- Kategori
- Felsefe
İnsan

İnsan denen aciz varlık, genelde iki sebepten dolayı acı çeker. Bunlardan ilki, kendi eliyle yapıp ettiklerinin zorunlu bir sonucudur. Bu hal, yani kendi elinle kazdığın kuyuya düştüğünde çekilen, tartışmasız bir acıdır. Eğer bu acı sayesinde olgunlaşma yoluna açılan bir kapı bulunabilirse girilen yol, kişiye acıya sepep olan ikinci sebebi farkettirecektir. Fakat kişiyi ikinci sebebe götürücü kapıyı bulabilmek her kişiye değil er kişiye nasip olur. Ya de her kişinin değil er kişinin işidir.
İnsanların ekserisi, er kişi olamamaktan dolayı kendi yapıp etmelerinin zorunlu sonucu, düçar kaldıkları sıkıntıların acısı içinde, bulmaları gereken kapıyı bulamadıklarından fasit bir dairede bocalar dururlar. Bu çukura düşen muzdaripler, ya şahsiyetlerini, değişen tavırları ile değiştirme sevdasına kapılırlar ya da kendilerini sıkan şeyi unutarak vaya unutmaya çalışarak acılarını dindirmeye uğraşırlar. Bazen de heder olur giderler yapılan yanlışın acısı altında.
Er kişi ise, yaptığı yanlışın onu sevkettiği sonuçta, içine düştüğü acıda bir adım daha atar. Bu adım, bulunması gereken kapının önüne getirir er kişiyi. Artık o, her kişi değildir. Er kişi o kapıdan içeri dalacaktır. Bu ikinci adımdır. Acının anlam kazandığı, ızdıraba tekamül ettiği bir çile yolunun başlayışıdır bu ikinci adım.
Bu hal, artık bir arayış, bir sorgulayıştır. Varlığı, kendini arayış ve aynı zamanda bir sorgulayış.
Tahammül sınırlarını zorlayan bir ızdıraptır bu hal. Bu çiledir...
Artık çekilen, duyulan, hissedilen kişinin kontrolünden çıkmıştır. Bunu sen kandin istemişsindir. Vardığın nokta ve ermeğe çalıştığın niha-i nokta yolcuyu çoktan açmıştır. Bu, er kişiye sunulmuş bir lutuftur aslında.
İsyanda itaati bulduğun demler bu yürüyüşte gizlidir. Kavgaların barışa evrileceği bir serancame bir güzargahtır bu...
Er kişi olmak da yetmez bazen bu yolda, menzile varmak sonsuza ermek için.
Izdırap ve çile yoğurdukça garibi ve anlayınca bu halin ona lutfedilmiş bir kader olduğunu; durmasını bilmelidir kader dairesinin üstünde. Mukim bir yer tutup direnince ve kabüllenince her şeyi; dalacağı ruh hali, ızdırabın ve çilenin doğuracağı mahzunluktur.
Hüzün öylesine anlamlı bir kavramdır ki, tam anlamı ile izah edilemez. Hüzün ve onun yaşanması mahzunluk, mahzuniyet. Bu hal, dile getirilemez. Yaşanır.
Bu hali duyuş ve doya doya yaşayış, içsel hareketin belirli bir olgunluğa erdiği ve davranışa geçmen gerektiğini kişiye fısıldar.
Artık yolcunun bazı zamanlar, kendisiyle cedelleşmeyi bırakıp diğerlerine açılacağı vakit gelmiştir.
Bu kıvama gelmeden dışa doğru yapılan pek çok haraket akim kalacaktır. Anlatmak istediğini anlatamamanın verdiği olumsuz bunalım, kişiyi dönme dolap gibi aynı çarkın içinde döndürüp duracaktır. Ve dedirtecektir zaman zaman ‘Melali anlamayan nesle aşina değilim.’(A. Haşim)
Bunun akabi, geri çekilmektir. Ve kapana kısılma; yumurtayı kıramayan kabuğa takılıp kalan bir civcivin haline düşme...
Bu durumda bahtsız garip, bilge bir anaç tavuğa ihtiyaç duyar. Bu da olsa olsa bu yollardan geçmiş bu hallerden haberdar bir dost eli, bir yol gösterici olmalı.
Garip, bu noktada şunun farkında değilse, ki çoğu zaman da olmaz, bazı anaçların kabuğu dideklerken farkında olmadan civcivceğizin kafasını gözünü parçalayıp civcivi heder ettiğini, heder olur gider arada.
Süleyman Dönmez