- Kategori
- Blog
Milliyet Blog Editörlerine Biz Sorduk, Onlar Cevapladı.

İlkinde bizler, “Editör” sözcüğünü, yabancı film jeneriklerinde okuduk, oradan öğrendik.. Sonra da basın camiasında da baş köşeye oturdu. Blog münasebetiyle şimdi içimizde.
Editörler için, “ bıyıklarını balta kesmez” diyorlar. “Ketum” diyorlar. “Atlıya, eşekliye selam vermez” diyorlar. “Burunlarından kıl aldırmazlar” diyorlar. “Hallerinden sual edilmez” diyorlar. Ağızlar torba değil ki büzesin? Ama aralarında, büyük bir dayanışma içinde oldukları kesin. İşte, öyle bir şey yani.
3-5 arkadaşın odaları vardı. Birer yazı işleri müdürü idiler. Ama, isimleri “editör” diye yeni yeni geçerdi. Yukarıdaki yakıştırmalar ta o zamandan beri ortalıkta gezerdi. O bürolarda çalıştım. Oradan biliyorum.
Blog camiasında Türkiye’nin en büyük sitesine mensubuz. Dünyada da 4 ncü durumdayız. Editörlerinin de seçkin ve seçili olması lazım. Eee, hiç birini tanımıyor ve herkesler gibi de merak ediyoruz. Bazen içimizden, bazen da sesli seli buradan sorduğumuz gibi soruyoruz da: “Bizim hallerimiz ortada. Size ait kariyerleri de öğrenmek isteriz. Bizi yönetenlerin hallerini bilmek hakkımız değil mi?”
Bir defasında editörler için“ Sayın baylar” tabirini kullanmıştım. “Sadece erkekler değil, kadınlar da var burada” diye acele ses verdilerdi. Dediğim gibi işte. Bizler, kiminle dans ediyoruz? Bilmemiz lazım değil mi?
Internette ilk yıllarımdı. İdaremizden bir teknik hususu sormuştum. Saha sonra lütfettiler. Yardımcı oldular. Ben çözemedim yine. Bir daha sordum. Yine tarif ettiler, sağ olsunlar. Üçüncüsünde ise, film koptu. Çekirge fazla sıçrayamadı. İdare cevapladı: “Biraz önce anlattık ya” İşte o “ya” demesi yok mu, beni bozdu.
Ama bir de şu var. Blog’da on binleri aştık. Her birimiz bir cümlelik sual etsek, cevabı da evet ve hayır olacak olsa, editörlerimizin günleri ayları yetmez cevap yetiştirmeğe.
Mesela, onların kitapları var mı? Kariyerleri nedir ? İçlerinde yakışıklı ve güzel olanları var mı? Yatak yorganları blog kumanda odasında mı? Çokça blog okuyan insan, üstelik gazete de, roman da okuyabilir mi? Gözler bozulmaz mı. Hepinizde gözlük var mı?
Gece yarısından sonra da evlerinde mesai yapıyorlar mı? İzinliyken dahi, blog okuyorlar mı gittikleri yerlerde ? Rüyalarında bile blogcu görüyorlar mı?
Blogcular arasında beğendikleri var mı? Şu “milliyetçi, şu romantik, şu aksi, şu süt kuzusu, şu ak kaşık, şu ılımlı, şu çok bilmiş, şu “aman ha!” “Şu, sakıncalı piyade” gibi saplantıları mevcut mu?
Yıllık izinlerinde merak yüzünden internetlere girip, takip ettiği blogcuları okuyor mu? (Tam burada, bir ses duyar gibiyim. Bu sesin sahibi, Sevgili Sabiha Rana’dan başkası değil: “Bu kadar peş peşe, nefes almadan bu sorular kimden geliyor? Bilin bakalım. Bu, Muzaffer Cellek’ten başkası değildir!)
Eh, Sabiha Hanım. Yolla meleklerini, öpsün bizi. Sen de çok yaşa. E mi? Dur bakali, hayali röportaj yapıyoruz bre !” Hani ya, editörlerimizin dünyasını merak ederiz ya. Elçiye zeval olmaz dedik.
Şimdi ben; şu anda, röportaj için, “Editör’leyim.” İç içeyiz. Yanlış anlaşılmasın, içli dışlı değiliz, Editörlerimiz hakkında abartılı söylemler edildiği bir ortamda, biz onları arayarak daha yakın olmak istedik. Haksız imajlarını silebiliriz diye düşündük. Aşağıdaki tele-röportaj doğdu:
1- Editör olmasaydınız, hangi mesleği seçerdiniz. “Ah bunu ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. Durun bir dakika. Editörlük meslek değil mi yani?!
2- Hiç Blog yazdınız mı?“ Tilkiye, tavuk kebabı yer misin diye bir soru bu, geçiniz”
3- Editörler, blog okuya okuya, dağarcığını zenginleştiriyormuş. “Hep öyle söylenir. Ben rastlamadım. Bilgi, Kamçatka’dan da gelir, Güney kutbundan da gelir. da.
4- Bazı blogları okurken “amma da sallamış ha!” veya “Atmış kafadanki, ne atma! Pes!” dediğiniz zamanlar oldu mu? “Mesleğimiz itibariyle, olumsuza, olumlu yaklaşmayı, şiar edinmişizdir..”
5- Rüyanızda blogcuları görüyor musunuz?“Şimdi sırası mı bu sualin? Biz, rüyalarımızı kaybettik. Ne demek yani?!”
6- Bir blog sitesi kursanız, blogculardan yanınıza alacak olduklarınızı kararlaştırdınız mı? “Olmadı şükür. Kedi her zaman ciğer kebabı yese, tıkanır.”
7- Meslek hayatında sizi en çok üzen olaylar?“ Yoğunluktan üzülmeyi, sevinmeyi, yemeği, evi, arkadaşları unuttuk gari.”
8- Blog okuma yoruyor mu? İstirahatta bir mizah veya hiciv sizi güldürebiliyor mu? “ Hayatımız mizah, hayatımız yorgunluk valla”
9- İçinizden kızdığınız blogcu var mı? “Biz kızmayız. Böyle programlanmışızdır. (Lütfen röportaj sonrası gel de görüşelim. Lütfen bu kısmı yazmayın)
10- Sizler için gizemli, sır vermez, baş verir diye bir kanaat var. Öyle midir? “Gizemli olsan ne yazar, olmasan ne yazar? Gizem, mizem karın doyurmuyor. Bunlar sizlerin uydurmasıdır”
11- Bir sandaldasınız. Birisi blogcu, diğeri genç bir kız var. Sandal devrilse, önce hangisini kurtarırsınız? “ İkisini de. Ne yani, ne demek istiyorsunuz?!”
12- Blogcular arasında, kendinize yakın hissettiğiniz kimse var mı? “Herkese aynı mesafeden bakarım. Yazılara da öyle. Onların yazısı ilgilendirir beni. Şasi’si eğri, kaportası kapanmaz, far ayarı bozuk olanlar da bizden geçer.”
13- Beğendiğiniz blog’cuların yazısından dolayı, kendileriyle tanışmak ister misiniz? “Bizler sanal aleme göre yönlendirilmişizdir. Beğeni, yazı okunup, bitinceye kadardır.
14- Editörü tarif eder misiniz? “Ağzı var, dili yok, klavyesi var, bloğu yok. Ananı çok, soranı yok. Arabası var, deposu yok. Blogcusu çok, arkadaşı yok. Çok çalışır, az aşınır, aşındığı ile kalır. Yahut da öyle sanır. Bu işler böyledir.”
15- Blog kategorisine, “tarağını, takma dişini kaybettim. Göreniniz var mı?” deyip yazı sokmak isteyenlere de rastlıyor musunuz? “Bizler, Habur Sınır kapısında bekleşen nöbetçiler miyiz ki böyle sual edersiniz. “blog’la ilgisi olmayan yazılar da gözden kaçabiliyor. Yahut Habur Sınır Kapısına gelip, “içeri bir bakacağım” diyenlerden, bir daha haber alınamıyor. N’apalım.. “İlgisiz yazısını blog’a sokanlar da var..‘Bir arkadaşa bakıp çıkacam’ diyenler der. Taaa ki fark edilinceye kadar orada kalmayı kâr zannediyorlar.”
16- Kitabınız var mı?“ Kitabı olmayana “kitapsız” denildiğini bilmiyorum mu zannediyorsunuz. Onu öyle sormayalım lütfen Evet, yayına hazır kitabım var!”
17- Sizce az yazan mı, sıklıkla yazan mı makbuldür?“ Tarlanın ufak taşlısı, ineğin öküz başlısı, berberin solumazı, tellağın terlememesi, nasıl makbulse, az ve öz yazan da öylesi makbuldür.”
18- Hatırladığınızda kaşlarınızı çattığınız blogcular oluyor mu?“ Bunu ne siz sorun, ne ben söyleyeyim.”
19- Hoşunuza giden bloglar çoğunlukta mı? Kaliteler nasıl? “Bizim de kendimize göre kıstaslarımız var. O yüzden de bizleri ketum bilirsiniz. Bizde öyle arkadaşlar var ki, ağzına vur, lokmasını al. Siz mesela, sabahtan beri sorar da sorarsınız. Oldu olacak, ‘etimiz kemiğimiz, böbreğimiz var mı? Sabahları süt içer misiniz? diye de sorun bari!”
20- İlk yazısını, BLOG hanesinde neşreden blogcular türedi. Biz eskiler, BLOG’un çok okunan bir kategori olduğunu biliyorduk ama, bu gerçeği bir yılda ancak kavrayabildik. Yeniler bu işi ilk günden, nasıl kavrayabildiler acaba? “Bunu önce kendinize sorun. Alacağınız cevabı da bana bildirin ki, aradaki nüansı öğrenebileyim. Bunun cevabını kendin bulamıyorsan, bu dünyayı yalan çiğnemiş olmuyor musunuz?
Röportaj sona erdiği zaman, “ hayali editör” muhatabıma, teşekkür ettim. O da, “ziyanı yok, 750 adet yazıyı okumaktan oldum. Şimdi telafi ederim “ dedi. Hayali de olsa, el sıkışıp ayrıldık. Kibar insanmış, vesselam.
Yalnız, içimde bir ukde kaldı. Şunu sormak, cevap almak isterdim, ama, soramadım: “Blog’un kokteylli kuruluş gününde, Milliyet icra heyetinden bir yetkili “Biz bir aileyiz” diyerek, blogcuları işaret etmişti. Hakikaten aile miyiz?”
İnşallah bir dahakine bunu da sorarız. Tabi, dişimize göre bir editör bulursak. (Bu sıralar nedendir bilinmez, pek hassaslar. Kılı kırk yarıyorlar.)