- Kategori
- Felsefe
İnsan riyakar bir hayvan mıdır ?

Bilinen ilk yazılı belge olan Sümer tabletleri; iyilik ve hakikate, yasa ve düzene, adalet ve özgürlüğe, bilgelik ve öğrenmeye, cesaret ve sadakate, kısacası; insanın en olumlu erdemlerinin ve niteliklerinin tümüne büyük önem verdiklerini ortaya koymaktadır. Ayrıca; acıma ve merhamet de önemlidir Sümerliler için.(*)
Aradan geçen binlerce yıldan sonra, yeryüzü medeniyetinin 6, 000 yıllık serüvenine rağmen: Her sabah uyandığımızda, yüzümüzü yıkarken aynada gördüğümüz insanın gerçekten "kim" olduğu sorusuna kesin bir cevap verememek, beni hep rahatsız etmiştir.
Yaşamak adına katlandığımız onca acı, verdiğimiz onca mücadele; yalnızca, o çok az tanıdığımız insanı memnun etmek için mi yapılmaktadır? Ya da; tüm bir hayat kavgası o insanın, bitmek tükenmez arzuları, ihtirasları, zevkleri ve kaprisleri uğruna mı veriliyor? Aynanın önünde duran kişi! Peki ya siz kimsiniz?
Yaşadığınız hayal kırıklıklarını, aldanmaları ve uğradığınız bütün ihanetleri; "yanlış insan yoktur, yanlış zamanlar vardır" diyerek; suçu, masum zamana yükleyip kendi kendimizi avutabiliriz belki.
Asri zamanların Musa'ları olmadığımızı düşünerek göksel iddialarda bulunmayız elbette. Ne, yeni kıtalar keşfetmek amacımız ne de olmadık mucizeler göstermek insanlara. Yeryüzünde en anlamlı uğraş; kitapların "nefis" dediği "öteki beni" yani "kendimizi tanıma" çabasıdır belki de.
İronik olan; insanı tanıdıkça, daha çok karışmasıdır kafamızın. Karmaşık bir labirentin içinde, çaresizce oradan oraya savrulurken girdiğimiz her yol, bizi, yaşadığımız dünyaya, kendimize ve diğer insanlara biraz daha yabancılaştırıyor. Bir kısır döngünün sonsuz tekrarı gibi; gittikçe kopuyoruz etraftan. Koptukça da yalnızlaşıyoruz. Etrafımızı saran kalın bir sis tabakasının ortasında kalmış gibi yapayalnız. Ya da; karanlık bir ormanda pusulasız kaybolmuş gibi tarifsiz bir çaresizliktir içine düştüğümüz durum.
Korkuyor ve evhamlanıyoruz. İçimizdeki vesvese, arzulu bir kadının uyanmış rahmi gibi kabarıp kaynıyor adeta. Hissettiğimiz ıslaklık, içinde kaybolduğumuz zifiri karanlıkların üzerimize bulaşan korkularından farklı değil. Kimi zaman; bildiklerimize duyduğumuz şüphe ve bilmediklerimiz, ince bir sicim gibi boğazımıza sımsıkı dolanıyor, boğuluyoruz. Belki de; kainatın muazzam bilinmezliği; bilincimize ve bedenimize hapsolmuş da farkında değiliz. Bazı sırları öğrenmek, kendimizi keşfetmektir bir anlamda. Ama keşfettikçe, öğrendikçe ve bildikçe içinde bulunduğuz acz ve bir o kadar da kusursuz mükemmellik utanç veriyor bize.
Maddenin bittiği yerde başlayan sonsuz hiçlik, hiçliğin içinden yeniden var oluşumuz, hiçten maddeye, maddeden de hiçe bakarken; araya giren güzel bir kadının davetkar bakışları ve haz, bizi, bir başka alemin bilinmez girdaplarına doğru sürüklüyor tekrardan. Böyle zamanlarda "Hayat" varlık ve yokluk arasında sürekli tekrarlanan sonsuz bir med-cezir gibi, o yasak meyvenin gizemli rahiyası olmakta. Damakta kalmış o hoş tat ve tarifsiz lezzet hatırlanmaktadır yalnızca. Kim bilir, belki de o muazzam sırrın bir parçası da bu tattan aldığımız hazdır.
Ve bir gün; "öğrendim" dediğiniz bir zamanda; yani, iyilik ve kötülüğün, adalet ve zorbalığın, özgürlük ve köleliğin, bilgelik ve bağnazlığın, bencillik ve özverinin, korku ve cesaretin ve hatta sadakat ve ihanetin aslında, aynı kavramların iç içe geçmiş RİYAKAR tezahürleri olduğunu fark ediyorsunuz.
Ve bir gün fark ediyorsunuz ki; erdem adına öğrendiğiniz her şey; aslında, içimizdeki erdemsizliğin dışa yansıyan "öteki" ve "süslü" bir görüntüsüdür yalnızca.
Belki de sırf bu nedenle; vahşetini "erdem" ikiyüzlülüğü arkasına saklayıp kendini gizleyen tek canlı türü insandır yeryüzünde.
İnsan nedir? Sorusuna benim cevabım: İnsan, riyakar bir hayvandır oluyor nice zamandır..
Ama bu hükmü vermekle de mesele yine de hallolmuyor ne yazık ki?
Riyakar olan hangimiz ? Ben miyim yoksa öteki ben mi?
A. Mesut Tatlıpınar
(*) Sümerler, Samuel Noah Kramer, Kabalcı yayınları 2002