- Kategori
- Deneme
Işık Öğretmenler, Talat Ersoy ve Tonguç Baba
boşa uğraşıyorsunuz
boşa
ve artık biliniz
biliniz ki
siz
hiçbiriniz
hepimiz kadar
akıllı değilsiniz
( H. E. )
Ben Aksu’dan mezunum ama Aksu Köy Enstitüsü’nün kurucusu ve ilk müdürü Talat Ersoy’u hiç tanımadım.
Nasıl tanıyayım ki, ne Aksu’da okurken gördüm kendisini, ne daha sonra…
Talat Ersoy, Kızılçullu Köy Enstitüsü’nde öğretmenken, Aksu’ya müdür olarak atandığında, (1940) anamın karnında bile değilmişim ben henüz.
“Karanlıksokak’ta Aydınlanma - Aksu Köy Enstitüsü” adlı kitapta öyle güzel anlatmışlar ki öğrencileri O’nu, hayran oldum!
Talat Ersoy’u tanımadım maalesef ama kızı Müzeyyen Hanım’ı ve damadı Osman Işık’ı tanıma şansım oldu.
Bir ay kadar önce, Osman Bey aradı telefonla. Hal hatır sorduktan sonra:
“-Karanlıksokak’ta Aydınlanma kitabındaki yazını okudum.” deyip iltifatlarını sıralayınca:
“-Nerden, nasıl eline geçti kitap?” diye sordum.
“-O kadar olsun Çengel, dedi;(O, bana “Çengel” der hep) senin mezun olduğun Aksu Köy Enstitüsü’nün kurucusu Talat Ersoy, Müzeyyen Öğretmen’in babası, benim de kayınpederim.” deyince düştü benim jeton!
Osman Işık kim mi?
Nerden mi tanırım O’nu ve eşi Müzeyyen Öğretmen’i?
1964’te Dicle’den Hasanoğlan’a atandığımda tanımıştım kendilerini. İkisi de müzik öğretmeniydi Hasanoğlan’da ve çok seviliyorlardı öğrenciler tarafından.
Osman Bey, Lâdik Köy Enstitüsü mezunuydu. Ve benim Aksu’dan öğretmenim Musa Okay’ın da çok sevdiği bir dostu idi.
Branşında çok başarılı olduğu gibi, öğrencilerine karşı da güler yüzlü, anlayışlı ve müşfik bir öğretmendi. İşte bu yüzden, kısa zamanda, dost oluvermiştik birbirimizle.
Kimi öğretmen ve idarecilerin öğrencilere karşı sert, kaba ve katı disiplin uygulamalarına ne zaman karşı durmuş, eleştirmiş ve isyan etmişsem; Musa Okay, Ahmet Tuncer, İhsan Aksu, Himmet Şahin ve Şenay Can öğretmenler gibi Osman Işık’ı da yanımda görmüşümdür hep.
1966’da Musa Okay (*) öğretmenim Malatya’ya, ben Kars’a sürgün giderken, bizi uğurlama yürekliliği gösteren birkaç kişiden biri de Osman Işık’tı.
O yıllarda bekârdım ben. Evlerini de açtılar bana, sofralarını da… Nasıl unuturum!.
“-Pekiyi, neden sizin kayınpederinizi, Müzeyyen Öğretmenimin de babasını anlatan bir yazı göremedim ben o kitapta?” diye sordum da:
“-İstediler de yazmadık mı Çengel? Haberimiz olsaydı böyle bir kitabın hazırlandığın-dan, elbette yazardık.” dedi ki, haklıydı elbet.
Keşke haberleri olabilseydi de Müzeyyen Işık ve Osman Işık dostlarımın da babaları Talat Ersoy’u anlatan yazılarını okuyabilseydik, “Karanlıksokak’ta Aydınlanma” kitabında.
Aksu Köy Enstitüsü’ne kurucu müdür olarak atanan Talat Ersoy, göreve başlar başlamaz, kendini karışık bir arazi kavgasının içinde bulur.
Bölgedeki büyük toprak sahiplerinden biri, büyük bir arazi parçasını, yüksek bir fiyatla satmayı teklif eder Enstitü’ye.
Toprak ağasının yakın adamlarından oluşan bir komisyon, satılmak istenen araziye değerinden çok yüksek bir fiyat takdir eder. Bu nedenle uzun bir süre topraksız kalır Enstitü. Uzun uğraşlardan sonra, “sözde bilirkişi”nin tespit ettiği fiyatın yarısına satın alınır arazi. Böylece, savaş ve kıtlık yılları içinde işleyerek, ihtiyacı olan tahılını, sebze ve meyvesini kendisinin üretebileceği toprağa kavuşmuş olur Enstitü.
Bir süre sonra, bu toprak ağası, milletvekili olur. Bir yasa önerisi verir ve kabul edilir. Buna göre, arazisi devlet eliyle zorla kamulaştırılanlar, eski arazisini eski fiyat üzerinden geri alabilecektir. (TBMM’yi “Köylü efendimizdir” diyerek toprak ağaları ile doldurursanız, olacağı budur işte!)
Uyanık milletvekilinin amacı, geçen zaman içinde fiyatı yükselen eski araziyi eski fiyata geri almaktır.
Yasa çıkar çıkmaz, satışla ilgili evrak, kurnaz milletvekilinin seçim bölgesindeki tapu dairesinde yok oluverir! Ve ağa milletvekili toprağını geri ister.
Ancak, Enstitü Müdürü Talat Ersoy, kamulaştırmanın zorla olmadığını, toprak sahibinin arazisini devlete satmayı bizzat kendisinin teklif ettiğini gösteren belgeleri soruşturma komisyonuna verir. Böylece Aksu Köy Enstitüsü’nün tapulu toprakları “ağa”ya verilmekten kurtarılır.
(İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Millî Eğitim Bakanı Hasan-Âli Yücel olmasaydı; tam Hakkâri’ye sürülecek adammış bu Talat Ersoy!)
Ancak bu mücadele yurtsever müdürümüzü epeyce yorar ve yıpratır. Kolay değildir; toprak ağası bir milletvekili ile kendi seçim bölgesinde mücadele etmek.
Moralinin bozuk olduğu bir gün, Tonguç’u telefonla arayarak görevinden istifa ettiğini bildirir.
Ertesi gün Aksu’dadır Tonguç:
Serinkanlılıkla dinledikten sonra müdürü:
“-Haklısın, der; sen çok yoruldun. Ve yeterince destek olamadık sana bu ara. Haydi, eşini de al, Ankara’ya gidiyoruz.”
Gerçekten de 15 gün misafir eder Ankara’da. Ve o yaz, Ersoy’u eski okulu Kızılçullu’ya müdür olarak tayin eder.
Koltuklar insanlara değil, insanlar koltuklara şeref verir.
“Tonguç Baba” rütbesini almak kolay değildir. Kolay olsaydı, 1946’dan bu yana, o koltuğa oturan onlarca insandan hiç değilse bir “Tonguç” daha çıkmaz mıydı?
“Talat Ersoy, başta Tonguç olmak üzere, öğretmen ve öğrenciler tarafından niçin çok sevilmiştir?”sorusunun cevabı, O’nun bir konuşmasında gizlidir.
Şöyle diyor, öğrencilerine “Çocuklarım!” diye hitap ettiği bir konuşmasında:
“İnsanlar, her teli ayrı ses veren bir saza benzer. Hüner, bu sazı akort etmektedir. Akort edebilmek için de bu işlerde bilgi sahibi olmak ve müşküllere tahammül etmek gerekir.”
Demek ki O, müşküllere tahammül eden, bilgi sahibi, iyi bir akort ustasıymış!
Nitekim O, bu yeteneğiyle ilk yıl, okula 46 erkeğe karşılık 4 kız kaydolurken, üçüncü yıl 151 erkeğe karşılık 57 kız öğrenci kaydettirebilir ki, 1940’lı yılların başlarında büyük başarıdır bu.
Bu yazıyı, Talat Ersoy’dan bir anı ile bitirelim:
Çocuğunu kayda getiren bir köylüye, 3803 Sayılı Köy Enstitüleri Kanunu’nun çocuğuna verdiği hakları hararetle anlatarak:
“-Oğlun iyi çalışırsa, der; senelik kazancı Antalya Valisi’nin kazancından daha fazla olur.”
Köylü güler ve şöyle der:
“-Farenin birine ‘şu delikten çık, bu deliğe gir; sana kocaman bir parça kaşar peyniri vereceğiz’demişler. Fare düşünmüş: “Yol az, peynir çok… Muhakkak bunda bir iş var;” diye bu işi yapmamış. Sen de Müdür Bey, pek böyle ballandırma, benim de aklıma başka şeyler geliyor.” .
Müdür, köylünün aklına gelenleri anlamak için yaptığı bütün ısrarlara rağmen hiçbir şey söyletemez ona.
Köylü deyip geçmeyin siz.
Sanmayın ki, bütün köylüler benim gibi saftır!.
(*) Musa Okay öğretmenim, 1970’li yıllarda, önce Kars Millî Eğitim Müdürü, sonra Hasanoğlan Öğretmen Okulu Müdürü olarak görev yapmıştır.