Allahu Ekber diye, bağıran, insan olduğunu sandığım, küçük düşlerimdeki canavarlardı. Öyle bir dehşete kapıldım ki, o otelin içine girip, onlarla birlikte yanmak istedim.
Allahu Ekber sesleri, kulağımda çınladıkça, aynı Allaha inanmaktan utandım. Vazgeçtim. Artık inançsızdım.

Ülkem güzeldi, benim. Eşi benzeri yoktu gözümde. Benim gibi düşünen, insana, salt insani duygularla değer verenlerin, ırk ayrımı yapmadan, ülkesini bütün farklılıkarıyla sevenlerin varlığı, beni rahatlatıyordu.
Onlar ki, her konuşmalarında, insanlıktan, sağ duyudan, ırk ayrımı yapmamaktan bahsederlerken
Birdenbire... Tekrar büyüdüm.

Bir Ermeni özürü çıktı, ortaya. Belki doğruydu belki yanlış. Anlamaya çalıştım. Önce yanlış geldi. Sonra insan dedim. Tüm dünyadan özür dilemiyormuydum, her ağır geçen zamanda...

Zaman... Yine ağırlaştı. Yeniden beni sınamaya başladı.
Yanlış ben miyim diye düşünürken, etrafımda, insanlıktan bahsedenlerin, ırk ayrımı yapmayanların, ya da yapanların, '' Ne Mutlu Türküm Diyene'' sesleri yükselmeye başladı.
Neden mutlulardı? Türk oldukları için. Allah Korusun! Es kaza, Kürt doğsalardı, mutlu olmayacaklar mıydı. İngiliz olsalardı, ne mutlu demeyecekler miydi? Neden herkes, kendi ırkını üstün görüyordu ki? Sen bir Ermeni de olabilirdin, bir Arap da. Neden bunu anlayamıyorlardı ki?

Küçülen gözlerimi açmaya çalışırken, onları anlamaya çalışırken, hakaretler başladı. Özür dileyenlere hakaretler.
Aydınım diyenler, Aydınım deyip de, özür dileyenlere, beni çok utandıran, ağza alınmayacak sözler söylemeye başladılar. Osmanlıdan girdiler, tatmin olmaktan bahsettiler, bizden şu kadar kişi öldü, diye, hesaplamalar başladı.
Deniz Gezmiş, Nazım Hikmet, Ahmet Kaya ve daha niceleri için yapılan haksızlıkları, Sivası Maraşı Çorumu kınayanlar, basit nedenlerden vatan haini ilan edilmelerini, inanmayan gözlerle izleyip, karşı duranlar, şimdi insanlık adına dilenen(doğru ya da yanlış), bir özür yüzünden, insanları vatan hainliği ile suçladılar.
Küfür ettiler ve sesler yükseldi.
Ne Mutlu Türküm Diyene...
Hepimiz Ermeniyiz dendiğinde, diyenleri, vatan hainliği ile suçlayanlar, Şimdi, hepimiz Filistiniz, diye bağırıyorlar.

Off. Başım ağrıyor.
Küçük şeyler, canımı yakıyor.
Bir yazı okudum. Bir Türk Vatandaşı, Kürtler çocuklarına Kürt ismi koyabilmeliler diye, insanlık adına onur duyduğum, bir yazı yazmış. Alttaki yorumları görünce, dehşet, tekrar bedenimi, beynimi kapladı. Ruhum üşüdü.
Yanmak istedim. Yanmalıydım ki, bu üşüme geçsin.
Vatan hainliği ile suçlanmış. Hakaretler edilmiş. Ülke elden gidecek, denmiş. Sadece bir isim için...

Küçük şeyler deyince, aklıma gelen başbakanın örnek davranışları, biraz nefes almamı sağlayıp, beni güldürdüğü için minnettarım aslında!!!
Başbakanı simitçinin önünde görmek, simit alırken, neler düşündüğünü bilmek, adamcağıza 2 ytl yerine, 102 ytl vererek, göz boyadığını düşündüğünü, bilmek, halkı dilenci yerine koyarak, kömür, yardım, iade i itibar gibi yollarla, aslında oy istemeye çıktığını, bilmediğimizi düşünmesi, güldürüyor beni.
Ama ona inanan halkımı gördükçe, boş boş bakıyorum uçuruma.
Benim güzel ülkem, küçük düşünceler tarafından yönetiliyor.

Büyümem devam ediyordu...
Savaş, bitmeyen savaşlar. Neden savaşıyordu ki insan. Bebekler ölürken bir tarafta, ben yaşadığıma utanırken burada, yapılanlarda sorumluluğumu ararken, kahrolurken O...
O orada demeç veriyordu.
Müslüman kardeşlerimize yapılan bu zulüm bitsin.
Evet bitsin...
Bitsin ama insanlara yapılan, bebeklere çocuklara yapılan zulüm bitsin, diyordu içimdeki ses.
Ve o ses biliyordu ki; O, yani insan, öldürülen kadına çocuğa, sırf müslüman olduğu için, üzülüyordu.

Yoruldu içimdeki...
Gazzedeki dehşet bitsin, diyen sesim, müslüman kardeşlerimize yapılan eziyet bitsin, diyenlerin sesleri arasında, kayboldu gitti.

Şeriat kelimesini her duyduğumda, kanım donuyor. Her kara çarşaflı kadın gördüğümde, içim acıyor. Birşeyler yapmalıyım ama ne?
Birlik olmak gerekiyor. Engel olmak için, bir arkadaşımın da dediği gibi, elele yürümek gerekiyor.
Peki kiminle? Her lafında Osmanlıdan bahseden, her kızdığında, Ne Mutlu Türküm Diyene, diye bağıran, her sabah okuduğu andı, okumazsa, ülkenin bölüneceğine inanacak kadar, küçük düşünen. Alevilerin isteklerini ''sırası mı şimdi, ne var sunni dersleri görseler, ölürler mi'' diyecek kadar, basit düşünen insanlarla mı?

Onlar da şeriat istemiyorlar. Ama bu ülkede yaşıyorsan, Türksün, sunni dersleri göreceksin. Sen parasını(vergi) vereceksin, ben cami yaptıracağım, ibadetimi tam yapabileceğim. Ama sen, Aleviliğini yaşayamayacaksın. Beğenmiyorsan da, gidersin, diye faşizan düşüncede olanlar. Benim şartlarımla, koyduğum kurallarla yaşamak zorundasın diyenler, şeriat istemiyorlar.
Şeriat gelsin, her şey TEK olsun. Doğru TEK olsun. Neden istemiyorsunuz, onu da çözemedim.

Seslenmek istiyorum. Ses vermek. Sesimi duyurmak. Biz bu vatanın çocuklarıyız. Dünya çocuklarıyız. Her türlü şiddete karşı, insan gibi insan, kardeşçe yaşayan, yeri geldiğinde, beğenmediğiniz Kürt Türk Arap Ermeni Laz Çerkez, hep birlikte, elele yürüyecek insanlarız. Yapmayın. Birbirinize düşmeyin.

Ben korkuyorum. Geleceğimden, çocuğumun geleceğinden, ülkemin göreceği kötü günlerden korkuyorum. Savaşlardan, nefretten, çatışmadan, halkların düşmanlığından, ırkçılıktan...
İçimdeki çocuk, bir kenara çömelmiş, karanlıktan korkuyor.
Kaldıralım, o çocuğu ayağa. Başımız önümüze eğilmesin. Güçlü olalım.
Yapmayın. Yemeyin birbirinizi. Lütfen...

 
Toplam blog
: 44
: 2108
Kayıt tarihi
: 15.09.08
 
 

Burdayım ya, gerisi teferruat ..