Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Kasım '16

 
Kategori
Anılar
 

İnsan olduğunu hatırlayınca

İnsan olduğunu hatırlayınca
 

ben çektim


Yatmadan önce, “Mucize istemiyorum ama sabahleyin uyandığıma değsin” demişti. Sabah uyandığında insan olduğunu hatırlayınca sevinçli bir hayretle mucizenin gerçekleştiğini gördü
 
-Bu sabah dışarı çıkıp dolaşacağım. Koru çok güzeldir şimdi; bu güneşli sonbahar gününde yürürken dökülen yaprakları yakalamak için havalara zıplayacağım. Bugün ben büyümek istemiyorum…
 
Âdem kahvaltısını yarım bırakıp çıktı. Güneş yükselmeden Beykoz Korusu’nda yürüyüş yapmak istiyordu. Çöp bidonu üstünde sırtını doğan güneşe vermiş yalanan bir kediye laf attı. Kedi yalanmayı bırakıp iri yeşil gözleriyle onu izlemeye aldı. Tehlikede olmadığını sezmiş olmalı ki esneyip gerindi ve apış arasını açarak yalanmaya devam etti.
 
“Sorguç kuyruklu kedileri, oynak popolu enikleri biz insanlardan daha sevimli kılan şey yapmacıksız ve beklentilerinin basit ve anlaşılır olması mı? İçimde böyle yoğun sevgi taşımları uyandırmayı nasıl beceriyorlar? Nereden öğrenmişler böyle kucaklar gibi bakmayı? Sahip oldukları çekim gücünün sırrı nedir? Nedir onlarda olup da bende olmayan?”
 
… diye soran dalgınlıkla yürürken karşı yönden gelen iki zıpır lise kaçkını Âdem’in omzuna çatarak geçtiler. “...mına kodumun hocası” diye söyleniyordu teki. Sanki Âdem görünmez adamdı.  Beş adım kadar süren sessizlik ve “dongk!” diye patladı adamın arka cephesi. Döndü baktı, “amma iri kedi lan!” diyordu zıpırın öteki. Kediye atılan taş çöp bidonuna çarpmıştı.
 
Ama niçin bu kadar kaskatıyız birbirimize? Yüreğimiz önyargı buzullarıyla dövülmüş çelik gibi soğuk; bitişik sıra dizilmiş dökme demir kapılı apartman girişleri gibiyiz. Doğanın dirilten soluğundan uzak, sera bitkileri gibi ne kadar bakımlı olsak da, yavan ruhumuz can sıkmaya yatkın ve hemen her ilişkide mutsuz etmeye gebe. Eh, mutsuz etmenin vazgeçilemez tavrı da mutsuzluk bahanesidir elbette…
 
Neden hâlâ kaskatıyım ben? Neden şarkı söyleyerek hoplaya zıplaya yürümüyorum? Ben neden soruyorum ki bu soruyu kendime? Oysa çoktandır affettim ben çocukluğumu. Gene de, bilinçaltımda içimdeki çocuğu azarlayan bir ciddiyetin yüzünü görebiliyorum; kakılmış çocukluğumun sevgisizlikten büzülmüş yüzlerini andırıyor; çok net göremesem de öyle olduğunu seziyorum. Yoldan geçenler bana bir kedi gibi bakmıyorlar; ben de onlara endişesiz bir sevecenlikle bakmaya korkuyorum…
 
Biz çok güldüğümüzde daha gülerken yakında ağlayacağımızı düşünüp suratını asan insanlar olmuşuz. Çok gülenin ağlamasının yakın olduğu korkusunu ciddiyetin sopası gibi kullanırız. Çoğumuz içimizdeki gülen çocuğu ciddiyetin kaşlarından aşağı atıp susturur. Bunu büyüklüğün terbiyesi sanırız. Belki de Moliere ciddiyetin bu tehdidine karşın, “Beni isterseniz dövün, ama bırakın da önce istediğim kadar güleyim” demiştir.
 
Koruyu pabuçlarının burnuna takılı dalgınlıkla boydan boya geçen Âdem kendini evinin kapısında buldu. Ne zaman dönmüştü hatırlayamadı. Anahtarını iki kez çevirip kapının kilidini açtı. Doğru mutfağa gitti; çayı demlemek için ocağa koyduktan sonra akşamdan ayırdığı balık artıklarını gazeteden bir külaha doldurup yeniden dışarı çıktı. Gitti, çöp bidonlarının yaslandığı mezarlık duvarı üstüne balık artıklarını yaydı. Üç adım geri çekildiğinde üç kedi çıktı mezarlıktan; biri kara, biri sarı, biri de duman renkli tekir.
***
Muharrem Soyek
 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..