- Kategori
- Gündelik Yaşam
İş Kadını Nasıl Tavlanır?
Geçtiğimiz yılın son ayında başıma gelen bir olayın hikayesi bu. Her şey bir kararla başladı:
“Şirket çalışanı” hayatıma son verip kendi adıma çalışmaya başladığımdan beri işlerim iki – üç kat yoğunlaştı. Bir şirkette çalışmanın kişilere sunduğu avantajların hepsi bir anda hayatımdan çıktılar. Bir asistanın varlığı, delegasyon yapabileceğin iş arkadaşları, belirli bir takvim, belirli çalışma saatleri...
Tüm bunların üstüne bir de yeni bir düzen kurmanın ekstraları geldi. Kişisel yayınlarım için blog tutmak, yeni bir şahıs şirketi kurmak, düzenli içerik üretimi ve online paylaşımların yapılması, tek katılmam gereken bir sürü toplantı...
Tüm bunları yoluna koymaya çalışırken, yeni işler -hiç vakit kaybetmeden- gelmeye başladı. Şikayetçi değilim. Severek, bayıla bayıla yapıyorum işimi. Yine de aynı ay içerisinde bir İstanbul’da bir workshop ve Kıbrıs’ta bir seminer verdim. Düzenli yönetilmesi gereken iki farklı müşteri hesabı da gelince gecelerimi uykusuz geçirmeye başladım.
Yine aynı dönemde yeni bir internet girişimi fikri olan ve yaptığı işte başarılı bir iş adamıyla görüşme imkanım oldu. Fikri duyar duymaz inandım. Aynı hafta birlikte çalışmaya başladık. Şu anda da vaktimin çoğunu bu girişimi hayata geçirmek için harcıyorum.
Plaza ofislerine alışmış biri olarak evde çalışmak ise ayrı bir irade gerektiriyor. Evden çalışmak zor derlerdi de pek inanmazdım. İşkolik bir yapım var zaten. Çalışmaya gömülünce gözüm etrafımı görmüyor. Ama öyle değilmiş. Azcık kafanı kaldırsan, dikkatini dağıtmak için bekleyen bir sürü etken insanı dürtmeye başlıyor. Puf minderleriyle rahat görünen kanepe, mutfaktaki tatlı, masanın üstüne bıraktığın yarısı okunmuş kitap. “İyi ki” diyorum kendi kendime, “Televizyon izleme alışkanlığımı lise yıllarımda yenmişim.” Yoksa üstüne bir de o eklenecekti.
***
Tahmin edeceğiniz gibi hem çok heyecanlı ve mutlu, hem çok çalışkan ve yeni fırsatlara açık bir ruh haline girdim.
Benimle bağlantıya geçen kişi ve kurumları aksatmadan ziyaretlere başladığım bu dönem içerisinde yeni bir teklif aldım. Kar amacı gütmeyen organizasyonlardan birinin yönetim kurulunda bulunan bir bey sosyal medya üzerinden benimle irtibata geçti. Bünyelerinde misafir konuşmacı olup olamayacağımı öğrenmek istediğini belirtti.
Organizasyonu daha önceden biliyordum. İrtibata geçen kişiyle de ortak iş ağımın olduğunu görünce, görüşmeyi kabul ettim. Aynı gün İstanbul’da workshop düzenliyorum. İnanılmaz bir yoğunluk ve koşuşturma içerisindeyim.
Görüşmeyi kabul ettiğimi yazdıktan ve iletişim bilgilerimi ilettikten kısa bir süre sonra telefonum çaldı. Elimde laptop, workshop için kullanacağım ekipmanlar, kulağımda telefon, taksi bekliyorum. Karşıdaki ses aynı akşam organizyon dahilinde yapılacak yemekli bir toplantıdan bahsediyor. “Akşam yorulmuş olacağım ama zaten iş için dışardayım.” diyorum kendime, sonra da cevap veriyorum. “Evet, geleceğim. Lütfen adresi mesaj atın.”
***
Yoğun ama güzel bir gün atlatmışım. Aynı organizasyona iş dolayısıyla tanıdığım bir kadın arkadaşım da davet almış. Hatta bir de aynı masaya düşmüşüz. Yüzüm gülüyor. Başıma geleceklerden henüz habersizim.
O akşam, benimle iletişime geçen bu bey, yemek boyunca yapacağım konuşma dışında her şeyden bahsetti. Konu çoğunlukla da kendi hayatıydı. Rahatsız olmama rağmen, onun davetiyle orada bulunduğumu hatırlattım kendime ve mesafemi koruyarak ama nezaketi de elden bırakmadan atlattım o akşamı. Yemek biter bitmez taksiye atladım. Eve döndüğümde hala şaşkındım.
***
Bir sonraki hafta Kıbrıs seminerine denk geliyordu. Sunum hazırlığındaydım ve organizatörlerle yoğun bir iletişim halindeydim. Diğer işlerimi de aksatmadan yürütme çabasındaydım. Bu yoğunluğumu daha önce kendisine aktarmış olmama rağmen beni aramaya ve mesaj atmaya devam etti.
Yine bu aramaların ve mesajların içeriğinde yapmamı istediği konuşma yer almıyordu. Halbuki ilk etapta benimle görüşme amacı buydu. Benim de iletişim beklentim bundan fazlası değildi. Dolayısıyla açamadığım aramaları ve yanıtlayamadığım mesajları oldu. Açıkçası o anki iş yoğunluğuma da sığınmıyor değildim. Haksız da sayılmam...
Kıbrıs'tan döndüktten sonra hafta sonumu görüşemediğim ailemle geçiriyodum. Gündemde bir de rahatsızlık durumu mevcut. Hepimiz üzgünüz, teselli ediyoruz birbirimizi. Telefonuma bu beyden bir mesaj geldi. İçim sıkılarak açtım...
Bu mesajla başlayan ve devamı gelen hakaretler ve beddualar serisi telefonuma yağmaya başladı. Beni aramamasını, ses tonumu bozmadan bir mesajla ilettim. Numarasını engelledim. Bu da yetmedi, sosyal medya üzerinden saldırıya geçti. Ailemi, rahatsızlık yaşayan yakınımı, yorgunluğumu bir kenara bırakıp bir de internette onu engellemek için laptop’ımın başına geçmek zorunda kaldım.
Şu anda böyle bir saldırı devam etmiyor. Keza ediyor olsaydı avukatımda iletişim geçmişi hazır… Suskun kalacak değilim.
***
Gelelim hikayemi bağlamak istediğim noktaya:
Ben, o akşam yapılan yemekli toplantıya tek bir amaçla davet edildim. Bunun arasında misafir konuşmacı olmak yoktu. Hedef bu değildi. Bu hedefe varılmak için kullanılan yoldu. İşe yaramayınca da saldırı poziyonuna geçildi. Saldırının hedefi yine bendim.
Bu hikaye sadece benim başıma da gelmiş değil. İş bahane edilerek toplantılara, organizasyonlara çağırılan bir sürü iş kadını olduğundan da eminim.
Eğer biraz yüz verecek olsaydım her ay misafir konuşmacı olarak organizasyonlara katılma şansımın yüksek olduğunun da farkındayım. Benden sıkılıncaya kadar elbette... Bu bir taktik çünkü.
***
Kimi başarılı, kimi değil. Ancak zamanımızda çalışan kadını tavlama yöntemlerinden biri de bu.
Bilmeyenler öğrensin.