- Kategori
- Dünya
Irak’ın geleceği, politikalar ve senaryolar

Dünyanın en güçlü ve en donanımlı askeri gücüne sahip ABD’nin büyük ölçekli askeri operasyonu neticesinde Saddam Hüseyin’in rejimi devrilmiştir. Ancak bu rejimin yıkılması sonucu bazı sorular dünya gündemini meşgul etmektedir. Bu sorular, Irak’ın parçalanmasının önlenebilmesi, toprak bütünlüğünün korunabilmesi ve istikrar sağlanabilmesi konusundadır.
8 Mart 2004 tarihinde “Geçiş Dönemi için Irak Devleti Yönetim Yasası” imzalanmıştır. Bu yasa 62 maddeden, 9 bölüm ve önsözden oluşmaktadır. Bu bölümler; Temel ilkeler, Temel Haklar, Irak Geçiş Dönemi Hükümeti, Geçiş Dönemi Yasamı Organı, Geçiş Dönemi Yürütme Organı, Federal Yargı Organı, Özel Adli ve Ulusal Komisyonlar, Bölgeler, Valilikler ve Belediyeler ve Geçiş Dönemi [1] konularını içermektedir. 30 Ocak 2005’te yapılan Irak seçimlerinde Şii siyasi oluşumunu simgeleyen Birleşik Irak ittifakı, seçimlerde 275 üyeli parlamentoda 140 sandalye kazandı. Irak Devlet Başkanlığına Celal Talabani, Başbakanlığa ise İbrahim Caferi atandı. İbrahim Caferi başkanlığındaki hükümet 28 Nisan 2005 tarihinde Irak meclisinden onay almasıyla göreve başladı. 31 üyeli hükümet 17’si Şii, 8’i Kürt, 6’sı Sünni, 1’i Hıristiyan ve 1’i Türkmen bakan atandı. Beş bakanlığa ise vekâleten atama yapılmıştır.[2]
Saddam Hüseyin sonrası döneme ilişkin belirsizlikler, büyük ölçüde etnik ve dinsel farklılıkların Irak’ta bir parçalanma ve yıllarca sürecek bir kargaşa ortamına yol açmasıyla bağlantılı görülmektedir. Irak’ta etnik ve dini farklılıklara ilaveten, feodal yapı halen etkinliğini korumaktadır. Saddam Hüseyin’in yakın çevresinin Tikrit’te olması, korumalarının kendi aşiretinden seçilmesi, Irak’ta aşiret düzeninin ve bağlarının halen sosyal yapıda önemli bir etken olduğunu göstermektedir.
ABD işgalinin ardından bölge ülkelerinin en çok endişe ettikleri husus, Irak’ın parçalanma ihtimalidir. Bu senaryoya göre, Kürtlerin bağımsızlık ilan etmeleriyle ikiye bölünecek ya da Kürtlerin yanı sıra, Sünni Arap ve Şii Arap olarak üçe parçalanacaktır. Bu aşamada bağımsız bir Kürt devleti kurulması senaryosu, Türk-Amerikan ilişkileri açısından büyük öneme sahiptir. Irak’ta bağımsız bir devlet kurulması ne bölge ülkelerinin ne de Irak’ın inisiyatifindedir. Böyle bir devletin kurulmasının ancak ABD’nin öncülüğünde gerçeklemesinin beklenmesi daha gerçekçi olacaktır. Böyle bir devletin kurulmasını ABD ve Türkiye açısından, öncelikle bölgesel ve uluslararası dinamikler ile beraber Irak’ın kuzeyindeki durum dikkatle incelendiğinde, ABD’nin bugün itibariyle Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir devletin kurulması gibi nihai bir hedefi bulunmamaktadır. Ancak, Kürtlerin nihai bir devlete kavuşmuş olması, bölgede en büyük devletsiz toplum olan Kürtleri bölgede güçlü konuma getirecektir. Diğer açıdan ise, Arap-İsrail meselesi arka plana düşecek ve İsrail’in güvenliğinin garanti altına alınması kolaylaşmış olacaktır.
Bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasının ABD açısından dezavantajlarına bakıldığında, ilk olarak bir Kürt devletinin kurulması Türk-Amerikan ilişkilerini etkilemesi ve Türkiye’nin bölgeye olası müdahalesini getirebilir. İkinci olarak ise, Irak’ın parçalanması Irak-İran dengesinin İran lehine değişmesi ve İran’ın bölgede başat güç konumuna yükselmesi sonucunu doğurabilir. Üçüncü olarak, Irak’ın kuzeyinin kopması sonucu Şii nüfus ağırlıklı bir Irak görülecektir. Neticesinde Şii bir devlet kurulması ve İran ile işbirliğine gitmesi, İsrail’in güvenliğini olumsuz anlamda etkileyecektir. Dördüncü olarak, ABD’nin Ortadoğu’da radikal İslam’a karşı verdiği mücadele ters etki yaratabilir. Arap dünyası açısından bir Arap devletinin ABD tarafından parçalanması düşüncesi radikal İslam’ı daha da tetikleyebilir. Son olarak ise olası bir Kürt devleti, bölgede herkesin düşman olduğu ve denize çıkışının olmadığı bir devlet olacaktır.
Türkiye açısından Irak’ın kuzeyinin değerlendirmesini yaptığımızda, Kuzey Irak Kürtleri’nin devletleşme girişimleri Türkiye’nin de tepkilerine yol açmıştır. İran-Irak savaşı esnasında oluşan ve Körfez Savaşı ile kronik bir hal kazanan Irak’ın kuzeyindeki jeopolitik boşluk, Türkiye için Soğuk Savaş döneminden Soğuk Savaş sonrası döneme aktarılan en önemli dış politika meselelerinden biri haline dönüştü. Bu jeopolitik boşluk alanın PKK tarafından kullanılması ve bölgeye yönelik bölge dışı stratejik hesapların bu jeopolitik boşluk alanında yoğunlaşması, Irak’ın kuzeyini Türkiye’nin yumuşak karnı haline getirmiştir. [3] Irak’ın kuzeyinde ortaya çıkan bu yapılanma ve Türkiye’de artan PKK terörünün Türkiye açısından en önemli sonucu, Kürt meselesinin uluslararası boyutunu arttırmış olmasıdır.
ABD, Kürt meselesini ilk aşamada Irak probleminin bir parçası olarak görürken, Avrupa aynı meseleyi temelde Türkiye’nin sorunu olarak görmeye başlamıştır. ABD’nin Kürt meselesini Irak düzleminde ele alması, ilk bakışta Türkiye açısından bir sorun teşkil etmediyse de Irak’ın kuzeyindeki oluşumun Türkiye’ye yapacağı etkiler dolayısıyla Türkiye’nin ABD’nin tavrına şüpheyle yaklaşmasına yol açmıştır.[4]
Türkiye’nin Irak’ın kuzeyi ile ilgili politikasını Baskın Oran şu şekilde açıklamaktadır:
“Türkiye’de iç-dış politika ilişkisinin en çarpıcı örneklerinin başında gelen, bu yüzden de içinde ciddi çelişkiler taşımak zorunda kalan bu politikanın, Dışişleri Bakanlığı’nın bir açıklamasına göre üç hedefi vardır: Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması, Türkiye’nin meşru güvenlik endişesinin gözetilmesi ve bölgedeki Türkmenlerin ezilmesinin önlenmesi. Daha yakından incelendiğinde bu politikanın biri taktik, diğeri stratejik olmak üzere iki amacının bulunduğu görülmektedir. Taktik amacın iki hedefe yönelik olduğu görülmektedir: PKK’yı vurmak ve bölgeden atmak, bölgede PKK’ya yarayan iktidar boşluğunu engellemek. Türkiye’nin Irak’ın kuzeyi politikasının stratejik amacına gelince, o da burada bir Kürt devletinin kurulmasını önlemeye yönelik olmuştur. Çünkü böyle bir devlet, Türkiye’deki Kürt kökenliler için kötü bir emsal oluşturacak, ayrıca kurtarımcılık yaparak diğer üç ülkedeki Kürtlerin yaşadığı toprakları kendisine katmaya kalkışabilecekti. Çekiç Güç’e izin vermek, Irak’ın kuzeyindeki Kürtlere yardım etmek ve Batılı sivil toplum kuruluşlarına geçiş izni verme zorunluluklarından dolayı Türkiye, burada oluşmaya başlayan Kürt devleti embriyonunu kendi elleriyle beslemiş oluyordu.”[5]
Irak’ın geleceği ve bölgede bir Kürt devletinin oluşmasına yönelik bir senaryoya karşı Türkiye ve ABD’nin yaklaşımları, özellikle PKK terörü ve Kerkük sorunu ekseninde şekillenmiştir. Amerikan hükümetinin PKK konusunda Türkiye’yi tatmin edecek somut bir adım atmaya yanaşmaması, Türk tarafında ABD’ye olan güvensizliğin devamında etkili olmuştur. Bu çerçevede PKK ile mücadele amacıyla oluşturulan ve Amerikan hükümeti tarafından atanan General Joseph Raltson ve Türk hükümeti tarafından atanan General Edip Başer tarafından başlatılan koordinasyon çalışmalarının kamuoyunu tatmin edecek ölçülerde bir sonuca ulaşamayacağı kanısı yaygınlaşmıştır.[6] 2007 başlarında ABD hükümetinin Kerkük konusunda da Türkiye’den çok Irak’ın kuzeyindeki yeni yapılanmanın kaygılarını dikkate alma eğilimi içinde olması da iki ülke ilişkilerinin gelişmesini engellemeye devam etmektedir.
ABD’nin Irak operasyonu sonrası yaşanan gelişmeler ışığında netice olarak, Irak’tan büyük kuvvetler çekmesi, bazı sakıncalar ve riskler doğuracaktır:[7] Irak’ta kargaşa ortamı artar ve iç savaş yaşanabilir. Büyük ölçüde mülteci problemi görülür. Irak teröristlerin ve aşırı grupların yuvası haline gelebilir. Doğacak boşluktan İran yararlanabilir ve İran’ın Şii bölgelerini kontrol etmeye başlaması ABD’nin felaketi olur. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) sona erer. Bölgede istikrarsızlık kalıcı hale gelir. Amerikan askerlerine karşı saldırılar olsa da, ABD’nin batağa saplandığını söylemek zordur. Askeri açıdan her ülke gibi ABD’nin de planlarını yaparken, bu tür saldırıları dikkate aldığı açıktır. ABD, kolayca işgal ettiği Irak’tan çekilmez. Çekildiği takdirde kendi çöküşünü hazırlayacaktır. [8] ABD, Türkiye’ye muhtaç mı sorusu sorulduğunda ise, ABD’nin elinde Türkiye’yi kendi politikalarına uyarlı hale getirme araçları var. Bunları devreye sokup istediklerini aldı ve almaktadır. Türkiye’nin yerini kısa dönemde doldurabilecek ülkeler konjonktürde mevcuttur ancak ABD’nin uzun dönemli Ortadoğu politikasında planlarını Türkiye olmadan sürdürmesi zor görünmektedir.
[1]Geçiş Dönemi için Irak Devleti Yönetim Yasası için bkz. (http://www.krg.org/ıntererım_administrative_law_ıraq_mar04.asp)
[2] Hürriyet Gazetesi, 29 Nisan 2005
[3] DAVUTOĞLU, Ahmet, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s. 141.
[4] DAVUTOĞLU, a.g.e. s. 444- 445.
[5] ORAN, Baskın, Türkiye’nin Kuzey Irak Politikası, Baskın Oran (der.), a.g.e. s. 268.
[6] ARI, a.g.e. s. 632
[7] DUMANLI, Cihangir, ABD’nin Irak Çıkmazı, Cumhuriyet Strateji Dergisi, 1 Ekim 2007, Yıl:4, sayı:170, s. 12–13.
[8] YILDIZ, Yavuz Gökalp, Nedir Şu, Büyük Ortadoğu, Akşam Gazetesi, 26 Temmuz 2003