Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mart '13

 
Kategori
Deneme
 

İnsan olmanın çelişkisi: Bir müsibet ya da bin nasihat …

İnsan olmanın çelişkisi: Bir müsibet ya da bin nasihat …
 

Biliyorsunuz dünlerde sitemle ilgili geçen yıl yaşadığıma benzer bir sorun daha yaşadım ve bu alemde sadece yazı yazarak var olmanın ne kadar zor bir şey olduğunu bir kere daha görme ayrıcalığına eriştim… Yolun bir tarafında, elinden, dilinden gelen tüm çabayla kendini var etmeye çalışan yüreğini ortaya koymuş insanlar varken, diğer tarafında gözünü hırs, para yada et bürümüş hırsızlar, soysuzlar, azgınlar ve emek arsızları var…

Benim başıma gelen insan yapımı şansızlıklar ne bir ilk ne de bir son olacak bu kara delik alemde… Kimbilir bu günden sonra yaşanacak her günde, sanal dünyada kimlere nasıl lekeler sürülüp, hangi hayaller söndürülecek veya kaç kişinin sosyal paylaşım araçları yada yazıları çalınıp, kuduruk arzulara ve salyalı ağızlarla meze edilecek…

Senaryonun sonrası ise iç burkucu ve cesaret kırıcı malumunuz… Sanal dünyanın acımasız yasalarının insanı ne derece yaraladığını bilmeyen amatör ateşle yanan yazı tutkunu yürekler, bu darbelerin ardından bir bir düşürecekler kalkanlarını ve mağlubiyeti kabul edip köşelerine çekilerek yüreklerine taş basıp bir daha bloger olmanın tadını ve lezzetini yaşayamayacaklar…

Aslında bu açıdan bakıldığında yazıya gönül vermiş bir blogger olmak, sanatkar olmakla aynı şey gibi duruyor… Birbirine çok yakın kaygılar duyup, aynı duygulardan besleniyorsunuz ve başınıza gelen iğrenç ötesi olaylardan derinden etkilenip, aynı şiddette hatta daha keskin acılar yaşayarak ya binbir tövbeyle ve mağlubiyetin dayanılmaz acısıyla köşenize çekiliyorsunuz, ya da cesurca savaşmaya devam edip acıları bal eyleyerek bulduğunuz huzur dolu yolunuza / yolculuğunuza devam ediyosunuz…

Sanat dünyasının cefakar emekçileri de cepleriyle ya da uçkurlarıyla değil beyinleriyle ve kalpleriyle kendilerini var etmeye çalışan, bizden çok daha hassas, çok daha ince ruhlu kırılgan insanlar… Çoğu hala kalemin ve kağıdın, o hiç bir şeye değişilmemesi gerektiğine inandığım lezzetinden bir türlü vazgeçmemiş ve Tanrısal bir mühürle birbirine kenetlenmiş sevgililer misali, onları  sonsuza dek bırakmamacasına hayata ve insana sıkı sıkıya sarılmış hümanist ruhlu şovalyeler…

Bizim hissiyatlar  da okunma kaygısıyla şu sanal alemde zaman zaman piyasa yapmaya kaysa da, çıkarın yada azgın arzular peşinden koşmadan, hayallerini kalemin peşinden koşarak gerçekleştirmeye çalışan, tam olarak saf değil belki ama her ayarı düşük yararı da içine kabul etmeyen duygular…

O yüzden ben de bu tecrübemde yaşadığım şeyleri, tembellik yapmadan derinden ve sessizce düşünüp, hayat hakkında öyle bir karara varmaya çalışacağım… Belki duygularım taze olduğu için, hala çok kızgınım rengi, derisi, dini, ırkı ya da milliyeti ne olduğu belirsiz ama insan olduğu için her şeye rağmen bir şans daha verilmesi gereken o çiğ süt emmiş melun insanımsı yaratıklara…

Sanki özellikle denk gelmiş gibi bugün de ‘ Evrensel Ahlak Yasası ‘ nı anlattım derslerimde… Bütün insanlar için genel geçer olabilecek bir ahlak yasasından bahsedilip bahsedilemeyeceğini sorguladık okumalar, ardından gelen yorumlamalar eşliğinde…

Yasayı reddedenlerin ortak paydasında, insani özgürlüklerin bu yasayla kısıtlanması yüzünden bizlerin yaratıcı ve özgür doğamıza uygun hareket edemeyeceğimiz görüşü bulunuyordu… Kabul edenler ise buna karşı çıkıyor ve özgürlükten sınırsız bir at koşturmanın anlaşılmaması gerektiğinin altını çiziyor, başkalarının özgürlük hakkının başladığı yerde zaten haddimizi bilip durmamızın kaçınılmaz olacağı vurgusu yapıyorlardı…

Haydi gelin siz de benim gibi her iyi şeyin ardından yaşadığınız onca tatsız ve mide bulandırıcı şeyi geride bırakıp, özgürlük çığırtkanlığına soyunup evrensel ahlak yasasını reddedin bakalım… Dünyanın en hoş görülü insanı olsanız da, sansürün olabildiğince karşısında dursanız da, vallahi de billahi de mümkün değil dostlarım…

Ruh yenilgileriniz ve umut kırıklıklarınız üstüne öylesine bir despot lider hayal ediyorsunuz ki, hiç kimseye gram göz açtırmayacak ve olabilecek en korku dolu ütopya eşliğinde, dünyaya kabus dolu günler yaşatacak… Hey gülüm be, kim tutar seni yaptığın bu kutsal eyleyiş karşısında?..

Evet, yanlış duymadınız, kutsal bir eyleyiş dedim… Çünkü bütünleme tadında Tanrı da aynı sınamadan geçiriyor biz insanoğullarını her defasında… Bakalım acılardan yılıp, terk edecekler mi hayallerini, bir müsibetin ardından yenilgilerin acısını çıkarmak için sığınacaklar mı ateşlerin ve işkencelerin kalkanına diye, deneme yanılmalarla sürdürüyor sonsuzluk deneyini…

Bin nasihat veren ama elini taşın altına sokmayan stadyum kalabalığı tadındaki yüzbinlerin kayıtsızlığını da sınavın bir parçası haline getirip, kader denilen aklımızın bir türlü almadığı matematiksel ve oransal muammayı yaratıyor biz aciz insanoğullarına…

Sonra kafamız karışıyor ve kimimiz onurlu ve acıların bal eylendiği yenilgileri, kimimizse başkalarını çektikleri çilelerden beslenip semiren kanlı zaferleri tercih ediyor… İşte, dananın kuyruğu da tam bu noktada kopuyor ve insan olmanın çelişkisi bizi teslim alarak karanlık hiçlik denizinde yapayalnız bırakıyor…

E peki onca yazıdan ve atıp tutmadan sonra sonuç ne diyorsanız, lütfen yazımın en başına bakın… Çünkü en son söyleyeceğimi en başta söylemiştim ben : ‘ Yazı yazarak var olmak zor bir şey ‘ … Kendi kara deliğinzde sonu gelmeyen bir evren yolculuğuna çıkmak gibi…

Yazma eylemi sizi içinizdeki aşkın benlikle baş başa bırakıp, yarattığınız labirentinizden çıkmanızı istiyor her defasında, sanki çocuk oyuncağıymış gibi… Belki de gerçekten bir çocuk oyuncağı, yada dünyanın en basit şeyi olacak kadar kavraması son derece kolay bir şey aradığımız, ama acaba her mağlubiyetin ardından bizden fersah fersah uzaklaşan o içimizdeki çocuğa nasıl soraağız ki cevabı, elbette mümkün değil artık…

Hele hele bazılarımız çoktan öldürdüler o çocuğu ve kendi elleriyle gömdüler üzerlerinde umarsızca oturdukları mezarlarına… Birbirlerinin suratlarına bakıp, ne de masumca rol kesiyorlar dişlerini göstere göstere kahkahalar içinde gülerek ve biz de her defasında kanıp, bize kaybettiğimiz çocuğumuzu bulacaklarını düşünüp peşlerinden gidiyoruz…

Yazık, yazık, yazık… Uzun lafın kısası, buraya kadar sabırla gelip beni dinlediyseniz, siz de tam şu an bir karar verin… Ya bir yere varamayacağınızı kabul ederek inadına sürdürdüğünüz yazı sevdanızdan vaz geçin,- ki size benliğinizle yüzleşmek dışında başka büyük bir kazanç sağlamayacak, ama benim için düşünebileceğim bundan daha büyük kazanç olamaz – ya da tüm duygularınızı ve düşüncelerinizi nakide çevirerek maddi anlamda asla kaybetmeyecek dünya simsarlarına dönüşün, tercih tamamiyle sizin dostlarım…

Sevgi ve Saygılarımla… Fırat ÖÇAL

http://www.hayatveinsan.com/insan-olmanin-celiskisi/

Editörüme: Yazımın ana sayfa linkini, okurlarımın benzer türden yazılarıma ulaşabilmeleri için tıklanabilir halde bırakırsanız çok memnun olurum...

 
Toplam blog
: 700
: 694
Kayıt tarihi
: 24.03.11
 
 

Üniversite mezunu, eğitim alanında çalışıyor, yazı çalışmaları yapıyor, hayata ve insana dair cid..