- Kategori
- Deneme
İnsan yontulmalı...

arınma zamanı...
Üzerimize giydiğimiz giysiler gibidir kimliğimiz…
Ruhumuz da öyledir…İnceldikçe güzelleşir;kötülüklerden arınır…
Yontulan insan, gerçek insandır…
İçinde kederler var iken konuşmaktan kaçınan ;sırf içindeki kederler sözlerine yansır da muhatabını incitir diye korkan bir insan düşünün…
Ve bir an,o insanı sevgili karşısında bir âşık olarak farzedin…İşte bu tavır,insanın aşkı kabule hazır hale gelmiş biçimi ;diğer bir anlatımla, fazlalıklarından yontulmuş halinin ifadesidir.
Çünkü güzellikleri görmek için önce güzeli görecek göze sahip olmalı;deseni renklendirmek için önce kumaşı dokumalıdır.
Önce gönlün frekans ayarlarını yapmak ;duyarlılığını artırmak;zerafet ve estetik boyutuna taşımak gerekir ki ruh da aynı kalıba girsin.
Bunun için de kaba insanlık hallerinden sıyrılmak ,kendini o derin halsizlik içinde güçten düşmüş gibi hissetmek ve teslimiyet ile aşka boyun eğmek gerekir.
Enderunlu Vasıf 'ın (1820) şu beytinde anlatıldığı gibi:
''Ne beyân-ı hale cür'et,ne figâna takâtim var,
Ne recâ-yı vasla gayret,ne firâka kudretim var.''
Yani şöyle demek :''Ne halimi anlatmaya cesaret bulabiliyorum ;ne de feryat etmeye gücüm var. Ne sevgiliye kavuşmak için çabalıyorum;ne de ayrılığa dayanabiliyorum.''
Burada,âşık sevgiliye o kadar kıyamaz durumdadır ki bu yüzden ona kavuştuğunda,incitmekten korkmaktadır.
Leyla Hanım'ın da buna benzer bir beyti vardır.(1830)
''Pür ateşim,açtırma benim ağzımı zinhâr.
Zâlim beni söyletme,derûnumda neler var.''
Burada kadın,daha zalim ve sevgili karşısında daha cüretkârdır.
Bir kadın ruhu,bütün kırılganlığı ve hassasiyetiyle fazlalıklarından ,kabalıklarından fazlasıyla yontulmuş olduğu halde,Leyla Hanım,nasıl bir feryât ile böyle söyleyebilmektedir…Şaşılır…
O ki yalvarandan çok,kendisine yalvarılandır…Sevenden çok sevilendir…
Belki de bu yüzden,hüzünlü çığlığı, başkalarının feryâtlarına göre, çok daha yakıcı ve ateş doludur.
Kişioğlunun tasarrufu altında, iyi de kötü de ,beyaz da kara da ,hatta güzel de çirkin de emrine hazır beklemektedir.
Bize düşen,bunlardan hangisini tercih edeceğimize karar verebilmektir.
Nedim, şu beytinde kadına seslenirken ruhunun ve sanatının tüm inceliklerini sergiler:
''Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden ruhsar-ı âl olmuş sana...''
''Sevgilisinin tel çekme makinasından geçmiş gibi incecik,nazenin olduğunu söylerken,kadehten süzülen şarabın sevgilisinin yanağına konup kırmızılık verdiğini ''anlatır.
Nedim bu şiirinin son beyitlerinde ise daha da coşarak sevgilisine şöyle seslenir :
''Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden
Lâ’lin öptürmek bu hâletle muhâl olmuş sana...''
''Seni öperken dudaklarını dişlerimle yaralamışım; dudaklarının bu görüntüsü sana ayrı bir güzellik vermiş.''
Fuzuli de sevgilinin nazından,cilvesinden şikâyet ederken ruhunun tüm inceliklerini dizelerine döktürmüş...
''Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem´i yanmaz mı ?.. ''
Şâir, ''Beni canımdan usandıran bu sevgili ;acaba bana eziyet vermekten usanmayacak mı ?..Benim âh edip inlemelerime acımayan kalmadı; bana da bir gün talih gülecek mi acaba ?..''
Diye sızlanırken nezaketinden ve inceliğinden taviz vermemektedir.
Asırlar önceki aşk insanının sevgi dünyasına girdiğimizde,ruhların sevgi karşısında nasıl da yontulup inceldiğine tanık oluruz...
Yontulamayanların ise ,kaba kimlikleriyle ve taşlaşmış ruhlarıyla kötülüklerden başka bir eser bırakmadıklarını biliriz...
Günümüzde de öyle değil mi ?..
''Şurası unutulmamalıdır ki,kimliğimiz,onu konuşlandırdığımız kabın şeklini ve rengini alır.
Ve ruhlar, incelmeden ,incelikleri asla göremez .''
.........
Esin kaynağım :İskender Pala'dır.