- Kategori
- Gündelik Yaşam
İşin doğrusu

Aslına bakarsanız, yazar ile okuyucu arasında ilginç bir diyalog var, ikisi de birbirini çeker durumda.
Sözlü kültürü sahiplenen bir toplumuz. Kitap kapağı açanların sayısı bir hayli sınırlı.
Günlük gazete okuyan ise, yok gibi.
Hiç olmazsa toplumun bu tür şartlanmalarından sıyrılıp kendimi kitaba, araştırmaya veriyorum. Daha doğrusu vermek istiyorum.
Bu arada “yazı yazmak hoşuma gidiyor” desem, yalan olmaz doğrusu.
Özellikle, bilimsel bir makaleyi yazarken bir hayli araştırma yapmam gerektiğini biliyorum.
Yazıda aynı zamanda insanların yaşam standartları, dış dünyayı algılama biçimleri, alternatif hareketleri kabulü arasında oluşan bir ilişkinin de önemi olduğunu kabul etmedeyim.
Popüler bilime dönük bir anlayışla, dış dünyayı algılayıp düşünceleri yansıtabilmek de son derece önemli bir etken. Bu şekilde yazılan yazılar, daha akıcı oluyor ve kalemini iyi yansıtıyor.
Ancak, mistik bir konuyu bilimsel bakışla aktarabilmenin yanında, metafizik yöntemlerle açıklama isteği de yadırganmamalıdır.
Kanaatimce, bir makale sadece okunmakla kalmamalı, iz bırakmalı, ileriye dönük, üreticiliğe teşvik eder olmalıdır.
Sade suya yazıların fazla pirim yaptığını düşünmüyorum. Kafası karışık insanların da sağlıklı bir değerlendirme yapabilecekleri inancını taşımamaktayım.
Bir makale, yazar -okuyucu mücadelesini getirmedikçe rant sağlamaz diye düşünüyorum.
Aslına bakarsanız, yazar ile okuyucu arasında ilginç bir diyalog var, ikisi de birbirini çeker durumda.Aynen manyetik bir alan gibi, ama kimin çekim gücü fazla, o belli değil. Okuyucu, yazarını aradığı gibi, yazar da kendisini anlayıp takip eden okurun özlemini duyuyor.
Hatırlatmadan geçemeyeceğim bir özellik daha var;
yazıdaki konular, estetik heyecan taşımakla birlikte her kesime, her yaşa hitap edebilmeli ve eğitime mutlaka katkıda bulunmalıdır.
Üretici olmak güzel bir duygu, ama böyle yazılarda bırakın hata yapmayı gözden kaçan küçük bir yazım yanlışı bile mesele oluyor. Bu yüzden, önerileri sıralarken yazım kurallarını da atlamak istemem. Mutlaka uyulması gerektiğini düşünüyorum.
Bence, oturmuş, bir şeyler kazandırabilen, insanı alıp bir yerlere taşıyabilen yazıların değeri geç anlaşılıyor.
Araştırmalar, toplum olarak güçlü bir potansiyele sahip olduğumuzu gösteriyor.
Ne var ki, potansiyel kullanmada yeterlilik ve yön tayini, neredeyse en alt düzeylerde seyrediyor.
Bunun göstergesi olan yarım yamalak hazırlanmış yazılar adeta sırıtıyor.
Bir yazarın duyabileceği en güzel şey, "Benim düşündüklerimi ne kadar güzel bir şekilde dile getirmişsiniz" sözüdür…
Yazı yazma sanatı ayrı bir beceri, tam bir kabiliyet meselesi. Bence, yazı beyinde başlamalı bitmeli ve sonra kâğıda dökülmeli.
Tabii iyi bir yazının yoğunlaşması için çok sayıda dokümanterin incelemesi gerekir.
Yazabilmek için okumak gerektiği bilincindeyim.
Ancak belirtmeden geçemeyeceğim, son günlerde gerek tam gün, gerekse yarım gün çalışan yazarların yazdıkları çok can sıkıcı olmaya başladı.
Her defasında eşlerinden şu veya bu sebeple bahsetmeleri, neredeyse insanı kusturacak cinsten...
Bir okuru kusturmak, küstürmekten çok daha önemli.
Yazar için feci bir manzara.
Bendeniz aynı şeyleri tekrarlamaktan nefret eden biriyim. Yazdığım yerlerde böyle yansımalara yol açmamaya gayret ederim. Ama, pek muvaffak olduğumu söyleyemem.
Zira PC’ nin başından yazıyı bitirerek kalktığımı pek göremedim.
Evime nadir gelen misafir bir araştırmacı- yazar dostum vardı. Hiç unutmam yaklaşık kırk beş dakika içinde çok güzel bir konuyu baştan sona tamamlayıp düşüncelerini sağlıklı bir şekilde yansıtma hünerini gösterdi.
Ben hem çabuklukla hem de anlam bakımından bu kadar güzel bir makalenin yazıldığına tanık olmamıştım.
Belli ki kafasında renklendirmiş düşündüklerini...
Şayet iyi bir şeyler yazsaydım, bugüne kadar bir yerde devamlılığım olurdu diye düşünüyorum Ama olmadı.
İşin doğrusu da bu değil mi?
Ahmed F. Yüksel
Değerli Milliyet Blog yazarı Sayın Yüksel ÖNAÇAN’a Allah'tan rahmet, sevenlerine baş sağlığı diliyorum...