- Kategori
- Anılar
İnsanlar.... İnsancıklar...

Bu gece, şöyle güzel bir yemek tarifi yapayım değişiklik olsun, önümüz de Bayram, faydalı olur inancıyla malzemeleri bile masamın üzerine sermiştim ki gözüm, yanda, iğreti duran gazetenin haberlerine ilişti...
Yeni bir karakol baskını, yanan yürekler, kuduzdan ölen yavru, babasının zorla uyuşturucu sattırdığı çocuk ve 185 bin işsiz öğretmenin feryadı yüreğimi paraladı... Hele şu hocasız sahte üniversiteler ve içinde yan gelip yatan; ülke sorunlarına bilimsel çözüm üretmeyenler yok mu yine beni alıp bir yerlere, çok eskilere götürdüler... Halbu ki ''Suya sabuna dokunmadan '' yazmak varken, ''Senin neyine be kardeşim...!'' diyen iç sesimi dinleyemedim...
Malzemeleri elimle kenara ittim ve yine öğretmenliğim tuttu... Karalamaya başladım...
Öğretmenlik, ''Tanrı Mesleği''derler ya, gerçekten çok kutsal bir meslek. Benim en büyük şansım, eğitim dünyamız içinde yer alan ana sınıfından, ilköğretimin tüm kademelerine; liseden üniversiteye kadar tüm eğitim kurumlarında öğretmen, yönetici ve öğretim elemanı olarak çalışmaktı. Ayrıca Bakanlık teşkilatında yönetici olarak çalışmış olmam da deneyim kazanmamda çok yararlı olmuştu...
Ülkemizin anarşi kargasının içine düştüğü ve kardeşin kardeşi vurduğu o zalim günlerde öğretmenlik yapmak, ' 'Her babayiğidin harcı değildi''. 1970'li yıllar... Hergün artan ve adına Sağ-Sol Çatısması denilip kestirip atılan anarşi döneminde hergün ortalama 10 kişi canından oluyordu... Ölenler genç polisler... Genç üniversiteliler ve suçsuz halkımızdı... Anadolu'nun ücra köşelerinden gelen zavallı yoksul üniversite öğrencileri kalacak bir yurt ve yiyecek bir lokma ekmek için işgal edilmiş devlet yurtlarında bu acımasız ''Oyunun''kurbanı oluyorlardı...
Benim Ankara'lı oluşum ve ''Baba Evinde'' koruma altında olmam, önemli bir şanstı. Fakat üniversite arkadaşlarımın çoğunun durumu içler acısıydı. ''Nüfuslu Kişilerin'', milletvekili ya da senatörlerin çocukları bolluk içinde yaşıyorlar;hatta, çoğu mezun olmadan, ''Hamili Kart Yakinimdir'' referanslarıyla bazı devlet dairelerinde, belediyelerde çalışıyor görünüyorlar; işe bile gitmiyorlardı.
Samimi arkadaşlarımdan Zafer, eski bir boksördü. Onun tipinden herkes çekinirdi... Aslında çok yufka yürekli, karıncayı incitemeyen bir mizacı vardı. Beni de boks ringlerine sürüklemiş; fakat habire dayak yiyip antrenörümün havlu atmalarına dayanamamış, beni boks yaşamından ayırmıştı...
''-Sen öğretmen olmalısın oğlum'' derdi... Adımız boksöre çıkmıştı ya arkadaşım ve ekibim ''Havalı gurup'' oluşturmuştuk. Toplumun o günkü psikolojisi ve sosyal yapısı bizleri de bir yerlere, farkına varmadan götürüp oturtmuştu...
Ankara'nın, Kızılay, Sıhhiye, Cebeci, Gençlik Parkı havalisi ''Bizim esrarlı ''duruşumuzdan çekinir olmuştu.''En siyasi ''yurtlara bile girip çıkıyorduk... O zamanlar bazı üniversite hocaları da ''Can korkusuyla''kendilerini koruyacak ekiplere sıcak davranıyorlardı. Zaferin profesörü, doçentiyle geçinemiyordu ve birbirlerini tehdit mektuplarıyla korkutuyorlardı...
Bir gün, hoca, benimle Zaferi, Kavaklı'daki muhteşem saray yavrusu evine davet etmişti... Özenerek giyinip kuşandık, ispanyol paça pantolonlarımızı, geniş yakalı gömleklerimizi ütüleyip giydik. Tokalı kemerlerimizi taktık...
Omuzlarımıza düşen şahane uzun saçlarımızı limonla sertleştirip, Mennen losyonlarımızı süründük. ''Boynuzlu treleybüse'' atladık ver elini Kavaklı... Bu ziyaretin ''Sebeb-i Hikmetini'' hiç düşünmüyorduk...
Evde çok iyi karşılandık mükemmel bir yemekten sonra Ankara manzaralı salona geçtik ve hocanın ince belli sarışın dünya güzeli kolejli kızının ellerinden sunduğu şaraptan içmeye başlamıştık... Anarşi, okul, memleket meseleleri, hayat şartları... derken ''Hoca'' sadede geldi...
Prof. Hoca, Doçentinden şikayetçiydi... Onu hiç sevmiyordu ve mümkünse bir vesileyle ''Ortadan kaldırılmasını istiyordu.''... Zafer kıpkırmızı olmuş, boncuk boncuk terlemeye başlamıştı. Zavallı böyle bir ortamda da ilk kez bulunuyordu. Ben, biraz Ankara kaldırımlarını karışlamanın tecrübesiyle ve ''Serde olan' 'tiyatroculuğumla soğukkanlığımı kaybetmeden dinliyordum. Ve hatta çaktırmadan Zafer'e de bir göz atmıştım...''Durumu idare et...! ''kabilinden...
Ülke çalkalanıyordu... Bu durumları artık kanıksamıştık... Ama Hoca'nın böyle bir teklifle karşımıza çıkacağı da hiç hesabımızda yoktu... Gerçekten ürkmüştük... Prof.'un güzel kızı üçüncü kadehi sunmuştu ki Hoca :''-Ne olur bana yardımcı olun çocuklar... Benden ne dilerseniz dileyin... Yeterki....''
Ben hemen atıldım:''-Hocam....
(Devam edecek.....)