- Kategori
- Haber
İnsanlar, Birbirlerine Sarılıp İyileşiyormuş. Şimdi Herkes, Sarılan Sarılana..

Alın size, ÇİÇEĞİ BURNUNDA taze bir haber: “Kendini yalnız hissedenler için Polonya’da açılan bir merkezde " sevgi açığı" olanlar ve "yalnızlıkları oynayanlar", bu merkeze gidip 90 TL. karşılığında” sarılma hizmeti" alıyor, iyi mi? Bizde olsa, bu işi gönüllü yapar, para da almazdı her halde. 60 liralık olanlar da varmış. Ama o, kaliteli değildir muhakkak. Şimdi, sarılan sarılana.
Bu ne iş? !" Sarılmakla" pürüzler gideriliyor mu? Yani bir sevgi açığı ise, bu sarılmalarla mesele hal ediliyor mu? Kafayı taktık bir kere.
“Bu sarılma işi, platonikmiş. Çocuğa sarılır gibiymiş. Öpmek yasak, mahrem yerlere dokunmak yasak, seksüelden uzak bir dokunuşmuş. Önceden böyle sözleşme imzalıyormuş sarılacak olan kişi.Bunları, merkezin sahibi Polanyalı kadın söylüyor. Bir nevi fizyoterapi anlayacağınız.
Dokunma bir terapidir. beynin görme, duyma, koklama ve tat alma duyuları ile bilincin yardımıyla dokunma duyusu, eğer haz veriyorsa insanlar arasında iletişimde önemli işlevi olduğu, tabiidir
Dokunma hissi, kolaylıkla günlük rutinin bir parçası haline getirilebilir. Dokunma ve yakınlık güven yaratır - ve bunlar çocuk gelişimi için de çok önemlidir. Beynimizin bir alıcı verici istasyonu olduğunu biliyoruz. Merdivenlere konan sensörler gibi dokunmayla birlikte harekete geçen dalgalar, vücudun ötesine berisinde ne algılar yaratır, ona bakılır.
Demek ki beynimize ulaşan dokunmanın getirdiği sinyaller, dokunuşun mahiyetine isim kor anlayacağınız. Soğukluk, sıcaklık, acıma, baskı, yanma, “ gibi...
“Hepimiz kendi havamızı yaratır, duygusal evrenimizde gökyüzünün rengini kendimiz belirleriz.”Aşağı yukarı çoğunluğumuzun havası budur.
Mesele nerden açıldı? “Sarılmaktan” Yalnız hissedenler için. Bir de sevgi açığı olanlar vardır. Sevgiye ihtiyaç duyanlar. Bence, onlar da sarılma merkezlerine gönderilmeli midir?
Sevgi açığı olanlar, duygularını bastırırlar mı? Hani hislerimiz bir kafese tıkılmış gibidir. “Elma da desek, armut da desek” bir türlü çıkıp gelmezler düzlüğe.
Çoğunlukla hepimize daha çocukluk çağımızda duygularımızı bastırmamız öğretilmiştir, duygularımızı ifade etmenin tehlikeli olduğu ve bu nedenle bunları inkar ya da kontrol etmenin normal olduğu telkin edilmiştir. Yani duygularımızı bastırıp zihnimizin bilinçsiz kısımlarına itmeyi daha çocukluktan öğrenmişizdir.
Kimileri de, ruh hallerini dışa vuramazlar. Halk dilinde bunlara “ soğuk” deniyor. Cinsel hayatta da “Frijid” denmekte.
Belki aylarca göz yaşı dökemeden, içinizdekini dışa vuramadan ya da paylaşamadan üzüntü içinde dolaşıp durdunuz. İnsanlar niye lüzumsuz baskı altına girerler ki? Hissettiklerimizi tanımayı ve yaşamayı bırakırsak, kendimizle bağlantımızı koparmaz
Hayattan daha çok alacaklarımız var. Hayat bize borçlu bre ! İki elimizle yapışmalıyız hayatın yakasına. Bir elimiz yorulursa, öbür elimizle o yakayı tutmalıyız. Hem üstelik bu dünya kendi ekseni etrafında dönüyormuş, laf. Ne münasebet. Benim de etrafımda dönüyor desek, çok şey mi istemiş oluruz bre !
Fakat duygularımızı, ifade etmeden aşmak mümkün değildir. Bir şekilde içimizde, bedenimizde yer tutar, bizi işgal ederler.
İnsanların kendini önemli görme ihtiyacının alt kümesi olan bu his; sıcak bir dokunuş, ateşli bir öpücük, samimi bir kucaklanmaya duyulan istemin ihtiyaca dönüşmüş halidir.
Siz siz olun, canınız mı sıkılıyor, internetiniz mi bozuldu, yazınız mı red edildi, bunlara boş verin. Canınızı sıkıldıysa, canınız istediğinize sarılın gitsin. Hemi de de? Bu bloğun adresini verin, çekinmeyin. Bizim “terapi” yazımızı bir okusun hele. O zaman “Gıg” ı çıkmaz milletin. Bu da bizim kıyağımız olsun bre !
Hazır mısınız? Daha sonraki…
Ört ki, ölem !